Buzları Çözülmeden | İsmail Yiğit (Kısa Öykü)

“Tavuğu beğendiniz mi? Kim der ki 180 yıldır buzdolabında beklemiş. Sanki yeni boğazlanmış gibi, taptaze.”

Annemin yüzüne bakıyorum. Hâlâ cihazları çocukluğunda tanıdığı adlarıyla anıyor. Oysa zaman durdurucu içine koyulan nesneleri dondurmuyor, fişi çekildiğinde çözülecek buzları yok. Bugün öğleden sonra telefonda, -ah anne, benim dilime de senin yüzünden yapıştı, artık telefon mu kaldı- anlık yanıtlayıcıda buzdolabının buzlarının çözüldüğünden bahsettiğinde neyi kast ettiğini önce kavrayamamıştım. Meğer taşınmaya karar vermiş. Eşyalarını toplamış. Bozulmadan tavuğu kızartmalıymış.  Kendi tabaklarımızı ve çatal bıçağımızı getirmemizi söyleyerek bizi yemeğe çağırmıştı.

Taksitleri devam eden robo-kocam mekanik sesiyle annemi yanıtlıyor.

“Çok lezzetli olmuş, Işık Hanım. Sayenizde ilk kez bir tavuk tattım. Kayıtlarıma göre soyları çoktan tükenmiş. Hiçbir klon çiftliğinde üretilmiyor. Bu yıllanmış serveti bizimle paylaşmanız büyük incelik.”

Annem yapmacık bir tebessümle gözlerini Rur’dan kaçırıyor. Zaten onu hiç benimsemedi. İnsanların sadece insanlarla evlendiği basit zamanları özlüyor. Babam geçen yüzyıl Soma asteroidi maden kolonisindeki kazada öldüğünden beri hayatına hiç kimseyi de sokmadı. İstese, çoğu eski kafalı dul gibi babamın dijital bir kopyasıyla yaşamaya devam edebilirdi. Bir seferinde bunu önerdiğimde, “Ama gözleri bana babanınkiler gibi bakamaz ki kızım,” demişti.

Tek kullanımlık tabağa elimdeki plastik çatalı bırakıyorum. Buraya gelirken ışınlanma istasyonu boyunca aklımdan çıkmayan meseleyi artık gündeme getirmem lazım.

“Anne, bu taşınma işi nereden çıktı? Bu gezegen sağlığın için çok faydalı, sen de biliyorsun. Sirius’taki herkes emeklilik günlerini bu deniz dünyasında, Aden’de geçirme hayali kurar. Sense ayrılmak istiyorsun. Üstelik anlık yanıtlayıcıda sormama rağmen nereye yerleşeceğini söylemedin.”

Annem lokmasını yutup bakışlarını yüzüme kilitliyor. Öfkelendiğini hissediyorum. Doğurduğu bedeni geri dönüşüme yollayıp bu sentetik vücudu giymeye başlamamı asla affetmeyecek. “Sana baktığımda kızım yerine o silikon paçavrayı görmeye katlanamıyorum,” diye kaç kez bağırmıştı. O, bedenini hiç değiştirmemişti. Oysa piyasadaki her tipte ve yaştaki bedenden parasının yettiğini seçebilirdi. Vücudunu geri dönüşüme yollarsa teninde kayıtlı hatıralarının da yok olacağına inanıyordu.

“Benimle ilgili şeyleri bu kadar merak ettiğini bilmiyordum, Karay. Madem öğrenmek istiyorsun, söyleyeyim. Terra’ya taşınacağım. Büyük annemin doğduğu anagezegene.”

Yüzünü sadece holoğraflardan bildiğim büyük büyük annem. Terra’daki nükleer iç savaştan kaçıp Sirius Yıldız Sistemine iltica eden sığınmacılar arasındaymış. Bir Siria subayı olan büyük dedemle de onların yolladığı kurtarma uzay gemisinde tanışmışlar. İlk yıldızlararası evlilik… Uzaylılarla doğrudan temas, böylesi bir politik sürgünle başlamıştı.

Bu sefer neden bilmiyorum, ben sinirleniyorum.

“Terra’ya mı? Aklını mı kaçırdın, anne! Orası hâlâ kirli. Her yere bulaşan radyasyonun temizlenmesine daha binlerce yıl var. Terra’ya taşınırsan ancak cihaz desteğiyle soluk alabileceksin. Hatta belki, organik bedenini o nefret ettiğin sentetik kılıflarla değiştirmek zorunda kalacaksın.”

Birden sustum. Annem ilk kez kendi iradesiyle hayatında büyük bir değişiklik istiyor ve ben, şimdiye dek onun her öğüdüne kulaklarını tıkayan, hep hoşlanmadığı şeyleri inadına yapan kızı, onu bu dileğinden vazgeçmeye zorluyorum. Kendi bencilliğimden bir an iğrendim.

“Terra’nın artık bir mezarlık olduğunu biliyorum, tatlım.”

Yumuşayan sesiyle devam ediyor.

“Terra, hiç kimsenin yaşamayı istemediği, herkesin kaçtığı bir enkaz. Bunların hepsi doğru. Fakat ben orayı büyük annemden dinlediğim öykülerden tanıyorum. Bana anlattığı hikâyelerin geçtiği diyarları görmeliyim. Savaştan sonra geriye kaldığı kadarıyla elbette. Eriyen buzullar yüzünden sular altında kalan Kız Kulesi. Çan ve ezan seslerinin göğe beraber yükseldiği Aya Sofya. Eski Paris, Londra, Leningrad… Hepsini merak ediyorum. Hem, Terra’ya gitmeyi istememin önemli bir sebebi daha var.”

Ayağa kalktı. Eski usul paketlediği kolilerden birinin yanına gidiyor. İçinden altın bir diski çıkardı. Kalbine sıkıca bastırıyor.

“Onun dijital kopyası. Öldüğü gün marketten aldığı tavuğun yanında duruyordu. Büyük annem, ne kadar zehirli olsa da ondan geriye kalanları doğduğu topraklara gömmeliyim. Giderken bu diski beraberimde götüreceğim, buzları çözülmeden.”

Rur annemi alkışlıyor: “Bu harika bir fikir, Işık Hanım. Bir yıldızlararası taksi çağırmamı ister misiniz?

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

gezegen astronot uzay

İmkânsıza Yakın | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

O gün, gezegene inişimizin on dördüncü günüydü. Son birkaç gündür yaptığımız gibi örnek toplamaya çıkmıştık. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et