Ah Yalan Dünya | Ruhşen Doğan Nar (Kısa Öykü)

1

Okuldan çıkar çıkmaz, “Hele şükür, ” dedi, “bir hafta daha bitti.” Kravatını çıkarıp, elindeki çantaya tıkıştırdı. Eve gidene kadar, ders kitaplarının arasında kırış kırış olacaktı kravat. Ama bir pranga gibi taşıdığı boyunbağından nihayet kurtulmuştu.

Okulun kapsama alanından uzaklaştıkça, kendini çok daha iyi hissediyordu. Uzun zaman sonra özgürlüğüne kavuşan, kafesinden kurtulmuş bir kuştu sanki.

Genellikle öğrenciler sadece kendilerinin, okulda sinir bozucu ve sıkıcı saatler geçirdiğini zanneder; oysa öğretmenler için de okul, bir tür cehenneme dönüşebilir. Sosyal Bilgiler Öğretmeni Ahmet Yurda için, altı aydır karın tokluğuna çalıştığı bu özel ortaokul, hem hapishane hem de işkencehaneydi.

Dersi olsa da olmasa da, sabah sekiz akşam beş sınırları içinde kalmak zorunda olduğu bir hapishane; her şeyi ben bilirim havasındaki müdür, dedikoducu iş arkadaşları ve laf anlamaz, şımarık öğrencilerden oluşan mükemmel kadrosuyla bir işkencehane.

Sabah sabah 7-C sınıfında yaşadığı saçmalık, aklına gelince eli ayağı titremeye başladı. İkinci ders sırasında Dünya hakkında genelgeçer bir bilgi verirken, “Arkadaşlar, bildiğiniz üzere Dünya yuvarlaktır ve kendi ekseni etrafında dönmektedir,” dediğinde birkaç öğrenci gülmeye başlamıştı.

Böyle bir durumda her öğretmenin yapacağı gibi Ahmet de öğrencilere neden güldüklerini sormuştu. Ama bir özel okulda olduğu için, “Anlatın da biz de gülelim!” diyerek öğrencilere laf sokamamıştı. Aldığı cevap ise akla zarardı:

“Offf, öğretmenim ya! Dünya yuvarlak değil ki düzdür. İnternette bununla ilgili bir sürü kanıt var. Youtube’a bakın, orada istemediğiniz kadar video bulursunuz. Sizin bilgileriniz çok eskimiş yaaa, güncelleme yapın! Eski sürümle nasıl devam ediyorsunuz yaşamaya? Dinozor olmayın lütfen!”

İlk başta öğrencinin, şaka yaptığını zannetmişti. Ama öğrencilerle konu hakkında biraz daha detaylı konuşunca, Dünya’nın düz olduğuna ciddi ciddi inandıklarını anladı. Hem de sınıftaki birkaç öğrenci değil, hemen hemen hepsi aynı görüşteydi. Ahmet’in ilk baştaki şaşkınlığı, öğrencilerin cahil cesareti yüzünden öfkeye dönüşmüştü.

“Olur mu öyle şey? İnternette okuduğunuz her saçmalığa inanmayın, arkadaşlar. Unutmayın, internette yazan her şey doğru değildir ve doğru olmak zorunda da değildir. Dünya düzdür demek, Dünya bir boğanın boynuzları üstündedir demekle aynı şeydir. Bilimden uzaklaşıp, deli saçması komplo teorileriyle de aklınızı bulandırmayın lütfen!” diyerek son noktayı koymuştu. Öğrencilerin bağıra çağıra dillendirdikleri itirazları, eliyle masaya ardı ardına vurarak zorlukla susturabilmişti.

“İnsanlık tekrar Orta Çağ’a mı giriyor yoksa?” diye kara kara düşünüyordu Ahmet, dar bir ara sokağa girerken. Onlarca arabanın, yaya kaldırımlarını işgal ettiği sokağı yarılamıştı ki, arkasından biri “Hey beyefendi!” diye seslendi. Durup arkasına dönmesiyle, çenesine sağlam bir yumruk yemesi bir oldu.

Bir anda dünyası karardı. Gözünü açtığında yerde yatıyordu. Ağzı kan dolmuştu. Kırılmış dişlerini kanla beraber yere tükürdü. Kafasında at maskesi olan, uzun boylu bir adam üzerine eğilmiş bağırıyordu:

“Saçmalık demek ha, deli saçması demek… Seni gidi yalancı seni, seni gidi öğretmen bozuntusu seni! Bi’ daha aynı yalanı kolaysa söyle bakalım! Dünyanın yuvarlak olduğunu okulda bi’ daha söyle de görelim… Bacaklarını kırarım senin! Öküzün boynuzları vardı ya, onları da sana sokarım!”

Maskesini kaldırıp öğretmenin yüzüne bir lama gibi tükürdükten sonra koşarak uzaklaştı saldırgan. Ahmet, kaçan adamın üstündeki siyah tişörtte “Flat World” yazısını okudu ve bilincini kaybetti.

2

Mark Kwait, hafta içi her gün yaptığı gibi, işe gitmeden önce en sevdiği üçüncü nesil kahveciye uğradı ve her zaman oturduğu masaya geçip, Americano’sunu yudumlamaya başladı. Kafein almadan güne başlayamayanlardandı. Kahvenin sert ve yoğun tadı yine muazzamdı. Bir yandan, cep telefonundan dünya haberlerine göz gezdiriyordu. Patlamalar, saldırılar, çatışmalar, skandallar, suçlamalar yine gırla gidiyordu.

Türkiye’de Düz Dünyacıların bir öğretmene saldırdığı haberini okuduğunda acı acı gülümsedi. “Sıra bana ne zaman gelecek acaba?” diye sordu kendi kendisine. Sosyal medya üzerinden saçma sapan mesajlar almadığı bir gün olmuyordu. Kahvesini bitirip dükkândan çıktı. Beş yüz metre uzaklıktaki, modern mimarisiyle göz dolduran, NASA binasına yürümeye başlamıştı ki, bir adam seslendi:

“Günaydın Bay Kwait, bana yardım edebilir misiniz?”

Kendisine seslenen kısa boylu, şişman adamı tanımıyordu. Ama NASA’nın basın danışmanı olduğundan, bu şehirdeki birçok kişi onu iyi tanıyordu. Bu yüzden, şehrin sokaklarında yürürken bazen kendisini bir popstar gibi hissettiği zamanlar oluyordu. Arabasının bagajına orta boy bir kutu yerleştirmek isteyen güneş gözlüklü ve beyzbol şapkalı adam, “Bu kutuyu bagaja taşımamda bana yardımcı olur musunuz lütfen?” diye sordu.

Yardımseverlik damarı kabaran Mark, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle adamın yanına gitti. “Tabii ki,” dedi ve yere eğildi. Birlikte kutuyu tutup kolayca kaldırdılar ve bagaja koydular. “Hiç de ağır değilmiş,” diyen Mark, adamın neden yardım istediğini merak etti. Tam bu sırada, sırtına dayanan bir silah namlusuyla şaşkına döndü. Uzun boylu ve yapılı, siyahi bir adam arkasındaydı:

“Sesini çıkarayım deme ve şu arabaya gir hemen! Sakın yanlış bir hareket yapma, yoksa karnında bir delik açmak zorunda kalırım.”

Şişman adam, sürücü koltuğuna geçerken; Mark ile siyahi adam arabanın arka koltuğuna oturdular. Şişman olan, “Şunu kafana geçir Mark!” diyerek ona göz bandı uzattı. Mark karanlığa mahkum olurken, araba patinaj çekerek oradan uzaklaştı.

Mark, tam bir buçuk saat sonra göz bandından kurtuldu ve tekrar aydınlığa kavuştu. İki adamla birlikte bodrum katta yer alan, küçücük bir odanın içindeydi. Oturduğu sandalyeye elleri ve ayakları sıkıca bağlanmıştı.

Adamlar tripod üstündeki bir kameranın arkasından ona bakıyordu. Arkalarında iki masaüstü bilgisayar vardı. Onlar kamerayı ayarlamakla uğraşırken, Mark etrafına göz gezdirdi. Arkasındaki duvarda, üzerinde büyük, beyaz harflerle “Flat World” yazan siyah bir pankart asılıydı. Otuz, kırk kitaptan oluşan bir kitaplık, sağındaki duvarı süslüyordu. Bunların dışında, odada dikkate değer pek bir şey yoktu. Adamlara baktı tekrar.

Siyahi, “Çekime başlıyoruz, dostum. Senden tek bir isteğimiz var: Sorduğumuz sorulara doğru cevap vereceksin. Bu kadar basit! Yalandan ne kadar çok nefret ettiğimizi tahmin edebilirsin… Kameralar karşısında yalan söylemekte usta olduğunu biliyoruz; ama bu sefer hayatında bir ilke imza atacaksın adamım ve kamera karşısında doğruyu söyleyeceksin. Senin için de yeni bir deneyim olacak. Anlaştık mı, Mark?” dedi.

Ne yapacağını bilmeyen Mark, “Tamam,” dedi ve “doğruları söyleyeceğim,” diye ekledi. Doğruları söylememi istiyorlarsa söylerim, diye düşünüyordu Mark. NASA çalışanının, bu kadar çabuk ikna olması iki adamı epey mutlu etti. İşler tereyağından kıl çeker gibi hallolacak, diye ümit ediyorlardı. Şişman, kameranın kayıt düğmesine bastı. Diğeri ise vakit kaybetmeksizin konuşmaya başladı:

“Sayın seyirciler, şu anda çok ama çok önemli bir programa başlamak üzereyiz. Birazdan duyacaklarınız, eminim aklınızı başınızdan alacak. Sözlerime inanın, bugün kesinkes yer yerinden oynayacak ve herkes bizi konuşuyor olacak. Unutulmayacak bir programa başlıyoruz; çünkü bugünkü konuğumuz, NASA basın sorumlusu Mark Kwait. Hepimizin yakından tanıdığı ve doğrusunu söylemek gerekirse,  pek sevmediğimiz bir kişi. Ama bugün kararınızı değiştireceksiniz. Bugünden sonra, onu çok seveceksiniz; çünkü onunla dünyayı sarsacak bir söyleşi yapacağız. Mark, hazırsan başlayalım!”

“Hazırım,” dedi Mark soğukkanlı bir şekilde. Ne kadar heyecanlı olursa olsun, duygularını saklamakta ustaydı. Bu, yıllarca kameraların karşısında olmanın verdiği bir deneyimdi.

“İlk sorumuz çok basit ancak bir o kadar da önemli: Dünya düz müdür, yoksa yuvarlak mı?”

Mark gülümseyerek, “Dünya tabii ki yuvarlaktır. Bunu sormanıza bile gerek yok. Düz olması gibi bir durum söz konusu bile değil,” dedi.

Şişman, “Şerefsiz!” dedi ve kamerayı durdurdu. Siyahi, bir hışımla Mark’ın yanına gitti. Konuşmadan önce, karnına sağlam bir yumruk indirdi: “Ben sana yalan atmayacaksın, demedim mi lan? Niye hâlâ gerçekleri söylemiyorsun?”

Nefesi kesilen Mark, kısık sesle “Söylediklerim doğru!” diyerek kendisini savundu. Bu kez, ayak bileğine sert bir tekme yedi. “Yalan söylemeyi kes!” diye bağırdı Siyahi.

Yüzü dışında her yerine itinayla yumruk ve tekme yediği, on beş dakikalık ikna seansından sonra, Mark konuşmaya hiç olmadığı kadar hazırdı. Ahlayarak ve oflayarak konuşmaya başladı:

“NASA yalan söylüyor. Kurulduğu ilk günden beri gerçekleri saklayıp, sürekli yalan söyledi… Dünya düzdür, tıpkı bir tepsi gibi dümdüzdür. Yuvarlak falan değildir, asla değildir… Yıllardır insanları kandırıyor NASA. Ve diğer uzay ajansları da… Dünya’nın etrafında, uçsuz bucaksız, buzul dağları var. Henüz kimsenin aşamadığı… Büyük Plan çerçevesinde herkesi kandırıyorlar. Salak yerine koyuyorlar, manipüle ediyorlar… Aslında Dünya evrenin merkezindedir. Dünya, Güneş’in etrafında dönmemektedir… Başka ne söyleyeyim? Ne söylememi istersiniz?”

Şişman, hemen kamera kaydını sonlandırdı ve arkasındaki bilgisayardan kaydın üzerinde çalışmaya başladı. Siyahi, Mark’ın gözlerini tekrar bağlayıp onu kaçırdığı yere bırakırken; Şişman, düzenlenmiş kamera kaydını Düz Dünya sitelerinde, forumlarında ve sosyal medya hesaplarında paylaştı.

Dünyanın dört bir köşesindeki Düz Dünyacılar, NASA basın danışmanının, Dünya’nın düz olduğunu itiraf ettiği videoyu izledi. Bazıları göz yaşlarına engel olamadı. Hepsi videoyu şevkle paylaştı. Video kısa sürede bir virüs gibi internete yayıldı. Birkaç saat içinde bütün dünya, videoyu konuşuyordu.

Sonunda, en sonunda gerçek ortaya çıkmıştı. Büyük yalan, gözler önüne serilmişti. Bundan sonra, kimse onları kandıramayacak ve onlarla dalga geçemeyecekti.

Gerçek, yalanı mağlup etmişti.

3

“Buna nasıl izin verdiniz? Bunu nasıl engelleyemediniz?” diye bağırdı, 200 milyar dolar servete ve dünyanın en büyük beş şirketine sahip X. “On yıllardır, bin bir emekle devam ettirdiğimiz Büyük Planı yerle bir ettiniz. Her şeyi bir çırpıda berbat ettiniz. Yakın zamanda Dünya’dan kaçmak zorunda kalırsak hiç şaşmam.”

Dünyaca ünlü bir gökdelenin en üst katında, bir başınaydı. Gökdelen ona aitti. Özel süitinde öfkeden çıldırıyordu. Eline aldığı her şeyi duvara fırlatıyordu. Bu, çileden çıktığında uyguladığı bir rahatlama yöntemiydi. Ancak bu kez, işe yaramayacağı kesindi. Bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıyaydı.

Telepati yoluyla Düz Dünya’nın dört bir köşesindeki İlluminati liderleriyle iletişim kuruyordu. Kendisi İlluminati’nin başıydı. Ne yazık ki NASA basın danışmanının itirafı, Büyük Planı tehlikeye atmıştı. Her şey tıkırındayken, bir anda tüm işler tepetaklak olmuştu.

İnsanlık tarihindeki en etkili ve en güçlü siyasetçilerden biri olan Y, Başkanlık Sarayından cevap verdi: “Mark çok güvendiğimiz adamlardan biriydi. NASA’da kilit noktadaydı. NASA’nın ekran yüzüydü çünkü. Böyle bir hatayı nasıl yapabildi, aklım almıyor. Gerekirse ölümü göze almalı ama doğruyu söylememeliydi. Bu konuda bir sürü eğitim almıştı. Ne yalan söyleyeyim, şaşırdım. Bu kadar çabuk öteceğini düşünmemiştim. Yeterince Chemtrails yapmadınız mı yoksa?”

“Yapmaz olur muyuz? Bir gün bile aksatmadık. Zehirlemediğimiz kimse kalmadı. Ama anlaşılan, zehrimiz insanlar üzerinde yeterli etkiyi artık gösteremiyor. Yalanlarımız artık yeterince inandırıcı gelmiyor insanlara. Az mı para verdiniz önemli kişilere, kuklalara?” diye sordu yüz milyonlarca müridi olan, dini lider Z.

“Paraya boğduk herkesi,” diye araya girdi X. “Para saçtık desek yeridir. Hepsi boşunaymış. Boşuna semirtmişiz kuklaları.”

Üçü de bir süre sustu. Ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlardı. Z, “Ne yapacağız?” diye sordu. “Acilen harekete geçmeliyiz!”

“Yapacağımız şey belli: Videonun sahte olduğunu insanlara göstereceğiz. Sahte delillerle iddiamızı kanıtlayacağız. Yeterince gücümüz, paramız ve adamımız var. Videonun etkisini ve inandırıcılığını azaltacağız. Elimizdeki tüm gücü seferber edeceğiz. Dört bir yandan karşı saldırıya geçeceğiz,” dedi X.

“Düz Dünyacılar tüm dünyada hiç olmadıkları kadar güçlüler. Bu videodan sonra eminim çok daha güçlenecekler. Elimiz onlara karşı çok zayıfladı. Paramız, gücümüz, kuklalarımız işe yarayacak mı bakalım? Doğrusunu söylemek gerekirse emin değilim. Yine de elimizden geleni ardımıza koymayacağız ve hemen pes etmeyeceğiz. Fakat olağanüstü bir durumda Dünya’dan kaçmayı da aklımızdan çıkarmayalım. Uzay aracımızı hazır hâlde tutalım,” diye fikrini belirtti Y.

“Anlaşıldı!” dedi X. “O zaman harekete geçelim. Herkes bu videoyu gözden düşürmek için elinden geleni yapsın. Tüm gücünü, ilişkilerini, bağlantılarını ve kuklalarını kullansın.”

“Haklısınız,” dedi Z. “Hadi, vakit kaybetmeden başlayalım; Büyük Planın darmadağın olmasına izin vermeyelim!”

Üçü de sürüngen dillerini şaklatarak telepati bağını kesti. Dünyanın dört bir köşesinden eyleme geçtiler. Kontrol ettikleri küresel şirketleri, devletleri, siyasetçileri, bilim insanlarını, dini yapılanmaları ve sözde yardım kuruluşlarını kullanarak, videoyu yerden yere vurmaya başladılar.

4

“Hadi Yunus, kalk kanepeden,” diye bağırdı Aynur, “yatağa geç, yine belin tutulacak bak.”

Salyası nehir olup kanepeye akmış adam, çığlık atarak uykusundan uyandı. Sargıdaki sağ elinin dışıyla salyasını sildi. Ağzını tatlı tatlı şapırdattı.

“Bismillah,” dedi karısı. “Yine kâbus mu gördün?”

Gözlerini ovuşturan kocası, bir an hâlâ rüyada mıyım diye düşündü. Aynur’un korku dolu, geniş, bembeyaz suratını görünce, hepsinin bir rüya olduğu kafasına dank etti. Bir hafta önce, öğretmene attığı dayaktan ötürü diken üstündeydi. Her an polisin, kapısını çalmasından korkuyordu.

“Ne kabusu be, cenneti gördüm cenneti!” diye bağırarak ayağa kalktı. Bir güzel gerindi.

“Allah hayra çevirsin, ne gördün?”

Rüyada gördüklerini hatırlamaya çalışan Yunus, kafasını kaşıdı:

“Valla tam hatırlamıyorum, ama NASA’dan bir yetkili, itirafta bulunuyordu. Birileri tarafından kaçırılıyordu herhalde. Dünya ayağa kalkıyordu. En sonunda da Reptilianlar bir şeyler tartışıyordu. Acayip korkmuşlardı ama. Kaçmayı planlıyorlardı. Planları deşifre olmuştu çünkü.”

İçinden, “Bu adam ne zaman büyüyecek yarabbi?” diye soran Aynur, dışından “Şu YouTube yüzünden kafayı yiyeceksin, bey!” dedi. “Komplo komplo, diye diye kendini Manisa’da bulacaksın.”

Karısının omzuna çimdik atan Düz Dünyacı, “Sen ne anlarsın!” diye bağırdı ve rüyanın devamını görürüm umuduyla çabucak soyunup, kendisini yatağa attı. Fakat rüyasında Manisa’daki tımarhaneye kapatıldığını gördü. Sabaha kadar oradan kaçmaya çalıştı ama bir türlü başarılı olamadı.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin