Beki’nin Çocukları | Selin Arapkirli (Kısa Öykü)

“Asıl olan sizin beklentilerinizdir! Beki’yi denediniz mi?”

Adam gözlerini açtı.

Beki… Onu rüyasında mı görmüştü? Hayır, hayır. Onu görmemişti. Görmediğine emindi. Ne zaman adını hatırlasa aklında farklı kadın görüntüleri beliriyordu. Beki’nin onun zihninde yarattığı herhangi bir imaj yoktu. Öyleyse onu görmüş olamazdı. Ama öylesine gerçekti ki… Beki… Ah, Beki… Belki de o, hayalinde yarattığı kadının adıydı. Kim bilir? Belki de deliriyordu.

Yavaşça yatakta doğruldu. Başı ağrıyordu. Gözlerini kısarak yatağın diğer yarısını dolduran kadına baktı. Karısına. Uyuyordu. Her şeyin bembeyaz olduğu – nedenini bilmiyordu ama kıtadaki herkesin dairesi baştan aşağı beyazdı – odadaki tek farklı renkti karısı. Onun rengi kızıldı. Tıpkı batmakta olan güneş gibi, diye düşünürdü adam. Ne zaman böyle düşünse, karısına engel olamadığı hayvani bir içgüdüyle sarılmak isterdi. Ama ona sarıldığında karısının hemen uyanıvereceğini biliyordu. Buysa büyünün bozulması demekti. Çünkü uyandığı zaman beklentileri de uyanacaktı. Ve adam bir süredir, tıpkı bir kâbustan kaçar gibi kaçıyordu bu kelimeden: Beklenti… Karısına yabancılaşıyor olmasının sebebi de bu değil miydi? Karısı uyanır uyanmaz ondan bir şeyler bekleyecekti. Önce biraz sevgi. Sonra kahvaltı. Sonra yine sevgi. Sonra birlikte hava sörfü yapmak. Sonra yine sevgi. Sonra… Sonra belki bir çocuk! Hayır, hayır! Tüm bunları yapmak için ne zamanı ne de isteği vardı. Evet, istemiyordu… Çalışmak da istemiyordu. Tarih kimin umurundaydı ki? Başka bir tarih programcısı bulabilirlerdi. Artık oturup yüzlerce yıl önce yaşanmış saçmalıklar için yazılımlar hazırlamak niyetinde değildi. Bir şey ona gerçeği göstermişti işte; asıl olan onun beklentileriydi. Rüyasındaki mekanik ses de böyle söylemişti. Beki… Ah, Beki… Onun beklentileri yoktu. Buysa onu mükemmel kılıyordu.

Ellerini saçsız başına bastırdı ve gülümseyerek Beki’yi hayal etmeye başladı. Kafasının içindeki mekanik kadın sesi de ona yardımcı oluyordu:

“Asıl olan sizin beklentilerinizdir! Beki’yi denediniz mi?”

Yatağın diğer yarısını dolduran kadın, gözlerini açmış adama bakıyordu. İşte, diye düşündü adam. Benden ne düşündüğümü söylememi bekliyor…

♠♠♠

Adam tam sekiz dakikadır odanın yarısını kaplayan ana monitörün üzerindeki saate bakıyor ve parmaklarını aynı ritimle masanın ucuna vurup duruyordu. Doğrusu bu son sinyal işi canını sıkmaya başlamıştı. Birinci Yönetim Kulesi’ne teknisyen olarak atanacağını öğrendiğinde çok heyecanlanmış, başını kaşıyacak vakti olmayacağını ve kimi zaman aralıksız üç gün çalışacağını düşünmüştü. Şimdiyse tek yaptığı soğuk ve küçük bir stüdyoda oturup gece gündüz aptal bir deneği izlemekti. Üstelik en az onun kadar aptal bir amirin gözetiminde. Ve bu ikisi de onda hiç heyecan uyandırmıyordu.

“Sessiz ol Pinky!” diye bağırdı amiri. Bu şekilde çağrılmaktan nefret ediyor olsa da kendisinden on beş santim uzun olan bu adama “benim adım Pink, amirim” demeye cesaret edemiyordu. Parmaklarını hızla masanın ucundan çekti ve her birinin yerini gözleri kapalıyken bile bulabileceği onlarca butonun üzerinde tıpkı bir ritüeli gerçekleştiriyormuş gibi gezdirmeye başladı. Bir an önce işe başlamak istiyordu.

“Bana onun konumunu göster,” dedi amir. Kocaman parmaklarını sanki görünmez bir sineği kovalıyormuş gibi ana monitöre doğru sallıyordu. Pink başıyla adamı onayladı ve kendisinden bağımsız birer uzantıymış gibi klavye üzerinde hızla gezinen parmaklarıyla, sadece dört saniye sonra ana monitörde bir harita oluşturdu. İşte yine Ege denilen o aptalın sıkıcı evi ve sıkıcı yaşamının içindeydiler.

“İşte, orada,” dedi Pink. Sağ işaret parmağındaki lazer yüzüğünü, ekrandaki evin içinde bir noktaya yöneltmişti. Lazerin kızıl ışığıyla önce evin içindeki adamı sonra da akılsız amirini küle çevirebilmeyi hayal ediyordu.

“Görüyorum,” dedi amir yüzünde keyifli bir gülümsemeyle. “Ne dersin, başlayalım mı?” Pink bu adamı bir türlü anlayamıyordu. Tam on gündür, günde üç kez bu deneğin evine nörotoksik sinyaller yolluyorlardı ve amiri gönderilen her sinyalde aynı heyecanı duyuyor gibiydi. Oysa bu sadece küçük çaplı, basit bir denetleme işlemiydi.

Pink, Üçüncü ve İkinci Yönetim Kulesi’nde de görev almıştı. Yaptıkları şey, kuleler ve elektronik cihazlar arasında frekanslar ayarlamak ve bu frekanslar aracılığıyla insanlara sinyaller halinde komutlar göndermekti. Bu komutlar basit yaşamsal alışkanlıklardan, kıtanın yönetim esaslarına kadar çok çeşitli biçimlerde olabiliyordu. Örneğin; kıtadaki tüm yapılar her şeyiyle beyaz renkte olmalıydı. Böylece kıta daha az ısınıyordu. Bu kuralın uygulanması için Pink ve ekibi, bir hafta boyunca kıtadaki tüm insanlara dairelerini beyaza boyamak istemelerini sağlayacak sinyaller gönderdiler. Pink, yaptığı işin yaşamı kolaylaştırdığını, insanlar arasında huzur ve birlik sağladığını düşünüyordu. Bu şekilde bir yönetim biçiminin, yüzyıl öncesinin saçma sapan yasalarından çok daha akılcı ve uygulamada daha pratik olduğuna inanıyordu. Bu yüzden de işini gerçekten severek yapıyordu. Katlanamadığı tek şey amiriydi. Çünkü onun kulede olmasının tek nedeni duygularıyla hareket eden insanlara duyduğu öfkeydi. Pink, amirinin kendi içinde yaşadığı garip çelişkiye acıyarak gülümsedi; öfke de bir çeşit duygu durumu değil miydi?

Amirin kocaman siyah vücudunun altında zarar vermekten hoşlanan bir çocuk olduğunu düşündü Pink. Küçük ya da büyük fark etmiyordu; önemli olan zarar vermek, bir şeylerin işlerliğini bozup yeniden yapmaktı. Teknik bilgi ya da gereklilik umurunda bile değildi. Bu adamın böylesi ciddi bir birimde nasıl olup da yer edindiğini bir türlü anlayamıyordu. Ama Pink, bu kez onun heyecanına aldırmayacaktı. Sinyal için doğru zamanı o ayarlayacaktı. Bu sıkıcı iş bugün bitmeliydi.

“Hayır, efendim. Şimdi başlamayacağız; daha değil. Lütfen biraz bekleyin. Size bir şey göstermek istiyorum.”

♠♠♠

Karısının gözlerine baktığında, yabancılaşma hissi konusunda yalnız olmadığını düşündü adam. Karısı da ona bir garip bakıyordu artık. Tıpkı mekanik bir kadın gibi; hiçbir şey beklemeyen gözlerle…

Onlara ne olmuştu? Yalnızca üç yıl mı dayanabilmişlerdi? Evet, her ikisi de farklı kültürlerin insanlarıydılar. Ama derinlerde bir yerlerde onları ayıran şeyin farklı toprakların kültürel gelenekleri olmadığını biliyordu adam… Belki de yenik düşmüşlerdi. Artık kimse evli kalamıyordu zaten. Adam, insanların bir çeşit hastalığa tutulduklarına, bunu bir şekilde kendisine de bulaştırmış olabileceklerine inanmaya başlamıştı. Herkes ya toplu halde hareket ediyor ya da birinin başlattığı bir eylem, sudaki halkalar gibi gitgide büyüyerek çevresine yayılıyordu. Boşanmalar, robot bebekler, beyaz daireler, aynı gün alışverişe gitmeler… Kimse bu benzerliği fark edemiyor muydu? Bu hastalık kısmen kendisine de bulaşmış olsa da bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydı adam. Onlar çevrelerindeki insanlar gibi değillerdi. Bunu net olarak görebiliyordu. Bu yüzden de karısından ayrılmayacaktı işte! Bir an önce kendisini rüya doktoruna bağlayacak ve aklındaki şu saçma sapan çağrıyı sildirecekti. Eğer yapabilirse…

Bilgisayarının başına geçti. Eski olması umurunda değildi. Karısı içeride müzik dinlerken bu işi bitirmeliydi. Beki’yi hayal etmekten vazgeçmeli ve her şeye rağmen sevdiği kadınla evli kalmalıydı. Ama ya beklentiler… Adı Ege olan adam, elinde alıcı kabloları ve bilgisayarıyla öylece oturup boş gözlerle beyaz duvarı izlemeye başladı…

♠♠♠

Amir dönüp şaşkın gözlerini teknisyene diktiğinde, Pink’in hareket ederken adeta görünmez olan parmakları çalışmaya başlamıştı bile. Parmakları ani bir komut almış gibi durduğunda amirine baktı ve sol işaret parmağını yavaşça sarı renkli bir düğmeye uzattı. Amir bu düğmenin kadınsal sinyallerle ilgili olduğunu biliyordu. Ama teknisyen o kadar hızlıydı ki onun ne çeşit bir sinyal yazılımı hazırladığını anlayamamıştı.

Bu koca adamın anlamayan bakışları Pink’i iyiden iyiye keyiflendirmişti. Şimdi numarasını yapabilir ve Birinci Yönetim Kulesi Başteknisyeni olabileceğini kanıtlayabilirdi. Böylece Yönetici Ana Makine’yi bir kez olsun yakından görebilirdi. Belki…

“İzleyin amirim,” dedi ve ince uzun parmağıyla sarı düğmeye kibarca dokundu. Dokunmasıyla gözlerini ana monitördeki kuş bakışı ev haritasına dikmesi bir oldu. Denek, çalışma odasında, bilgisayarı ile uğraşıyordu. Pink de amiri de daha haritanın çözünürlüğünü ayarlamadan anlamışlardı bunu. Çünkü deneği tespit edecek olan reseptörler daha harita çizilmeden aşırı elektronik ısıyı algılamışlardı. Bu model bilgisayarlar yeni modeller gibi elektronik ısı tutucularıyla desteklenmiyordu. Yine de bu Pink için son derece iyiydi. Çünkü yüz yıl öncesinden kalmış el bilgisayarlarından sinyal gönderimi, onun için dijital saat yapmak kadar kolaydı ve sadece on saniyesini alacaktı. Oysa çok amaçlı robotlar, soğutucular ya da basit yapılı olsalar da dijital ev gereçleriyle bağlantıya geçmek iki dakikadan daha uzun sürüyordu. Ne var ki insanlar bilgisayarlarını kapattıklarında onları denetim altında tutabilmek için bu küçük gereçler yine de son derece faydalıydılar.

Ana monitördeki deneğin odasına hızla dalan kadının adı Nora’ydı.  Kadın o kadar öfkeliydi ki vücudundan yayılan yüksek ısı monitördeki kadını adeta kırmızıya boyamıştı.

“Pinky?” dedi amir. Yüzünde şaşkınlık ve hoşnutluk karışımı bir ifade hâkimdi. “Sen bu kadına ne yolladın? Onu hiç böyle görmemiştim.” Pink suratına anında yarı ukala bir gülümseme maskesi takıverdi. Bu sırada ana monitörde kıpkırmızı bir kütleden farksız görünen Nora, karşısında duran ve anlamsız gözlerle kendisine bakan Ege’ye bağırıp duruyordu.

“Sadece biraz östrojen çekimi amirim,” dedi Pink. “Zavallı Nora. Az önce odasında müzik dinlerken ondan biraz kadınlık hormonu çaldım.” Pink deli gibi dönüp duran Nora’ya bakıp pis pis sırıttı.

Amirin yüzüne yine o anlamaz bakışlar yerleşmişti. “İyi de bu onu neden öfkelendirdi anlayamadım? Akıllı genlerin hemen eksilen östrojeni tamamlamaları gerekirdi,” dedi çekinerek. Bu yeni teknisyeni işe almakla kendi ayağını kaydırıyor olma olasılığını geçiriyordu aklından. Pink’e gelince, bu adamdan daha zeki olduğuna artık emindi. Ve kendisini Yönetici Ana Makine’nin başında hayal etmekte hiç zorlanmıyordu. Bütün bir insanlığı denetimi altında tutan o yüce makinenin başında!

“Amirim,” dedi Pink bilgece gülümseyerek. “Nora’nın akıllı genleri yok. Bu ikisi genetik değişime ve sinyal absorbsiyonuna karşı, nasıl becerdilerse bağışıklık kazanmışlar. Aslında bunu uzun zamandır düşünüyordum. Madem bu asiler genetik değişimi kabul etmiyor, biz de onları doğal yollarla mekanik hale getiririz dedim, efendim.”

Amir bu kez teknisyeni hayranlıkla seyrediyordu. Hem zeki hem de en az kendisi kadar acımasızdı. “Evet,” dedi hayranlığını gizlemeye çalışıp başaramayarak. “Çok iyi düşünmüşsün Pink. Şu aşk denen aptallık artık ortadan kaldırılmalı. Bu sefiller hala duygularıyla hareket etmeye çalışıyorlar. Peki ya şimdi…”

Pink onu durdurdu. Şimdi hem gerçek adını kazanmış hem de konuşma hakkını ele geçirmişti.

“Şimdi,” dedi sesini kalınlaştırmaya çalışarak. “Beki’miz daha ortaya çıkmadan iyi iş çıkardı sayılır. Ege’nin evlilik konusunda kafası hayli karıştı. Nora’nın da öyle. Nora bugün onu kesinlikle kendisinden nefret ettirecek. Ve ben de tam zamanında Beki’yi yollayacağım.”

Ana monitördeki kadın ve adam birbirlerini hırpalamaya başladılar. Amir keyiflenmiş, koca bir kahkaha patlatmıştı. Pink ise sessizce gülümsüyor ve zaferini seyrediyordu.

“İnsanlar aptallar,” dedi amir. “Hala çocuklar doğurmak, onları sevip okşamak istiyorlar. Dünyayı koşup oynayan çocuklarla doldurmak gibi aptalca hayalleri var. Bunları yok etmeliyiz Pink! Bu dünya…”

Pink yine araya girdi. Artık iki metrelik bu siyahiden zerre kadar korkmuyordu. “Bu dünyada onlara yer yok,” dedi. “Bu dünya artık sadece bir kıtadan ibaret. Ve bu kıtayı ancak Beki’nin çocukları kurtarabilir. İnsan ırkı değil.”

Nora, Ege’ye bir tokat attı ve ağlayarak daireden dışarı çıktı. İşte Pink, tam bu sırada bastı sinyal butonuna…

“Asıl olan sizin beklentilerinizdir! Beki’yi denediniz mi?”

Ege de içinde duyduğu garip dürtüyle kendisini dışarıya atıvermişti. Bir şey onu yönlendiriyordu. Sanki rüyasında duyduğu bir sesti onu yönlendiren. Bilmiyordu. Bir süre bilinçsizce gezindikten sonra yine aynı bilinçsizlikle devasa bir plazaya daldı. Burası kıtanın en büyük alış veriş merkezi olmalıydı. Epey uzun bir ismi vardı alış veriş merkezinin: Biyo-Elektronik Kadın İllustrasyonları… Altında da şöyle bir slogan vardı:

“Asıl olan sizin beklentilerinizdir! Beki’yi denediniz mi?”

Yazar: Selin Arapkirli

1984 yılında doğdu. Biyoloji okurken birden yazar olmak istediğine karar verip son derece keskin bir dönüşle Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Fakat oradan da senarist olarak çıktı. Hala ilk romanını yazamadı ve giderek yaşlanıyor. Fakat ne kadar yaşlanırsa yaşlansın doğduğu yılla, 1984'le hep gurur duyuyor.

İlginizi Çekebilir

Omnis Homo Mendax

Omnis Homo Mendax | İsmail Yamanol (Kısa Öykü)

Kente çöken sessizlik, vahşi hayvanların homurtu ve çığlıklarıyla birleştiğinde son derece ürpertici oluyordu. Mergen’inse hayata …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin