41- Tanrıların Tohumu (The Food of the Gods) / H.G. Wells
H. G. Wells, bilimkurgunun atası, türe adını altın harflerle yazdırmış en büyük yazarlardan. Zaman Makinesi, Görünmez Adam, Doktor Moreau’nun Adası ve Dünyalar Savaşı gibi eserleri ve düşünceleriyle âdeta zamanın ötesinden gelen bir yazar olan Wells, Tanrıların Tohumu’nda ters giden bilimsel gelişmelerin, kırılgan bir ırk olan insanlığı nasıl yıkıma sürükleyeceğini anlatıyor.
Sevimsiz oldukları söylenebilecek iki bilim insanı Profesör Redwood ve Bay Bensington gözden uzakta çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bu sırada keşfettikleri Herakleophorbia, namı diğer Devtohumu ile insan evrimindeki en büyük gelişmenin altına imza attılar. Bu tohum sayesinde daha zeki, daha güçlü süper insanlar geliştirilebilecekti.
Ancak göz ardı ettikleri bir şey vardı: Bilim, insanlığa boyun eğmeyecekti. Bu icat sayesinde insanlar ve hayvanlar kontrolün ötesinde büyüyecek, bu besini tüketen devler ile normal toplum arasına sınırlar çekilecek ve bu farklılığın getirdiği kaos, insanlığı yavaş yavaş ele geçirecekti.
Wells’in 1904 yılında, yani genetiği değiştirilmiş besinlerin tüketilmeye başlamasından uzun yıllar önce yazdığı Tanrıların Tohumu, bilimkurgunun günümüz biliminin dahi kafa yorduğu konulara değinen gizli hazinelerinden biri.
42- Andromeda Nebulası (Andromeda: A Space-Age Tale) / Ivan Yefremov
“Ivan Yefremov, modern bilimkurgunun nasıl yazılması gerektiğini gösterip Sovyet bilimkurgusunun altın çağını başlattı.” –Boris Strugatski
Aynı zamanda bir biliminsanı olan Ivan Yefremov, Sovyet Rusya’da bilimkurgu edebiyatının öncülerinden biri. Başta Strugatski Kardeşler olmak üzere birçok Sovyet yazara ilham veren ve onlara yol gösteren belki de en önemli yazar. Andromeda Nebulası da sosyal içeriği ve Yefremov’un sahip olduğu bilimsel bakış açısıyla ilk modern Sovyet bilimkurgusu olarak kabul ediliyor.
Kimsenin aç kalmadığı, fakirliğin yok olduğu, sınıf ayrımının ortadan kalktığı, insanların potansiyellerinin zirvelerine ulaşmak için tüm imkânlara sahip oldukları klasik bir komünist ütopya anlatısı Andromeda Nebulası. Zamanın bilimsel gelişmelerini sonuna kadar kullanmakla kalmayıp geleceğin toplumları hakkında çağdaşı bilimkurguların ötesinde şeyler söylemeyi de beceren, bunu yaparken macera dolu bir hikâye anlatmayı ihmal etmeyen bir kitap.
43- Yakın (Kindred) / Octavia E. Butler
1976 yılında Dana, yazar olma hayalleri kuruyordu. 1815’te ise bir köle olduğu varsayılıyordu.
Yalnızca kaleminin kuvveti değil aynı zamanda muhalif duruşu, hiyerarşiye baş kaldırması, ırk ve cinsiyet eşitsizliğine karşı tepkisiyle de döneminin en mühim yazarlarından biri olan tarihteki ilk kadın siyahi bilimkurgu yazarı Octavia E. Butler, hem bilimkurguda hem de Afroamerikan edebiyatında bir dönüm noktası. Sadece tür içerisinde değil, modern edebiyat okurları arasında ve hatta akademide dahi çok önemli bir yer tutan Yakın ise zaman yolculuğunun, fantazinin ve tarihi kurgunun iç içe geçtiği türler ötesi bir roman.
26. doğum gününde Dana ve eşi Kevin yeni evlerine yerleşmeye çalışıyordu ama o sırada Dana’nın midesi bulanmaya ve başı dönmeye başladı. Baş dönmesi geçtiğinde kendini yeşilliklerin arasında, bir nehrin kıyısında buldu. İşte o nehirde boğulmak üzere olan küçük Rufus’u kurtardığında pek çok zaman yolculuğunun ve hayati tehlikelerin ilkinin başladığını bilmiyordu. Dana köleliğin en sert dönemlerinin yaşandığı Maryland’e istemsizce yaptığı her zaman yolculuğunda hem kendisi hem Rufus hem kan bağı hem de kölelik hakkında çok daha fazlasını şey öğrenecekti.
44- Kumsalda (On the Beach) / Nevil Shute
Döneminin en çok okunan yazarlarından Nevil Shute’un iki dünya savaşını da gören bir uçak mühendisi olduğunu bilince, edebiyatındaki, mesleğini seven, çalışkan, iyi niyetli ama dünyanın korkunçluğuyla karşı karşıya kalan çaresiz karakterlerini daha iyi anlayabiliyoruz. Ancak Nevil Shute sadece karamsar değildi, mühendisliğin, bilimin insan hayatını nasıl daha iyiye götürebileceğini de düşünen bir yazardı. Yayımlandığı zamanın korkularını açıkça görebileceğimiz Kumsalda, günümüzde de kendini unutturmayan “büyük savaş” endişesini ve bu savaşın kazananı olmayacağını anlatıyor.
Dünyadaki son nesil. Üçüncü Dünya Savaşı’nın masum kurbanları. Gittikçe yaklaşan radyoaktif bulut. Medeniyetin son günleri.Avustralya’ya sığınan Amerikan denizaltısı Scorpion’ın kaptanı Dwight Towers, eşiyle çocuklarının hala yaşadığına inanmak istiyordu. Yeni istihbarat subayı Peter Holmes ise kaçınılmaz sonu ailesiyle nasıl karşılayacağını düşünüyordu. Hayatını çalışarak, birçok arzusunu gerçekleştirmeye cesaret edemeden geçiren bilim insanı John Osborne ise kalan zamanını elinden geldiğince güzel geçirmeye kararlıydı.
Sonra bir umut: Seattle yakınlarından gelen bir sinyal. Belki de hayatta kalan birileri daha vardı. Son bir göreve çıkan bu adamlar ne olursa olsun pes etmeden kıyametle yüzleşeceklerdi.
45- Kızıl Mars (Red Mars) / Kim Stanley Robinson
Kim Stanley Robinson, günümüz bilimkurgusunun en büyük ustalarından biri. Özellikle uzay üzerine yazdığı romanlarla 90’lardan beri türün gelişimine katkıda bulunan yazarların en önde gelenlerinden. Dünyalaştırma ve kolonileşmeye bakış açımızı değiştiren Kızıl Mars ise hem bilimsel hem siyasi hem de sosyolojik açıdan şimdiye dek yazılmış en gerçekçi bilimkurgu romanlarının başında geliyor. İnsanlık artık Mars’ta; önce bir, sonra yüz ve giderek on binlerce insan… Şehirler kuruyor, tüneller kazıyor, sadece kraterlerden ve kayalıklardan ibaret görünen gezegeni kendi suretlerinde değiştiriyorlar. Ama cansız yüzeyini kazıdıkça Mars onları giderek daha fazla kendine bağlıyor, âşık ediyor.
En başından beri tüm kızıllığıyla bir hedef, amaç olarak beliren Mars eskiden bir güçtü, şimdiyse bir mekân: Amerika ve Rusya için yeni bir hegemonya alanı, Araplar için toplumsal baskıdan kaçış, İsviçreliler için bakir bir doğa ve üçüncü dünya için nüfuslarını aktaracakları bir koloni. Yine de akıllarda kalan bir soru var: Yeni yuvaya eskisinin sorunları da mı götürülecek, yoksa bu gezegen kendi fırsatlarını ve sorunlarını dayatarak yeni bir topluma mı can verecek? Mars’a gelenler için Dünya yalnızca geride bırakılmış bir yuva olarak mı kalacak, yoksa Kızıl Gezegen’in kaderinde yeni bir Dünya olmak mı var?
46- Postacı (The Postman) / David Brin
Postacı, alternatif bakış açılarını benimsemede usta bir bilimkurgu yazarı olan David Brin’in erken dönem eserlerinden biri ve bir bakıma döneminin kasvetli gelecek düşüncelerine cevabı. Kendi sözleriyle, “…ne kadar çok şeyi fazlaca önemsemeden varsaydığımızın, bugün bizi birbirimize bağlayan o küçük lütufların eksikliğini ne kadar çok çekeceğimizin hikâyesidir.”
Bazı yalanlar, gerçeğe dönüşmeye ya da onu kendilerince değiştirmeye eğilimlidir. İyi bir kurgu, hakkı verilmiş bir rol gerçeğe baskın çıkma potansiyeli barındırır. Kıyametsavaşı ertesinde umut, işte bu tür yalanlardan biriydi.
Uygarlığımız her an çökebilir. Hükümet, ordu dağılabilir. Öyle ki sanayi dünyası tek bir makinenin dahi çalışmadığı, giderek yabanileşen insanların yalıtılmış kasabalarda tıkılıp kaldığı ve kıtaların boylu boyunca kanunsuz topraklar halinde uzandığı bir cehenneme dönüşebilir. Ama umut; baştan başlamanın, arınmanın umudu bütün nükleer savaşlardan, toplu yıkımdan ve yalıtılmışlıktan sağ çıkmaya muktedir.
47- Biz (My) / Yevgeniy İvanoviç Zamyatin
Yevgeni Zamyatin ütopyaların nasıl tepetaklak olabileceğini fark eden belki de ilk yazar. Orwell, Huxley, Le Guin ve daha birçoğuna ütopyaya farklı, ters bir açıdan bakma ilhamını veren Biz ise “distopya” kelimesinin altını dolduran ve onca yıl sonra bile hakkını vermeye devam eden bir şaheser.
Yaşamın bitmez tükenmez kaosunun dizginlendiği bir gelecek… Bu gelecekte ne özgürlük ne demokrasi ne de birey; sadece matematik ve mantığın hükümranlığı geçerli. Mahremiyetlerini ve cezalandırılma hakkı dışındaki bütün haklarını Tek Devlet ve onun sureti Velinimet’in demir eline teslim eden insanlar ise sadece birer Numara’dan ibaret.Hem numaraların kutsal kitap yerine koydukları Saat Tableti’ne göre yaşadığı bu mutlak iktidarın hem de son devrimin diğer gezegenlere müjdelenmesi için camdan bir uzay aracı inşa edilir. İntegral adındaki bu aracın başmühendisi D-503, öteki gezegenlerdeki ilkel okurlarına Tek Devlet’i anlatmak üzere bir günlük tutmaya başlar.
Hayal gücü denen bir hastalıktan mustarip olduğunu düşünen D-503, kusursuz bildiği denklemde bazı hatalar, mutlak devrimde bazı eksiklikler fark eder. Bu hastalıktan kurtulmaya çalıştıkça inancını da kaybetmeye başlar.
48- Phlebas’ı Hatırla (Consider Phlebas) / Iain M. Banks
Hem spekülatif kurgu hem de ana akım edebiyat sahasında eserler veren Iain M. Banks, ütopyacı bilimkurguyu Kültür Serisi kitaplarıyla devasa bir oyun sahnesine taşısa da ideolojilerle ilgili derdini, tarihsel bakış açısını asla kaybetmedi. Her ne kadar kariyerindeki ilk büyük çıkışını 1984 yılında yayımlanan Eşekarısı Fabrikası adlı kitabıyla yakalasa da döneminin en önemli yazarlarından biri olmasını sağlayan eserleri bilimkurgularıydı. Phlebas’ı Hatırla ile başlayan Kültür Serisi ise birçoklarınca sadece uzay operasının değil bilimkurgunun en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilir.
Savaş galaksiye yayılmıştı. Kayıp milyarlarcaydı. Uydular, gezegenler, yıldızlar mahvoluşun eşiğindeydi. Hepsinin ardında ise tarihin başlangıcından beri birbiriyle kavgası devam eden fikirler vardı. İdirliler inançları için savaşıyorlardı; Kültür ise varoluş hakkını korumak için. Bu savaş prensiplerin savaşıydı. Teslim olmak söz konusu olamazdı.
Bu kozmik çatışmanın ortasında kalan ve bir Değişçin olan Horza ise belki de hayatının görevindeydi. Terk edilmiş bir Ölü Gezegeninin labirentlerinde, kaçak bir Zihin saklanıyordu. İdirliler de Kültür de sofistike bir yapay zekâ birimi olan Zihin’in peşindeydi. Horza makineler ve insanlardan oluşan bir mürettebatla o Zihin’i bulmak zorundaydı. Onun ve milyarların hayatı buna bağlıydı. Tek bir kişi koca bir galaksinin seyrini değiştirebilecek miydi?
Phlebas’ı Hatırla, cevabı kolay olmayan soruların kitabı.
49- Leibowitz İçin Bir İlahi (A Canticle for Leibowitz) / Walter M. Miller, JR.
Walter M. Miller, Jr., sadece bilimkurgunun değil, tüm edebiyat tarihinin en sıradışı yazarlarından biri. Kariyerine bir öykücü olarak başlayan yazar, bir başyapıt olan ilk romanını yayımladıktan sonra yazarlığı bıraktı. Bu ilk roman, yani Leibowitz İçin Bir İlahi ise, pek çoklarınca bilimkurgunun en iyi romanı kabul edilmekle birlikte, kitabın tür içerisinde yazılmış en iyi ilk roman olduğu neredeyse kesin.
Nükleer savaş sonrasında dünyadaki yaşam neredeyse yok olmuştur. Ama nükleer savaşa giden yolda medeniyet halihazırda çökmeye başlamış, cehalet evrensel hale gelmiş ve kitaplar yakılmış, hatta okuma yazma bilenler öldürülmüştür.
Savaştan sağ kurtulan ve bu düzene karşı duran elektrik mühendisi Isaac Edward Leibowitz ise kitapları saklayarak, onları çoğaltarak ve ezberleyerek medeniyeti kurtarmayı amaçlamaktadır. Bu idealizmi sayesinde müritler edinen Leibowitz’in peşinden giden kardeşliği de onun kurtarabildiği bu bilgileri her ne olursa olsun korumaya yemin etmiştir. Bu olay üzerinden geçen yaklaşık 1800 yıllık bir süreçte hem dünya hem de Leibowitz’in mirası büyük değişimler geçirecek ama her şey bir o kadar da aynı kalacaktır.
50- İşkencecinin Gölgesi (The Shadow of the Torturer) / Gene Wolfe
Bilimkurgunun Melville’i olarak bilinen Gene Wolfe, spekülatif edebiyatın sınırlarını zorlayan, fantaziden bilim ve bilimden de fantazi çıkarmayı başaran, türün her alanında eşit muazzamlıkta eserler veren ender yazarlardan biri. Wolfe’un başyapıtı, türün de en önemli serilerinden olan Yeni Güneş Kitabı ise hem bilimkurgunun hem de fantastiğin zirve noktalarından olmakla birlikte başlı başına bir edebiyat fenomeni.
Günümüzden yüz binlerce yıl sonrası. Ancak öyle bir gelecek ki geçmişten farkı yok. Bugüne ait kültür ve olaylar artık bir anı bile değil. Gezegen, beklenmedik ve gizemli biçimlerde değişimler geçirmiş. Güneş’in ömrünün sonu gelmiş, sönmekte.
Serinin ilk kitabı İşkencecinin Gölgesi’nde, artık Urth adıyla bilinen gezegende, İşkenceciler Loncası’nın bir çırağıyken kurbanına merhamet ederek mesleki günahların en büyüğünü işleyen genç Severian’ın sürgüne gönderilmesi, destansı hikâyesinin sadece başlangıcıydı.
Büyünün ve bilimin iç içe geçtiği ve artık birbirinden ayrılamadığı bu gizemlerle dolu yolculukta tarih ile gelecek, yalan ile gerçek birbirine karışırken değişmeyen, değişmediğini iddia eden tek kişi ise kusursuz hafızasıyla ve kadim kılıcı Terminus Est’le Severian olacaktır.
51- Dünya’ya Düşen Adam (The Man Who Fell to Earth) / Walter Tevis
Walter Tevis, bilimkurgunun özünü çok iyi kavramış, çağının hem en asi hem de en yumuşak başlı yazarlarından biri. Yönetmen Nicolas Roeg’un 1976 yılında çektiği ve David Bowie’nin Newton karakterine hayat verdiği film uyarlaması, bilimkurgu sinemasının kült yapıtlarından biri olan Dünya’ya Düşen Adam ise yazarın en ünlü ve en düşünsel eseri.
Thomas Jerome Newton, halkının Dünyalılardan çok daha zeki olduğu Anthea adlı gezegenden kırık dökük bir uzay aracıyla Yerküre’ye gelen insansı bir uzaylıdır. Gezegeni nükleer savaş yüzünden yaşanmaz hale gelen Newton’ın amacı Dünya’da inşa edeceği uzay gemisiyle evine dönüp oradaki insanları yeni gezegenine taşımaktır.
Anthea’dan getirdiği yüksek teknoloji sayesinde servet yapıp işe koyulan Newton’ın bir uzaylı olduğundan halihazırda şüphelenen kimya profesörü Nathan Bryce’ın ilgisini, Newton’ın şirketinin piyasaya sürdüğü yeni ürünler daha da çok çekmeye başlar.
Ancak Dünya’da geçirdiği yıllar boyunca yavaş yavaş oranın canlılarına benzeyen Newton’ın amacına yönelik büyük tehlike ne Bryce ne de işin peşine düşen FBI’dır. Bu sıra dışı uzaylının tek bir düşmanı vardır: İnsanlaşmak.
Dünya’ya Düşen Adam, insan olmayanın içindeki insana bakış.
Ken MacLeod’un sonsözüyle…
52- Uzlaştırıcının Pençesi (Claw of the Conciliator) / Gene Wolfe
Bilimkurgunun Melville’i olarak bilinen Gene Wolfe, spekülatif edebiyatın sınırlarını zorlayan, fantaziden bilim ve bilimden de fantazi çıkarmayı başaran, türün her alanında eşit muazzamlıkta eserler veren ender yazarlardan biri. Wolfe’un dilin ve türün imkânlarını sonuna kadar kullandığı, bilimkurgunun Ulysess’i olarak da anılan Yeni Güneş Kitabı’nın ikinci cildi Uzlaştırıcının Pençesi de en az ilki kadar esrarengiz.
Günümüzden yüz binlerce yıl sonrası. Ancak öyle bir gelecek ki geçmişten farkı yok. Bugüne ait kültür ve olaylar artık bir anı bile değil. Gezegen, beklenmedik ve gizemli biçimlerde değişimler geçirmiş. Güneş’in ömrünün sonu gelmiş, sönmekte.
İşkenceci Severian’ın, sürgün edildiği Thrax şehrine yolculuğu devam ediyor. Severian’ın yanında, kadim bir nesne de var artık. Kimi zaman iyileştiren, kimi zaman sadece cılız bir ışık yayan Pençe.
Severian kılıcı Terminus Est kadar keskin bir çizginin üzerinde kaderini anlamaya çalışırken, sadakatini isteyen kuvvetlerin arasından is karası peleriniyle geçip gidecek. Önüne maymunsu canlılar çıkacak, sonunda bir başkasının hatıralarını tükettiği bir ayine katılacak ve başka âlemleri gösteren bir kitap konacak önüne. Güneş elbet bir gün ölecek. Ve Yeni Güneş elbet bir gün doğacak.
Uzlaştırıcının Pençesi, açığa çıkardığı kadar saklayan ışığın kitabı.
53- Kallokain (Kallocain) / Karin Boye
Bir şair de olan Karin Boye hayatının son dönemini II. Dünya Savaşı’nın gölgesinde yaşadı. İşgal tehdidi altındaki ülkesi İsveç’te sansür, korku ve güvensizlik cenderesinde bir umut ışığı niyetine dünya edebiyatına bu distopyayı armağan etti. İnsan zihninin derinliklerine dair, totaliter gerçekliğe karşı ilaç olarak gördüğü bireyin savunusu olan Kallokain, Boye’nin son ve en önemli eseridir.
Cesur Yeni Dünya ile 1984 arasında bir tarihte kaleme alınan Kallokain’de sorun gerçekliktir. Dünyadevlet de diğer bütün devletler gibi halkı üzerinde tam bir egemenlik kurmuş, insanlara kendi gerçekliğini dayatmıştır. Askeri bir hiyerarşi üzerinde yükselen bu mekanizmada en büyük gurur ise, silah arkadaşlarına layık biri olarak hainliğe karşı en yakınından bile kuşkulanmaktır.
İyi bir silah arkadaşı olma amacındaki Leo Kall, insanları bildiklerini söylemeye mecbur bırakan bir ilaç geliştirir. Artık kimse hiçbir şey saklayamayacak, her yerde görev başında olan polis gözleri ve polis kulaklarına rağmen ihanet içinde olan hainler daha eyleme geçemeden birer birer ortaya çıkarılacaktır. Böylece kolektif kurumlar asosyal yatkınlıkların gizlendiği bütün köşeleri fethedecek ve devletin yüce birliği tamamlanacaktır.
Ancak Leo Kall gerçekleri söylemeye mecbur ettiği insanlardan duyduklarıyla başka türlü bir birliğin mümkün olabileceğine ve gücüyle, insanın içindeki bütün ölü kalıntıları iyileştirebileceğine dair bir şüpheye kapılır. Kallokain, gerçekliğin acı ilacı.
Hakan Bıçakcı’nın sunumuyla…
54- Kent (City) / Clifford D. Simak
Onu diğer birçok bilimkurgu yazarından ayıran pastoral, nazik bir üsluba sahip olan Clifford D. Simak, bilimkurgunun altın çağının ürettiği ilk üstatlardan biri. Simak’ın en şöhretli kitaplarından olan ve birbirine bağlı öykülerden oluşan Kent ise yazarın fikir dünyasını en kapsamlı şekilde ortaya koyan eseri.
Milyonlarca yıl gelecekte, Köpek toplumu, İnsan denen mitolojik bir yaratık hakkındaki öykülere sahiptir. Köpekler, robot hizmetkârlarıyla beraber doğayla iç içe, barışçıl bir hayat sürmektedir. Kent ve savaş gibi şeyleri akla hayale sığmaz kavramlar olarak görürler. İnsanlar, birer masal kahramanıdır onlar için.
Ucuz atom enerjisi yaygınlaşmış, topraksız tarım geleneksel tarımın yerini almış, herkesin sahip olabileceği kişisel helikopter ve uçaklar sayesinde uzak mesafe diye bir şey kalmamıştır. İnsanların toplu halde yaşamasını gerektiren tüm unsurlar ortadan kalktığından kentler boşalmaya başlamıştır.
Önündeki engelleri bir bir yıkan İnsanlık, yeni ufuklara açılmaya hazırdır artık. Tüm bu gelişmelerin merkezinde ise insanlık tarihinde kilit bir rol oynayacak Webster ailesi bulunmaktadır. Webster ailesinin bireylerinin hikâyeleri, çok uzun bir zaman boyunca anlatılmaya devam edecektir.
Kent, geleceğin efsanelere dönüşmüş hali.
55- Tanrının Gözündeki Zerre (The Mote in God’s Eye) / Larry Niven & Jerry Pournelle
Larry Niven ile Jerry Pournelle bilimkurgu edebiyatının en sıradışı ikililerinden. Her iki yazarın da başyapıtı olarak gösterilen Tanrı’nın Gözündeki Zerre ise uzaylıyla ilk temas üzerine yazılan ve uzay operasını kökten değiştiren, çığır açıcı bir eser.
Dünya’dan altı yüz ışık yılı uzakta, gezegenimizden bakınca Samanyolu’nun güney kısmında isimlerinin hakkını veren bir bulutsu gezinir: Kömür Çuvalı Bulutsusu ya da diğer ismiyle Kapüşonlu Adam. Ve bu “adam”ın karanlığın ortasındaki zifiri boşluğunda başka kimseye ait olamayacak kadar parlak bir güneş ışıldar: Tanrı’nın Gözü. Oradadır hep, milyarlarca yıldır sonsuz kâinatı seyreder.
3017 yılında Göz’den insanlara doğru yaklaşan bir nesne tespit edildiğinde insanlık, Dünya’dan çıkıp birçok başka gezegene yayılmış, bir dizi yıkım savaşını atlatmış ve ikinci bir galaktik imparatorluk kurmuştu. Ama imparatorluk asilerle ve yeni gezegenlere yayılmanın sıkıntılarıyla uğraşıyordu.
Neyse ki ışık yıllarını hızla aşmalarını sağlayan Alderson Sürücüsü ve gemileri bir yıldızın kalbindeyken dahi koruyabilen Langston Kalkanı gibi teknoloji ürünlerine sahiptiler. Yalnız henüz başka bir bilinçli varlıkla karşılaşmamışlardı. İşte Deli Edi, insanlığı tam da bu haldeyken yakaladı.
Tanrı’nın Gözündeki Zerre, insanlığa göz kırpan, aynadaki yansıma…
56- Ben- Efsane (I am Legend) / Richard Matheson
Richard Matheson korku, gerilim, fantastik ve bilimkurgu türlerinin en üretken ve en yaratıcı isimlerinden, yalnızca edebiyatta değil sinemada da ardılı sanatçıları hatırı sayılır derecede etkilemiş bir usta. Ben, Efsane ise bilimkurguyla korkuyu harmanlayarak insanlığın batıl inançlarına mikroskopla bakan, yazarın en bilindik ve en düşünsel eseri.
Robert Neville dünyada kalan son insandı… ama yalnız değildi. Toz fırtınasıyla birlikte hızla yayılan bir salgın tüm insanları gece yaşayan kan emici birer yaratığa dönüştürmüştü. Bu salgından etkilenmeyen Neville ise gündüzleri vampirleri avlıyor, gece olup da yaratıklar ortaya çıkınca korunaklı evinde saklanarak hayatta kalmaya çalışıyordu.
Vampirizme neden olan mikrobu araştırarak durumu tersine çevirmeyi, hâlâ tam olarak dönüşmeyen insanları kurtarmayı amaçlayan Neville bir yandan paranoya, umutsuzluk ve yalnızlıkla mücadele ederken hayatta kalan tek insanın kendisi olmadığını öğrendiğinde geleceği tahmin edemeyeceği bir yola sapacaktı.
Vampirizm bir mit mi yoksa bilimle çözülebilecek bir hastalık mı? Bir hastalıksa tedavisi mümkün mü?
Ben, Efsane, insanın mitleşme hikâyesi…
57- Dune Sapkınları (Heretics of Dune) / Frank Herbert
Frank Herbert, deneylerden çok deneysel yaklaşımların had safhaya ulaştığı, tür içerisindeki “iyi edebiyat iyi edebiyattır”cıları bir araya getiren yeni dalga bilimkurgu akımının en önemli temsilcilerinden. Türün tüm olanaklarını, suyunu çıkarana kadar kullandığı Dune serisinin beşinci kitabı Dune Sapkınları, inanç ve inançsızlık arasındaki çizgiyi soluklaştıran, epik serinin sonuna bir kala taşları yerinden oynatan bir eser.
Tanrı İmparator II. Leto’nun üç bin beş yüz yıla yakın süren hükümdarlığının son bulmasının üstünden bin beş yüz yıl geçti. Altın Yol için yaptığı bu fedakârlıktan sonra insanlar II. Leto’nun “gerçekten de” ölüp ölmediğinden hâlâ emin değillerdi ve İmparatorluk harap olsa da Altın Yol’u sıkı sıkıya takip etmeye devam edeceklerdi.
Büyük Saçılma sonucu milyonlarca insan parçalanan medeniyeti terk ederek uzayın bilinmeyen köşelerine dağılmışlardı. Artık Rakis denen Arrakis yine çölleşmişti ve kum solucanları ölmekteydi. Bu sırada, Kayıp Olanlar gücü ellerine geçirmek için geri dönmüştü. Hizipler, İmparatorluk’tan arta kalanın kontrolünü ele geçirmek için yarışırken Rakis’te Sheeana adında bir kız tüm dikkatleri üstüne çekmişti çünkü son Tanrı İmparator’un bahsettiği kehaneti gerçekleştirebiliyordu: Kum solucanlarını kontrol etmek.
Tüm bunlar olurken Bene Geseritler’in önünde iki seçenek vardı: Ya gizli manipülatörler olarak, hayatta kalmaya çabalayan insanlığın aynı yolda ilerlemesini yönlendirmeye devam edip gerilimi azaltacak ya da Altın Yol’u kabul edip insanlığı yok olma tehlikesinden uzak yeni bir geleceğe götüreceklerdi.
58- Yokuştaki Salyangoz (Ulitka na Sklone) / Strugatski Kardeşler
Arkadi ve Boris Strugatski, entelektüel açıdan kışkırtıcı, inanılmaz eğlenceli, cesur ve eleştirel kitaplarıyla “Sovyetler döneminin en büyük bilimkurgu yazarları” sıfatını hak eden yegâne ikili. Yokuştaki Salyangoz ise, Strugatski kardeşlerin az bilinen başyapıtlarından fakat onlara göre eserlerinin “en kusursuzu ve yazdıkları arasında en önemlisi.”
Biber, günlerini aşağıdaki ormanın yönetimini sağlayan İdare’nin bürokratik koridorlarında geçirmektedir. Bir dilbilimci olan Biber’in dileği ormana girmektir fakat İdare tarafından bu talebi sürekli reddedilmektedir. Öte yandan, her gün “yarın” geleceği söylenen araba gelip onu almadığı için İdare binasında sıkışıp kalmıştır. Biber’in de tek yapabildiği, yamacın tepesindeki İdare’de oturup ormanı seyretmektir.
Candide ise yıllar önce bir helikopter kazasından canlı kurtulan bir İdare memurudur. Orman’ın yerlileri tarafından sahiplenilen Candide, yerliler arasında basit hayat sürmektedir. Ancak Candide’in tek istediği İdare’ye geri dönebilmektir. Yerliler ormanın tehlikeleri hakkında onu uyarsalar da Candide her gece yatarken “yarın” tepedeki İdare’ye doğru yola çıkma planları yapmaktadır.
İnsan, çevresini ne kadar tanıyabilir? Daha da önemlisi, insan doğaya hükmedebilir mi?
Yokuştaki Salyangoz, şimdiyle geleceğin arasındaki tehlikeli yolculuk.
59- Dune: Rahibeler Meclisi (Chapterhouse: Dune) / Frank Herbert
Frank Herbert, deneylerden çok deneysel yaklaşımların had safhaya ulaştığı, tür içerisindeki “iyi edebiyat iyi edebiyattır”cıları bir araya getiren yeni dalga bilimkurgu akımının en önemli temsilcilerinden. Türün tüm olanaklarını, suyunu çıkarana kadar kullandığı Dune serisinin altıncı ve son kitabı Dune Rahibeler Meclisi, felsefe dozu yüksek, her bir cümlesi akılda yer eden, epik serinin ününe yaraşır bir final.
Dune adıyla bilinen Arrakis gezegeni yok edilmişti. Maderşahi örgüt Saygın Analar, Eski İmparatorluk’tan geriye kalanları yakıp kül ediyordu. Mutlak fetihlerinin önünde duran tek bir güç kalmıştı geriye: Bene Gesserit.
Başrahibe Ana Darwi Odrade’nin önderlik ettiği Bene Gesseritler, yeşilliklerle dolu Rahibeler Meclisi gezegeni adım adım bir çöle dönüştürüyordu. Amaçları, kum solucanları için ideal bir ortam yaratmak ve evrendeki en önemli maddenin üretimini kontrol etmekti: melanjın.
Saygın Analar ise, önlerine çıkan her gezegeni yok ederek Rahibeler Meclisi’ne yaklaşıyordu. Bene Gesserit’ten güçlü olan, Dağılış’tan dönen bu acımasız tarikat karşısında çaresiz durumdaki Rahibeler Birliği’nin elinde tek bir silah vardı artık. Paul Muad’Dib’e ve Tanrı İmparator’a hizmet etmiş biri: Duncan Idaho.
Dune Rahibeler Meclisi, inancın kadere üstün gelme mücadelesi.
60- 1984 (Nineteen Eighty-Four) / George Orwell
George Orwell yazdığı kitaplar ve denemelerin yanı sıra kişiliği, ideolojisi ve yaptıklarıyla da 20. yüzyıla damga vuran, hatta çağımızı değiştiren bir isim. Orwell’in maharetleri her ne kadar kitaplarıyla sınırlı olmasa da başyapıtı 1984 sadece distopya edebiyatında değil, dünya edebiyatında bir mihenk taşı.
Yıl 1984. Savaş ve devrimden sonra değişmiş, tanınmayacak halde bir dünya. Bu dünyayı kontrol eden üç büyük ülke: Okyanusya, Avrasya ve Şarkasya. Okyanusya’da iktidarı elinde tutan Parti. Parti’nin sureti Büyük Birader. Herkesin gece gündüz, adım adım izlendiği bir düzen. Eylemleri ve hatta düşünceleri kontrol altında tutan Düşünce Polisi. Winston Smith, bu totaliter düzen içinde, Hakikat Bakanlığı’nın Arşiv Bölümü’nde çalışıp büyük bir özenle geçmişi Parti adına yeniden yazmaktaydı. Ancak içten içe özgürlük ve sisteme karşı başkaldırma hayalleri kuruyordu. Kendisi gibi düşünen, Parti’yi çökertmek isteyen başkalarının olduğuna da emindi.
Kendisiyle aynı uğurda savaşan yoldaşlarından birine âşık olup en büyük yasaklardan birini çiğneyen Winston, bu isyanında savaşın, özgürlüğün ve cehaletin ne anlama geldiğini, bireyselliğin bedelinin ne olduğunu, iktidarın sınırlarının nereye kadar uzandığını zor yoldan öğrenecekti.
1984, özgürlüğün ve özgünlüğün karabasanı.