“İyi yazmanın” ilk şartı, yazdığınız şeyden önce sizin keyif almanızdır. Bu size devam etmek ve önünüze çıkan düşünsel zorlukları aşmak için gerekli motivasyonu sağlayacaktır. Özellikle öyküsünün bir yerinde tıkanıp kalmaktan, elinde başlanıp bitirilememiş çok sayıda öykü birikmesinden şikayetçi olan arkadaşlar, durup düşündüklerinde büyük olasılıkla şunu keşfedeceklerdir: Tıkandıkları yerde kurgu, karakterler, mantık örgüsü ve olay gidişatı, kendilerine hiç de keyif vermeyen bir çehreye bürünmüş, hatta neredeyse ‘görev duygusuyla’ yazılır hale gelmiş olacaktır.
Bu noktaya gelmiş olan yazarımız, bir-iki tekleme ve çabadan sonra iyice sıkılacak ve yazısını çaresizlik duygusu içinde çekmeceye kaldırarak gelecek ilhamlardan medet ummak zorunda kalacaktır.Bu tür yorgunluklar sırf yolun başındaki amatör yazar adaylarının değil, bu işte epey yol almış profesyonellerin bile zaman zaman hızını kesebilir. Ancak neyse ki bu durum göründüğü kadar çıkışsız değildir.
İlk adım, öykünün tıkandığı noktadaki ‘hoşlanılmayan element’lerin neler olduğunu ayrımlamaktır. İncelediğinizde karşınıza genelde, mantık açığına yer bırakmama çabasının adeta görev haline getirdiği tatsız bir sahne veya diyalog çıkar. İkinci olasılık, hiç de o kadar önem vermek istemediğiniz halde gidişatın tutarlılığı uğruna kendini fazla öne çıkarmaya başlayan bir karakterdir. Bizzat sizin kaleminizin yarattığı bir tiplemenin kendine böylesine ‘ite kaka’ yer açması, olayın devamını sizin için gittikçe ‘uğraşmaya değmez’ bir hale sokuyor olabilir. Üçüncü bir olasılık, aklınıza yeterince çekici bulduğunuz bir sahne veya gidişat gelmeyip de kendinizi doğaçlamaya bıraktığınızda ortaya çıkanlardan hoşlanmamış olmanızdır. Hem düşünerek bulduklarınızın, hem de içgüdüsel olarak döktüklerinizin işe yaramaz görünmesi, bir çıkmaz sokak duvarına çattığınıza karar vermenize neden olabilir.
Dördüncü bir olasılık, dilinizin hemen ucundaki bir sözcüğü bir türlü anımsayamamaya benzeyen ifrit edici bir ‘teğet geçme’ duygusudur. Kafanızda pek renkli biçimde oluşan bir sahneyi yazıya geçirirken, o renkleri pekala daha iyi aksettirebileceğinizi sezdiğiniz halde nedense kaleminizden ancak vasata yakın birşeyler çıkabildiği hissine kapılırsınız. Birkaç denemeden sonra kafanızdaki renklerin de solması, sizi şöyle tehlikeli bir çıkarıma götürebilir: “Hayalgücümde canlanan istediği kadar ilgi çekici görünsün, onu yazıya döktüğümde asla beş para etmiyor…” Hemen belirtelim: Bu çıkarıma asla inanmayın, çünkü doğru değildir. (Kendini bu durumda bulan bir yazar adayı için en iyi tedavi, yazmaya ve okumaya tam gaz devam etmektir. Çeşitli edebi eserleri okumak, hatta aradan beğenilenleri tekrar okuyarak ayrıntılarını incelemek, yazarken karşılaşılan zorlukların nasıl aşılacağı konusunda beklenmedik ipuçları sağlayarak yol ve yöntem gelişimine katkıda bulunacaktır.)
Gelelim her dört olasılıktan (veya bunlara benzer diğer olası ara kombinasyonlardan) kurtularak öykünüzü çakıldığı yerden çekip çıkarma yollarına… İkinci adım, bir hedef sahne belirlemektir. Okumayı, izlemeyi, hatta bizzat başınıza gelmesi fikrini herhangi bir nedenle çekici bulacağınız bir sahne tasarlayın. Kafanızda öykünüzün bulunduğu o tıkanık noktadan, saptadığınız hedef sahneye doğru bir yol çizin. Üçüncü adım, çizdiğiniz yoldaki pürüzleri gidermektir. Önce hedef sahnenizi mantık açığında bırakabilecek tüm ayrıntıları yakalayıp temizleyin. Bunun için gerekirse öykünün tamamlanmış yerlerine müdahale ederek, uygun bulduğunuz minimum eklemeleri veya eksiltmeleri yapabilirsiniz. Bu konuda olabildiğince özgürsünüz; ne de olsa öykü sizin, kalem sizin, kurgu sizin. Örneğin sağa sola birkaç yeni paragraf serpiştirebilir veya okura ipucu sağlayacak diyaloglar girebilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken tek şey, söz konusu ekleme ve eksiltmelerin kendini yama gibi belli etmemesi ve yeni mantık gediklerine neden olmamasıdır.
Tarladaki tüm taşları temizledikten sonra, sıra sahnenizi anlatmanın keyfine balıklama dalmaya gelecektir. İşte bu hareket tarzıyla hem bilişsel ve düşünsel yeteneklerinizi, hem de içgüdüsel doğaçlama potansiyelinizi devreye sokmuş ve en uygun karışımı sağlayarak öykünüzü balçıktan kurtarmış olacaksınız. Bu şekilde bir dizi ‘zirve sahnesi’ kurgulayarak arasını beslemek, sizi sonunda bir romana bile götürebilir. Ancak küçük bir uyarıda bulunmadan geçmeyelim: Eğer ‘zevkler ve renklerin’ tartışılmazlığının bir cilvesi olarak hedef sahneniz fazla kanlı, şiddetli, kasvetli veya korkutma/iğrendirme ikilisinin ögelerini bol miktarda içeren bir yapıdaysa, bitirmeyi başardığınız öykünüz bile ancak sizin bu zevkinizi paylaşan okurlarınızca beğenilebilecektir.
Öte yandan, diyelim ki hedef sahnenizin (ve böyle sahnelerden örülü öykünüzün) marjinal zevk sahiplerinden çok, daha evrensel beğenideki okurlara hitap etmesini istiyorsunuz. Belli bir anlatım tekniği tutturmuşsunuz, dilbilgisi ve imla konusunda belli alışkanlıkları yakalamışsınız.. Hangi temayı işleyip hangi anafikri yansıtmak istediğinize karar vermişsiniz.. Hedef sahneleriniz, ara gelişmeleriniz yerli yerinde. Ama ortaya çıkan öykünün bir eksiği olup olmadığından emin değilsiniz.. Zira size yine de bazı şeyleri ‘teğet geçmişsiniz’ gibi geliyor.
Böyle bir durumda ilk göz atılacak şey, düşündüğünüz ana fikri istediğiniz belirginlikte yansıtıp yansıtamadığınızdır. Bunun sağlamasını yapmak için öyküyü evdekilere veya arkadaşlara okutmak her zaman için verimli olmayabilir. Eğer edebiyatla ilgilenen, profesyonel fikir verebilecek birine ulaşamadıysanız, yapılacak en iyi şey kendinize bir-iki hafta zaman tanıyıp öykünüzü kendi gözlerinizle tekrar değerlendirmektir.
Anafikirin yanı sıra kalite-kontrolden geçmesi gereken en önemli öğe, kahramanlarınızdır.
Dikkatinizi dünya sinema ve edebiyat tarihi boyunca beğeni kazanan, izlenen ve ilgi çeken tipleme ve kahramanlara çekelim şimdi. Elbette çok sayıda ve inanılmaz çeşitte örnek mevcut.. Hatta zirveye erişenler arasında, zamanın ve yüzyılın trendlerine göre çok büyük farklar da var.. Ama yine de bazı ortak paydaların kendini aradan hissettirdiğini görebiliyoruz. İkişer göz, birer burun sahibi olmak ve nefes almak kadar ‘eşyanın tabiatından’ kabul edilen (ki bunların bile istisnası olabilir: uzaylılar, korsanlar, vampirler, vs…) özelliklerin yanı sıra, böyle kahramanların pozitife yönelim olarak genellenebilecek bir yönleri olduğu rahatça öne sürülebilir.
Pozitife yönelim kavramını şöyle özetleyebiliriz:
- Kahramanımız iyi ve erdemli özelliklere sahiptir ve böyle kalmak için çaba göstermektedir. Örümcek Adam, Buffy, Blade, Ripley, Harry Potter, Neo (Matrix), Jean Luc Picard, vs.. gibi tiplemeler böyle örneklerdir.
- Kahramanımız yola berbat biri olarak çıkar, ancak öykü seyri boyunca yaşadığı yüzleşmelerde doğru tercihlerde bulunmayı başarır. Vampir Angel, çizgiroman kahramanı Gölge, Zeyna gibi tiplemeler bu türden örneklerdir.
- Kahramanımız yola sorunlu biri olarak çıkar (psikolojik, düşünsel veya fiziksel sorunlar), ancak olayların akışı sırasında belli yüzleşmeler yaşayarak yakaladığı ipuçları sayesinde sorunlarını çözme sürecine girer. Silahşör Roland ve arkadaşları (Stephen King, Kara Kule serisi), Travis Cornel (Dean Koontz, Nöbet), Anakin Skywalker/Darth Vader, artı Wolverine, Rogue, Storm gibi bazı X-Men üyeleri, vs.. örnek gösterilebilir.
- Kahramanımız kendini oldukça ortalama özelliklere sahip, sıradan biri olarak tanımaktadır. Ancak karşılaştığı olaylar sırasında kendisini de şaşırtan tepkiler gösterir, kendi dahil kimsenin ondan beklemediği ani çıkışlarla sorun çözümlerine yönelir. Bilbo Baggins, Elijah Baley (Isaac Asimov, Robot Romanları serisi), Marty McFly (Geleceğe Dönüş serisi), vs.. bu türden örneklerdir.
Pozitife yönelim kavramı, iyiye gidiş ve umut vadetme atmosferi taşıyarak öyküye hayat verir. En kasvetli Edgar Allan Poe öykülerinde bile mutlaka pozitif yönelimli bir kahraman veya zerre kadar da olsa umut vadeden olay akışı yer alır.
Kahramanlarının veya olay akışlarının hiçbir pozitife yönelim belirtisi sergilemediği bir öykü, en iyi olasılıkla fazlasıyla marjinal kalacak ve ancak arabesk (veya sıradışılık arayışını aşırıya kaçırmış) okura veya yazara hitap edebilecektir. Bu tür okur genelde ya gerçekçiliği kötümserlikle karıştırmakta ve kendini ancak kapkara kasvete boğulduğunda evinde hissedebilmektedir ya da fazla iyilik ve erdem arayışının sıkıcı olduğuna karar vermiş ve renkli bir alternatif aramaya girişerek ‘gücün Karanlık tarafını çekici bulanlar’ kulübüne katılmıştır…
Ancak ne yazık ki negatif yönelimli, yani herkesin yerinde saydığı veya kötüye gittiği kurgular, okuruna uyarı amacıyla parmak sallayan ibret öyküsü formatında bile olsalar, ‘bir şeyleri fena halde teğet geçmeye’ daima mahkumdurlar.
Sonuç olarak toparlamamız gerekirse,
- Yarım kalmış öykülerinizi bitirmenin en iyi yolu, olayı içinde yüzmekten hoşlanacağınız sulara çekmektir.
- İyi bir öykü yazdığınızdan emin olmanın en iyi yolu ise, içine pozitif yönelimli karakterler ve olay gidişatları serpiştirmek ve bunların elle tutulur bir anafikir yansıtmasını sağlamaktır.
Üretimin engin sularında, keyifli yüzme deneyimlerinde buluşmak üzere…
Hazırlayan: Özlem Kurdoğlu