Cydonia: Mars’ın görüntülenmiş bölgelerinden birinde bulunan, insan suratını andırdığı için “Mars’ın Yüzü” adıyla da bilinen, doğal yollardan oluşmadığına dair spekülasyonlara sebep olmuş yüzey şekilleri.
Sercan Leylek‘in 2012 yılında Hayat Yayınları‘ndan çıkan ilk romanı Cydonia, kitabın isminin ne anlama geldiğini bilenlere hikayenin Mars’la alakalı olacağının sinyallerini veriyor. Roman ilk bakışta üç ayrı zaman ve mekanda üç ayrı karakterin başından geçenleri anlatan kısa öykülerden oluşmuş gibi görünse de, bu üç öykü sonlara doğru zekice bir kurguyla kesişerek bağlanıyor. Özellikle bu noktada yazarın kurgu gücüne hayran olmamak elde değil.
Hikaye ilginç, kurgu kusursuz ama bu kitabı asıl önemli yapan şey, yazıldığı sırada yazarının henüz 25 yaşında oluşu. Bir röportajında kendisinin de dediği üzere “Roman, heyecanlı bir film gibi. Bu eser mutlaka sinemaya aktarılmalı.” Cydonia’yı gelecekte ekranlarda görür müyüz bilinmez ama, sadece bu eseri üzerinden konuşacak olsak bile, hem kurgu yeteneği hem de akıcı anlatımıyla Sercan Leylek edebiyat alanında bilinmeyi hak ediyor.
“Olanları az kişi duydu, gerçeğe bir tek kişi inanıyor…”
Roman, Rafik karakterinin hikayesiyle başlar. Rafik, Lübnan’ın en büyük sanat galerisinde güvenlik görevlisi olarak işe başladıktan kısa süre sonra galerinin vardiya amiri olur. Yeni binayla ilgili tekinsiz söylentileri saymazsak, her şey yolunda gibidir. Oldukça rasyonel bir delikanlı olan Rafik başta bu söylentilere kulak asmaz, ama güvenlik kamerasında bir hayalet gördüğü gün işin rengi değişir. Merak duygusu, en yakınındakileri de kendisiyle birlikte heyecanlı olayların içine çekecektir.
İkinci hikayenin kahramanı, vaktiyle Norveç’te kayak şampiyonu olmuş ancak birkaç yıl önce geçirdiği bir kaza sonucu felç kalmış orta yaşlı Stian‘dır. Doktorlar bitkisel hayatta olduğunu ve bir daha kendine gelemeyeceğini düşünseler de, aslında Stian’ın bilinci açıktır ve mahkum olduğu vücudunda attığı çığlıkları kimseye duyuramamaktadır. Yıllar sonra, beklenmedik bir ses kendisine dost olur ve Stian’a sınır tanımayan yeteneklere sahip yepyeni bir hayat bağışlar.
NASA‘da çalışan hırslı bir astronot olan Sean ise üçüncü hikayenin kahramanıdır ve kurumda gizlice dönen dolapların farkındadır. Mars‘a gönderilecek bir robot projesi için büyük bütçeler ayrılırken, NASA’nın genç astronotları yıllardır eğitim adı altında gereksiz işlerle meşgul edilmektedirler. Mars’taki Cydonia bölgesi uzun zamandır bilinmesine rağmen, bu bölgede bir giriş keşfedildiği sırada Sean, sabrının son demlerini yaşamaktadır.

Özellikle Sean karakterine yoğunlaşılan bölümlerde artık iyice bir bilimkurgu romanı okuduğumuzu hissediyoruz ve birbirinden kopuk gibi görünen bu üç olay örgüsünün nasıl bağlanacağını ciddi ciddi merak eder hale geliyoruz. İşte tam da bu noktada, devreye yazarın hünerli düş gücü giriyor ve The Fountain‘daki gibi ilmek ilmek örülmüş bir kurgunun kucağına düşüyoruz. Anlatımın en güzel yanlarından biri, karakterlerin titizlikle gözlenmiş ve akıcılıkla okura aktarılmış olması. Sanat galerisindeki bir güvenlik görevlisi, Norveçli yatalak eski kayak şampiyonu ve NASA çalışanı hırslı bir astronotun bir romanda yansız bir şekilde betimlenebilmesi için en az üç ayrı bakış açısına ihtiyaç var; Sercan Leylek bunu ustalıkla başarmış. Üstelik ana karakterlere eşlik eden yan karakterler de oldukça net. Kitabın bir diğer güzelliği de aralardaki şiirler ve küçük kıssadan hisselerle okuru yer yer şaşırtması. Öte yandan anlatıma yedirilmiş siyasi mesajlar da yok değil.
Tüm bu yazınsal başarısının yanında kitabın gündeme oturmasını sağlayan bambaşka bir sebep de, 22 Temmuz 2011 tarihinde, Oslo’da 77 kişinin ölümüyle sonuçlanan terörist saldırısıydı. Bu olay tarihe 2011 Norveç Saldırıları olarak geçti. Çok kültürlülük karşıtı ve aşırı sağcı Anders Breivik‘in faili olduğu saldırının, Sercan Leylek’in hikayesiyle yer yer benzerlik göstermesi medyanın da dikkatinden kaçmadı. Bu sayede yazarı bir dönem gizemli müzikler eşliğinde haber bültenlerinden izleme şerefine bile nail olduk.
Eserin yazarı, onca editoryal hataya karşın okunurluğundan bir şey kaybetmeyen romanı için bir açıklamasında şöyle diyor:
“Benim için kitleler tarafından okunmak da, odama çekilip yazı yazmak da eşit öneme sahip. Her ikisini de yapmak zorunda olduğuma inanıyorum. Çünkü reklam yapmadan bir ürünü yayınlamış olmanın karanlık odadaki bir kıza göz kırpmaktan farkı yok.”
Cydonia’yı beğenenler için yazarın Piri Reis ve Nostradamus adlı bir eseri daha olduğunu da belirtelim.
Hazırlayan: Sibel İnce