galaktik imparatorluk serisi

Isaac Asimov’un Galaktik İmparatorluk Serisi

İmparatorluk Serisi, Isaac Asimov‘un 1950’li yılların hemen başında kaleme aldığı toplam üç kitaptan oluşur. Her ne kadar bir seri olarak değerlendirilse de, bu üç kitabın birbiriyle doğrudan bir bağlantısı yoktur ve  farklı zamanlarda geçen farklı olayları anlatır. Buna rağmen seri, arka plan metinleriyle de olsa gerek Arz‘ın (Dünya), gerek Galaktik İmparatorluk‘un ve gerekse de Trantor‘un tarihine derinlik kazandırması nedeniyle önemlidir. Örneğin eserlerden The Stars Like Dust (Toz Gibi Yıldızlar), Robot Serisi’nin son kitabı olan Robots and Empire (Robotlar ve İmparatorluk)‘dan sonraki bir zaman diliminde geçer. Yine serinin bir başka kitabı olan The Currents of Space (Uzay Akımları) ise Galaktik İmparatorluk’un galaksideki kontrolü yeni yeni sağlamaya başladığı bir dönemi anlatır. Bu da kitapları, Robot Serisi’nden sonrasını ya da Vakıf Serisi’nden öncesini merak edenler için bir hayli önemli kılar. Ayrıca Vakıf Serisi boyunca sık sık duyduğumuz bazı terimlerin kökeni esasen İmparatorluk Serisi’ne dayanır. Bunlardan ilk akla gelen Nöron Kırbacı’dır. Asimov, sinir uçlarını uyararak hedefteki kişiye tarifi imkânsız acılar veren bu silahtan ilk kez 1951 yılında yazdığı The Stars, Like Dust (Toz Gibi Yıldızlar) eserinde bahseder.

Öte yandan İmparatorluk Serisi, Asimov’un Vakıf Serisi ile çokça karıştırılır ve ikisi aynı seri sanılır. Hiç kuşkusuz bu durum, Altın Kitaplar‘ın zamanında Vakıf Serisi’ni “İmparatorluk” adıyla basmasından kaynaklanır. Zira yayınevi, Vakıf Serisi’ni basarken kitapların özgün isimlerine sadık kalmamış ve dilimize uydurma isimlerle kazandırmıştır. Altın Kitaplar’ın bu yayın politikası nedeniyle çoğu kişi, Vakıf Serisi’ni “İmparatorluk Serisi” olarak anmaya devam etmektedir. Hâl böyle olunca, Asimov’un hakiki İmparatorluk Serisi de deyim yerindeyse karambole gitmektedir. Ancak hem bu karışıklığı gidermek hem seriye dair bilgi vermek ve hem de serideki kitapların tanıtımını yapmak amacıyla kaleme alınan bu makale, umuyoruz ki Asimov okurlarına faydalı olacaktır. Kitap tanıtımlarına geçmeden önce, dilerseniz serideki kitapların okunma sırasına bir göz atalım:

  • The Stars, Like Dust (1951): Asi Gezegen Tyrran, Baskan / Sonsuzun Tohumları, Altın Kitaplar / Toz Gibi Yıldızlar, İthaki
  • The Currents of Space (1952): Kainat Fatihi, Çağlayan / Tanrılar ve İmparatorlar, Altın Kitaplar / Uzay Akımları, İthaki
  • Pebble in the Sky (1950): Uğursuz Gezegen Galactica, Baskan / Zamandan Kaçış, Altın Kitaplar / Gökteki Çakıl Taşı, İthaki

The Stars Like Dust

(Asi Gezegen Tyrran / Sonsuzun Tohumları / Toz Gibi Yıldızlar)

Olay örgüsüne göre Robots and Empire’dan sonraki bir zamanı anlatır. Buna rağmen Asimov evrenine derinlik kazandırır nitelikte değildir. Kurgusunun dışında çok fazla bilgi vermez. Destansı galaktik tarihin bir parçası olmasına rağmen tekil bir roman gibi de okunabilir.

Olaylar, Widemos Efendisi’nin oğlu Biron Farrill‘in Arz’daki bir üniversite yurdunda uğradığı suikast girişimiyle başlar. Farrill, Jonti’nin de yardımıyla sağ salim kurtulur; fakat akabinde babasının idam edilmiş olabileceğini ve kendisinin de aynı güçler tarafından öldürülmek istendiğini öğrenir. Kendisine bu bilgileri açıklayan kişiyse Jonti’den başkası değildir. Jonti’ye göre Farrill’in babası, Tyrann aleyhine bir suikast düzenlemiş ancak Tyrann’lılar tarafından yakalanarak idam edilmiştir. Biron Farrill, ilk başta Jonti’ye inanmak istemez ama inanmaktan başka çaresi de yoktur. Farrill, Jonti’nin de önerisi ve ayarlamasıyla Rhodia yöneticisi Hinrik‘le görüşmek üzere Arz’dan ayrılır. Önce yolculuk ettiği uzay gemisinde ve sonrasında vardığı Rhodia’da dur durak bilmez bir maceraya atılır.

Kitap genel olarak başarılı bir tempoya sahiptir. Olaylar ilerledikçe kitabın başkarakteriyle birlikte okuyucu da yapbozun parçalarını yavaş yavaş birleştirmeye başlar. Farrill, kendisini hiçbir şeyin aslında görüldüğü gibi olmadığı bir mücadele alanının içinde bulacaktır. Atacağı tek bir yanlış adımın bile sonunu getireceğinin farkına varması uzun sürmez. Tabii onunla birlikte bizler de bu satranç oyununun içinde kalırız. Eser, okuyucusunu sık sık ters köşeye yatırmaktan geri durmaz. Sır perdesi yavaş yavaş aralanırken bizler de büyük resmi görmeye başlarız. Kitabın bu kurgusu, okuru daha da içine çeker.

Kitaba yönelik yapılabilecek tek eleştiri sonuna yöneliktir. Herkesin bildiği gibi, Asimov romanlarının sonu dillere destandır. “Vay canına!” demekten kendinizi alamazsınız. Böylesi meşhur ve insanı silkeleyen sonlar kaleme almış Asimov’dan bir muhteşem son daha bekler, hatta kendimizi de buna hazırlarız. Ne var ki kitabın sonu diğerlerine nazaran epeyce sönüktür. Elbette bu durum, eserin başarılı bir kurgusu olduğu gerçeğini değiştirmez. Yalnızca bir miktar tatminsizliğe kapılırız. “Kitaba daha tatminkar bir son yazılabilir miydi?” derseniz, tabii ki yazılabilirdi. Sonuçta Asimov gibi bir dehadan söz ediyoruz!

Ayrıca, Asimov’un hemen hemen her eserinde olduğu gibi bu eserinde de güzelliği dillere destan bir kadın vardır. Rhodia yöneticisi Hinrik’in kızı Artemisia… Babasının politika gereği kendisini bir Tyrannlı ile evlendirmek istemesine direnen; gözü kara, çılgın ve hayat dolu bir kadındır. Tahmin edebileceğiniz gibi kendisinin yolu başkahramanımız Biron Farrill ile eninde sonunda kesişecektir!

The Currents of Space

(Kainat Fatihi / Tanrılar ve İmparatorlar / Uzay Akımları)

Uzay Akımları

Dilimize ilk kez Çağlayan Yayınevi tarafından Kainat Fatihi adıyla 1954 yılında çevrilmiştir. 1984’de Altın Kitaplar’ın Tanrılar ve İmpratorlar adıyla tekrar bastığı kitap, son olarak İthaki Yayınları’ndan Uzay Akımları başlığıyla piyasaya sürülmüştür. Roman, “Isaac Asimov’un Türkçeye çevrilen ilk kitabı” olma özelliğini de taşımaktadır. Eser, Florina‘da yetiştirilen Kirt (Kyrt) adlı bir bitkinin üretimini ele geçirmeye çalışan beş büyük ailenin iktidar hırsını anlatır. Bu bitkinin her türlü sanayi alanında kullanılabiliyor oluşu, sermaye kesiminin verdiği ölümüne mücadeleyi de anlaşılır kılmaktadır. Güneş ışığında maden gibi parlayan, 600 derecede istenilen şekle giren; cam, maden ve plastikle ikame edilebilen, optik aletlerde, hiperatomik motorlarda, hidrokarbon kalıplarında; bunların dışında tekstil, hafif ve yumuşak madenlerde hep Kirt bitkisinden elde edilen ürünler kullanılmaktadır. Her işe yarayan ve her işte kullanılan bu bitki, sadece ve sadece Florina koşullarında yetiştirilirse bu olağanüstü özelliklere sahip olabilmektedir. Diğer gezegenlerde yetiştirilme çabaları hep hüsranla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla, bu beş aile için Florina’yı sömürge altında tutmak ve bu mali güce sahip olmayı sürdürmek hayati derece önem arz eden bir konudur.

Durum bundan ibaretken Florina gezegeninin yerlilerinden Valona, bir gün tarla kenarında çırılçıplak ve bilinçsiz hâlde yatan bir adam bulur. Konuşamayan ve geçmişini hatırlamayan bu gizemli adama acıyarak onun bakıcılığını ve koruyuculuğunu üstlenir. Gezegendeki diğer herkes gibi Kirk bitkisinin yetiştirilip işlendiği tesislerde çalışan bu sıradan kadın, bulduğu sahipsiz adamla ilgilenerek yalnız ve sefil hayatına da bir anlam katmak ister. Geçen zaman içerisinde bu sahipsiz adama Rik lakabı takılır. Sark gezegeninin bir çeşit sömürgesi olan Florina’da, tamamen Kirk üretimine dayalı katı bir kast sistemi mevcuttur. Öyle ki, nüfusun geri kalanından izole bir şekilde yaşayan ve adlarına “Efendiler” denen küçük bir zümre dışında gezegendeki herkes tarım işçiliği yapmaktadır. Ancak bu işçiler arasında da zamanla birtakım hiyerarşiler oluşmuştur. Asimov, roman boyunca bu eşitsiz düzeni tüp çıplaklığıyla aktarır.

Öte yandan Rik, zaman geçtikçe bazı şeyler hatırlamaya başlar. Tam olarak ne olduğunu bilmese de içinde önleyemediği bir korku ve endişe vardır. Rik’e göre Florina’yı bir tehlike beklemektedir; ancak bu tehlikenin ne olduğuna yönelik bir fikri yoktur. Trantor ve Sark’ın tüm çıkarlarına karşı Florina’yı kurtarmak için Rik’in geçmişini hatırlaması ve entrikalarla örülmüş ağlardan sıyrılması gerekecektir… Bilinci yavaş yavaş yerine geldikçe, belleğindeki sis perdesi de aralanmaya başlayacak ve Rik, peşine Valona’yı da takarak dönüşü olmayan bir maceraya atılacaktır.

Oligarşinin egemen olduğu Sark, roman boyunca akla Galaktik İmparatorluk’un başkenti Trantor’u getiriyor. Ayrıca bazı köylülerin eğitilmek üzere Sark’a götürülüp burada birtakım aşamalardan geçirildikten sonra çeşitli bürokratik pozisyonlara atanmaları ve ardından ara bir yönetici sınıf hâline gelen bu kişilerin Kentli olarak anılmaları gibi kurgular, Asimov’un katmanlaşan toplum düzenine yönelik güçlü bir vurgusu niteliğindedir. Örneğin Asimov, bir Kentli olan Terens üzerinden elitizm eleştirisi yürütürken, bürokrasi ve uyumculuk eleştirilerini ise Samia karakteri üzerinden irdelemektedir. Samia, soylu bir efendinin vasıfsız karısı olmak yerine bilim kadını olmayı seçmiş bir soylu kızıdır.

Son tahlilde, Isaac Asimov’un oligarşi, kapitalizm, eşitlik, özgürlük, elitizm, sömürgecilik ve bürokrasi kavramlarının altını doldurmadaki hüneri, romanın değerini ve önemini artıran en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Yine yazarın çeşitli karakterler üzerinden verdiği politik ve sosyolojik mesajların derinliği de göze çarpan bir başka unsur.

Pebble in the Sky

(Uğursuz Gezegen Galactica / Zamandan Kaçış / Gökteki Çakıl Taşı)

Her şey, 1949 yazında Chicago’nun banliyölerinden birindeki güzel bir sokakta yürümekte olan Joseph Schwartz‘in, bir kaza sonucu zamanda yolculuk yaparak kendini G.Ç. 827’de bulmasıyla başlar. Tahmin edilebileceği gibi bu sıra dışı olay, başta Schwartz’in ve ileride de tüm galaksinin yazgısını değiştirecek bir maceranın ilk adımından başkası değildir. Schwartz, tamamen yabancısı olduğu bu dünyada ne yapacağını ve nereye gideceğini bilemez. Aklı karışmış bir hâlde, bir yaşam belirtisi bulabilmek için ormanlık alanda bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturmaya başlar ve gördüğü ilk eve ulaşarak yardım ister. Çiftçilikle yaşamlarını sürdüren Maren Ailesi, ne dediği anlaşılmayan ve kaba saba görünüşüyle dikkat çeken bu kişiyi gönülsüz bir şekilde de olsa evlerine buyur etmek zorunda kalır. Marenler, Schwartz’in zihinsel engelli biri olduğu kanaatine varırlar ve onu günlük işlerde kullanabileceklerini düşünürler. Ama bu aynı zamanda son derece tehlikeli bir karardır. Çünkü Arz‘ın toplumsal yapısı çok ama çok değişiktir artık. Her şeyden önce, Arz’ın büyük kısmı radyoaktiftir ve güvenli yaşam alanları sınırlıdır. Bu nedenle gezegenin belli bir nüfus oranında sabit tutulması gerekmektedir. Hâl böyle olunca, “60 yaş kuralı” denen bir uygulama söz konusudur. Bu uygulamaya göre 60 yaşına ulaşan herkes, aynı zamanda ömrünün de sonuna gelmiş demektir! Birkaç ayrıcalıklı kişi dışında bu kural herkes için geçerlidir, kaçış yoktur. Tüm bu gelenek/görenek ve toplumsal kurallar, “Kadimler” adı verilen bir örgüt tarafından da sıkı bir şekilde denetlenmektedir.

Romanın geçtiği çağda İmparatorluk, galaksi üzerindeki mutlak hâkimiyetini kuralı henüz iki asır olmuştur. 200 milyonu aşkın gezegen artık tek bir devletin çatısı altındadır. Arz da bu milyonlarca gezegenden sadece biri konumundadır. Fakat, Arz’a yönelik neredeyse tüm galaksiye sirayet etmiş bir horlama durumu söz konusudur. Kendi alanında ün sahibi bir arkeolog olan Bel Arvardan, işte herkesin küçümsediği ve dışladığı bu gezegene, insanlığın kökenine yönelik ışık tutabilecek önemli bir araştırma yapmak için gelir. Elbette onun da Arz’a ve arzlılara karşı beslediği duygular pek iç açıcı değildir.

Öte yandan, özellikle sinapsis makinesi üzerine yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren arzlı bilim insanı Affret Shekt, icadının işe yarayıp yaramadığını görmek için gönüllü bir denek aramaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse sinapsis makinesi, beynin normalden çok daha etkin çalışmasını sağlama fikri üzerine inşa edilmiş bir cihazdır. Cihaz, hayvanlar üzerinde olumlu sonuçlar doğurmuştur ve Dr. Shekt, artık bir insan üzerinde de denenmesi gerektiğini düşünmektedir. Peki ama bu cihaz kimin üzerinde denenecektir? Cevap: Joseph Schwartz.

Joseph schwartz’i, Dr. Affret Shekt’e “gönüllü denek” diye takdim edense Arbin Maren‘den başkası değildir. Dr. Shekt, sonunda gönüllü bir denek bulduğu için son derece mutludur; ama diğer yandan deneğin sıra dışı biri olduğunu fark etmesi de kafasını karıştırır. Yüzünde ve göğsünde kıllar olan, bilinmeyen yabancı bir dil konuşan bu tuhaf kişi kimdir? Bu soru daha uzun bir süre cevapsız kalacaktır. Sinapsis makinesi, Schwartz’e uygulanır. Sonuç olumludur. Çok geçmeden Schwartz’in beyin gücünde artış gözlemlenir. Her şey yolunda gibidir. Ancak sinapsis makinesi, Schwartz’in sadece beyin gücünü arttırmakla kalmayacak, ona çok daha güçlü başka yetiler de kazandıracaktır!

İşte tüm bu olaylar sarmalı içinde gerek Joseph Schwartz’in, gerek Dr. Affret Shekt’in ve gerekse de Bel Arvardan’ın yolları kesişecek, ardından da kendilerini insanlığın geleceği için oynanan bir satrancın içinde bulacaklardır. Tüm Asimov romanlarında olduğu gibi, bu maceraya bir aşk öyküsü de eşlik edecektir. Dr. Affret Shekt’in güzel ve genç kızı Pola Shekt ile Bel Arvardan’ın aşkı, eserin bir diğer dikkat çeken yönünü oluşturacaktır.

Peki ya Kadimler? Kimdir bunlar, gizli bir amaçları var mıdır? Artık tüm galaksinin ve insan ırkının kaderi, kimim doğru ve kimin yanlış hamleyi yapacağına bağlıdır. Savaş çoktan başlamıştır…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

robot serisi - ciplak gunes

Robot Serisi #2: Çıplak Güneş

Isaac Asimov’un dört kitaptan oluşan Robot Serisi, İthaki Yayınları tarafından uzun bir süre sonra tekrar …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin