Isaac Asimov’un Üç Robot Yasası

Edebiyat” ve “bilimkurgu” sözcükleri yan yana geldiğinde çoğu kişinin aklında beliren ilk isimdir Isaac Asimov. Kemik çerçeveli gözlüğü, kovboy kravatı ve uzun faulleriyle belleklere kazınan imgesi, sayısız okurun zihninde bilimkurguyla eş anlamlı bir değere bürünmüştür. O, hayatı boyunca 500’den fazla kitap kaleme almış üretken bir yazar, iflah olmaz bir okur, Boston Üniversitesi’nde biyokimya profesörlüğü yapmış bir bilim insanı, amansız bir hümanist, öngörülü bir fütürist ve masallara sırtını dönmüş katı bir pozitivistti. Bu pozitivist tutumu, bilimkurgu kariyerinin erken dönemlerinde başına çok işler açtı. Öyküleri, sanki ağız birliği yapmışçasına dergi ve yayınevi editörleri tarafından hep aynı bahanelerle geri çevriliyordu: “Aşırı gerçekçi… Aksiyon yok… Sıra dışı… Sıkıcı… İlgi uyandırıcı değil…

Aslında editörler de kendilerince haklıydı. Çünkü kaleme aldığı öyküler yerleşik kurgusal modellere uymuyor, ana akım bilimkurgu anlayışına hitap etmiyordu. Yazınının geneline hâkim olan bu aykırılık, bilhassa bilimsel ve toplumsal kurgulamalarında bariz şekilde kendini hissettiriyordu. Çağdaşlarının yapıtlarında savaşlar, çatışmalar eksik olmuyor, uzaylı istilaları bitmek bilmiyor, canavar robotların sonu gelmiyor, gözü dönmüş bilim insanlarının ardı arkası kesilmiyordu. Erken dönem Amerikan bilimkurgusunun karakteristik bir özelliğine dönüşen bu anlatı, zaman içinde kendi yazınsal hegemonyasını da pekiştirip güçlendirmişti. Kendini böylesi bir garabetin içinde bulan Asimov ise, dönemin çürük zemini üzerinde yükselen bilimkurgu yazınına güçlü bir balyoz darbesi indireceğinden bihaber öykülerini karamakla meşguldü.

Frankenstein Kompleksi

Isaac Asimov her şeye rağmen üslubundan vazgeçmedi ve ayakları yere basan kurgular örüntülemeyi sürdürdü. Bir bilim insanı olmasının da hasebiyle, coşkulu pozitivist tutumunu sergilemekten asla geri durmadı. Onun bu kendinden emin tavrı, bilimkurgudaki mevcut kalıpları yıkacağının ilk sinyaliydi. Bilime ve bilim insanlarına dayalı kötümser kurgulamaları tersyüz ediyor, bilimkurgunun “bilim” kısmını ön plana çıkararak dönemin bilimkurgu anlayışına adeta kafa tutuyordu. Bilimkurguyu masaldan, sözde bilimden, teknolojik sihirden ayrıştıran Asimov, “sert bilimkurgu” ekolünün en büyük temsilcisi olarak adını yavaş yavaş duyurmaya başlamıştı. Ortaya koyduğu bu devrimsel ürünlerinin odağında ise robotlar vardı.

Özellikle 1900’lerden itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde sayıları çoğalmaya başlayan ucuz dergiler, öncüllerini yineleyici basmakalıp öykülerin membaı haline gelmişti. Dönemin bilimkurgu yazarları arasındaki en gözde temalardan biri de canavar robotlardı. Bazen çılgın bilim adamlarının laboratuvarından kaçıp ortalığı kan gölüne çeviriyorlar, bazen de tüm gezegenin denetimini ele alıp uygarlığın üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı oluyorlardı. Soğuk Savaş’ın psikolojik bir izdüşümü olarak nitelendirebileceğimiz bu manzara, yaşanan birtakım teknolojik gelişmelerin de etkisiyle iyice körükleniyordu. Her konuda olduğu gibi robotlar konusunda da akılcı kurgulamalar sergilemeyi yeğleyen Asimov, bilimkurguyu kuşatmış bu karmaşa ve kötümserliği bertaraf etmenin yollarını aramaya girişmişti bile. Ona göre geleceğin robotları için bir standardizasyon belirlemenin tam zamanıydı. Üstelik bu standardizasyon, bilimkurgu yazınında büyük bir kırılma yaratacak kadar da kapsayıcı olmalıydı…

Robot Korkusuna Bilimkurgu Terapisi

asimov

“Düşüncem iki yönlü: İlk olarak robotları kendi yaratıcılarını yok edecek canavarlar olarak görmüyorum. Çünkü robotları yapan insanların, kendi güvenliklerini sağlayacak vasıtaları da yine robotların içine koyabilecek kadar bilgi ve yetenek sahibi olacaklarını düşünüyorum. İkinci olarak robotların ya da genel anlamda makinelerin, bizlerin yerine geçebilecek kadar zekâya sahip oldukları anda bunu yapmaları gerektiği fikrindeyim.” -Isaac Asimov

Isaac Asimov’un ilk kez 1942 tarihli “Runaround” isimli öyküsünde ortaya koyduğu Üç Robot Yasası, aynı zamanda teknolojik iyimserliğinin de coşkulu bir bildirgesi niteliğindeydi. Daha sonra “Ben, Robot(I, Robot, 1950) adlı ölümsüz kitabında da kendine yer bulan öykünün yazıldığı sıralarda dünyanın 30 tonluk ilk bilgisayarı ENIAC henüz tamamlanmamış, Alan Turing “Computing Machinery and Intelligence” adlı efsanevi makalesine imza atmamış, 20. yüzyılın en önemli buluşlarından biri olarak kabul edilen ve elektronik devrelerin can damarı olan transistörler icat edilmemiş, yapay zekâ çalışmaları emekleme çağına bile girmemişti… Peki ama neydi bu devrimsel yasalar?

  • Birinci Yasa: Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.
  • İkinci Yasa: Bir robot, birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
  • Üçüncü Yasa: Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla mükelleftir.

Asimov bu yalın yasalar sayesinde robotların bir insana zarar vermesini ya da bir insanın buyruğuna karşı çıkmasını olanaksız hale getiriyor ve onları mekanik araçlara indirgiyordu. Açtığı bu çığırın etkisi kısa sürede dalga dalga yayılarak bilimkurgudaki “katil robot” klişesini bozguna uğratmaya yetti. Dahası bu fikri mülkünü tüm bilimkurgu yazarlarının ortak kullanımına sunarak bir ilke de imza attı. Beklendiği üzere Üç Robot Yasası, diğer pek çok bilimkurgu yazarı tarafından benimsenerek evrensel bir ilkeye dönüştürüldü. Artık bilimkurgu, robotların devinimini sınırlayan gerçekçi ve güvenli bir sözleşmeye kavuşmuştu. Bundan böyle robotların hışmına uğramayacak, tehditlerine maruz kalmayacak ve yarınlarımızdan endişe etmeyecektik. Bu devrimin ardından robotların kurgusal çehresi yavaş yavaş değişime uğradı. Bir zamanların katil robotlarından çocuk bakıcıları, maden işçileri, politikacılar, filozoflar türedi. Bu da yeni kurgu alanları açarak bilimkurgu yazarlarına nefes aldırdı. Saldırganlığa dayalı basit yapıtlar yerini karışık öykülemelere bırakmış, bilimkurgunun saygınlığı ve ciddiyeti de aynı oranda artmıştı.

Katil Robotlardan Pozitronik Mesih’lere

R. Daneel Olivaw

Bireyin robot karşısındaki varlığını güvence altına alan Asimov, bununla da yetinmeyip sözleşmesinin kapsamını genişletmeye ve bu üç yasaya bir yasa daha eklemeye karar verdi. İlk üç yasa sayesinde robotların insanlara karşı kötü davranma olasılıkları yok edilmeye çalışılmıştı; peki ama tüm insanlık söz konusu olduğunda robotlar nasıl davranacaktı? Adını “Sıfırıncı Yasa” olarak belirlediği bu yeni yasa, önceki üç yasadan farklı olarak kavramsal ve soyut bir nitelik taşıyor, daha da önemlisi tüm insanlığın esenliği için bir robota bir insanı öldürebilme serbestliği tanıyordu.

  • Sıfırıncı Yasa: Bir robot insanlığa zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.

Bu yasanın literatüre girmesiyle ilk yasa doğal olarak şöyle değişiyordu:

  • Birinci Yasa: Bir robot, sıfırıncı yasayla çelişmediği sürece bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.

Artık robotlar, tüm insan türünü yok etmek gibi çılgınca fikirleri olan birini öldürebilecekti. Ancak Asimov’un bu yeni hamlesi bazı tartışmaların fitilini ateşlemekte gecikmedi. Tartışmalar daha çok bir robotun “insanlık” gibi soyut bir kavramı nasıl anlamlandıracağı konusu üzerinde yoğunlaşıyordu. Asimov, yasalara dair kafalarda oluşabilecek soru işaretlerini ve belirsizlikleri gidermek için yine kendi kurgularına sarıldı. Hakeza Üç Robot Yasası’nı bizzat sorguluyor, yine yasadaki gedikleri gözler önüne serip kapatma uğraşı sergilemekten geri durmuyordu. Bu tutumunun kendini en bariz şekilde hissettirdiği eserlerinin başındaysa “Ben, Robot” adlı öykü derlemesi geliyordu. Susan Calvin adlı bir robo-psikolog ile yapılan söyleşiler üzerinden biçimlenen ve farklı zaman aralıklarındaki çeşitli maceraların anlatımından oluşan bu eser, hâlâ bilimkurgu edebiyatı için bir mihenk taşı olmayı sürdürmektedir. Dolayısıyla üç robot yasasını tam anlamıyla kavrayabilmek için yazarın kaleme aldığı roman ve öykülerin okunması önemli bir gerekliliktir.

Kurgudan Gerçeğe

Üç Robot Yasası’na dayalı bu yeni bakış açısı salt bilimkurgu yazınını değil, bilim dünyasını da yakından ilgilendiriyordu. Robotları bilimsel ve mantıksal bir düzlemde ele alan Asimov, robot teknolojisine dair bakış açısında da kayda değer bir iyileşme sağladı. Onun bu gerçekçi hamlesi, hem bilimkurgunun bilimsel zeminini güçlendirdi hem de robotiğin ve yapay zekânın gelişimine ivme kazandırdı. Günümüzde hızla gelişen ve geniş yığınların ilgisini çeken bu iki alan, aynı zamanda içten içe korkularımızı da körüklüyor. Bunda Elon Musk, Stephen Hawking, Bill Gates gibi önemli isimlerden gelen uyarıların payı büyük. İşte bu curcunalı günlerde, gerek Isaac Asimov’un gerekse Üç Robot Yasası’nın yaşamsal rolü bir kez daha karşımıza çıkıyor.

Gelecek neler getirir bilinmez ama robotların birer birey sayılacağı günler çok uzakta görünmüyor. Hatta yepyeni bir türün doğuşuna bile tanıklık edebiliriz; bizlerden daha zeki, daha güçlü, daha dayanıklı ve daha kâşif bir türün… Tabii böylesi bir gelecekte tüm hukuki süreçlerimizi yeni baştan düzenlememiz kaçınılmaz. Bir robotu çalışamaz hale getirmenin cinayet sayılacağı o günler yaklaşıyor ve böylesi bir geleceğin hukuki, ticari ve toplumsal zeminini oluşturmak biz insanlığa düşüyor. Öyle ya, günümüzün korkularına boyun eğmek yerine geleceğin getireceklerine hazırlanmak en akılcı tutum olacaktır. Belki de tüm korkularımızın ilacı, genç bir bilimkurgu yazarının bundan yaklaşık bir asır önce hayal ettiği o basit yasalarda yatıyordur, kim bilir…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

Rogue One’ın Yönetmeninden: The Creator

2023’ün en çok beklenen filmlerinden The Creator (Yaratıcı), nesli tükenmekte olan bir türe ait. Çünkü …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et