Hitler Egemenliğinde Geçen 700 Yıl: Swastika Geceleri

“…insanların üstünü ya da evini arayabilirsiniz belki ama zihinlerini arayamazsınız.” -Alfred.

1896 yılında İngiltere’de doğan Katharine Burdekin, 10’dan fazla roman kaleme almasına rağmen birçok yapıtında Murray Constantine takma adını kullanmayı tercih etmiştir. Gerçek kimliğinin ortaya çıkışı ise 1980’li yılların ortalarına dek uzanmaktadır. Ütopik ve distopik kurmaca üzerine araştırmalar yapan Daphne Patai tarafından ortaya çıkarılan bu gerçek, o tarihten itibaren yazarın daha fazla görünür kılınmasını sağlamıştır. Burdekin, ağırlıklı olarak sosyal ve manevi konularda spekülatif kurgu eserler yazmış ve feminist distopya kategorisine de önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.

Orijinal adıyla Swastika Night, 1937 yılında Murray Constantine takma adıyla yazılmıştır. Bu takma ismin aslında Katharine Burdekin olduğu ortaya çıktığında ise Feminist Press tarafından 1985 yılında bu isimle yeni baskısı yayımlanmıştır. Bu baskının ardından daha fazla satan kitap, kısa sürede feminist distopya edebiyatının öncülerinden biri olarak görülmüş ve günümüzde ise bilimkurgusal distopya edebiyatının klasikleri arasında gösterilmeye başlanmıştır. Margaret Atwood‘un 1985’te kaleme aldığı Damızlık Kızın Öyküsü isimli eserinin bile ana esin kaynaklarından birinin bu roman olduğu düşünülmektedir. Atwood’un romanı dünya genelinde daha bir gözde olsa da, Burdekin’in yapıtının da ondan geri kalır bir yanının bulunmadığını belirtmek gerek. Hatta Swastika Geceleri’nin kurgu bakımından birçok kişiye göre Damızlık Kızın Öyküsü’nün ilerisinde olduğu bile söylenmekte.

Kitap ilk olarak 2014 yılında Türkçe’ye çevrilmiştir. Mehtap Gün Ayral çevirisiyle, Encore Yayınları’ndan çıkan Swastika Geceleri, bir ara çok satanlar listesine girmeyi de başarmıştır. Kitabının çevirisinin ise gayet iyi olduğunu söylemek mümkün.

Swastika Geceleri

“Erkekler dişi hayvanları sevemezler, ama insanlaştırdıkları ve erkeksi şablonlara oturttukları kadınları sevebilirler ve sevmişlerdir de.”

Faşist ve diktatör lider Adolf Hitler’in ölümünden önce kaleme alınan Swastika Geceleri, okuruna Nazi egemenliğindeki bir dünya tasviri sunuyor. 27. Yüzyıl’ın dünyasında geçen anlatıda Hitler’in kurduğu imparatorluk Almanya’nın sınırlarını aşmış ve dünyaya yayılmıştır. Yalnızca işin siyasi boyutunda değil, dinler bazında da bir devrim yaşanmış ve ortaya çıkan bu yeni dünyadaki yeni dinin adı “Hitler” olmuştur. Hitler’i kutsal sayan insanlar, ona olan bağlılıklarını tapınarak göstermektedirler. Geriye kalan bütün dinler ise zamanla ortadan kaldırılmıştır.

Almanlar haricinde dünyada varlığını sürdüren bir diğer ırk Japonlardır. Bu iki imparatorluğun varlıklarını sürdürme nedeni ise birbirleriyle savaşmamalarıdır. Kitaptaki olayları ağırlıklı olarak Almanlar’ın gözünden izlesek de, belirli aralıklarla Japonlar’dan da bahsedilmektedir. Almanlar da kendi içlerinde Kan Soyu, Şövalye, Nazi gibi belirli sınıflara ayrılmışlardır. Führer ise en tepedeki isim, yani Tanrı’dır (Hitler).

“…. Kültürü kökünden kesip sonra da çiçek açmasını bekleyemezsin.”

Kitapta anlatılan gelecek portresinde kadınlar açısından neredeyse hiçbir olumlu öğe bulunmuyor. Adeta birer hayvan olarak görülen kadınlar, erkeklerin hizmetine sunulan bir metadan ibarettirler. Tecavüz dahi günlük yaşantının bir parçası haline gelmiştir. Sürüler halinde, ahır benzerleri yerlerde yaşamaları sağlanan kadınlar, insanlığa dair birçok olgudan arındırılmış ve görünüş itibarıyla çirkin bir hale sokulmuştur. Saçları kazınan, cinsel haz duyulabilecek çekici unsurları yok edilen kadınların nihai amacı onlarla ilişki kurmak isteyen her erkeğe boyun eğmek ve yalnızca erkek çocuk doğurmaktır.

Bu karanlık çağda kültür ve sanat anlamında da herhangi bir şey bulunmamaktadır. Var olan bütün kitapların yakıldığını öğrendiğimiz bu hikaye, Ray Bradbury’nin Fahenheit 451’ini aratmamaktadır. Geçmişe dair hiçbir bilgi sahibi olamayan insanlar, kendilerine öğretilen ne ise ona inanmak zorunda bırakılmışlardır.

“O zavallı dişi ahmaklar, erkeklerin onlara dayattığı şeyleri neşeyle ve canı gönülden yaparlarsa, erkeklerin bir şekilde mantıklı davranmaya başlayıp onları sevmeye devam edeceklerini sandılar.”

Kitabın ana öyküsü bir İngiliz (Alfred), bir Nazi (Hermann) ve bir de Alman şövalyesi (Friedrich von Hess) etrafında şekillenmektedir. Doğumundan itibaren gerçek bir Alman olarak yetişen Alfred, Hitler dinine sıkı sıkıya bağlı bir çiftçidir. Bir teknisyen olan Alfred’in kökeni ise İngiliz’dir ve Almanya’ya geliş amacı kutsal yerleri ziyaret ederek hac görevini yerine getirmektir. Hitler dini için kutsal sayılan yerleri ziyaret etmek, dinin gerekliliklerindendir. Sorgulayan ve araştıran bir kimliğe sahip olan Alfred, bu konuda Hermann’ı da etkilemeyi başaracaktır.

Alman şövalyesi von Hess ise kritik bir rolde okurun karşısına çıkmaktadır. Geçmiş çağlarda tüm olan bitenin yazılı olduğu bir kitabı ve Hitler’le birlikte eski döneme ait  gerçek bir kadının yer aldığı fotoğrafı daha ileri yıllara taşımayı amaçlayan şövalye, bu görevi layıkıyla ifa edecek kişi veya kişileri aramaktadır. Zira dünya tarihinin büyük bir bölümünün yazılı olduğu bu kitap da yok edildiğinde, yeryüzünde geçmişe dair hiçbir şey kalmayacaktır.

“Gerçekler, yetişkin bir adam için bile katlanılmaz bir yüktür. Bu yükü üstümden atacağım için çok memnunum.” -Friedrich von Hess.

Hikaye, ağırlıklı olarak bu üç isim çevresinde şekillenmektedir. Kimsenin varlığından haberdar olmadığı gizli kitabından alıntılar yapan von Hess, yaşananları tane tane anlatıyor. Alfred, Hermann ve von Hess’in birbirleriyle olan diyalogları neticesinde böylesine karanlık bir çağa doğru sürüklenen dünyanın geçmişi gün yüzüne çıkıyor.

Özetle, henüz Hitler’in iktidara gelişinden kısa bir süre sonra inanılmaz bir öngörü ile yazılan Swastika Geceleri, kesinlikle okunması gereken bir distopya. Zamyatin’in Biz’i, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı, Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü ve Bradbury’nin Fahrenheit 451’i gibi birer klasik haline gelen distopik romanlarla yarışabilme potansiyelinin yanı sıra, kadınların önemini bir kez daha hatırlatması ve okuru düşüncelere sevk etmesi bakımından da oldukça önemli bir eser. Kitabın, erkekleri bir iç hesaplaşmaya ittiği de bir gerçek.

Faşizmin, diktatörlüğün ve erkek egemenliğinin ileri safhalarını duru bir şekilde anlatan Burdekin’in bu güçlü yapıtı daha fazla görünür kalmayı hak ediyor.

Dünya kadınlarla daha güzel.

“Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde onur da yoktur.” -Katharine Burdekin.

Yazar: Bahri Doğukan Şahin

1995, Erzurum. Kitap okur, belgesel izler, sinema, felsefe ve bilimkurguyla ilgilenir, öykü yazar. Kayıp Rıhtım'da başladığı yazarlık serüvenine, Fantastik Canavarlar ve Bilimkurgu Kulübü gibi internet sitelerinde ve çeşitli dergilerde devam etmekte. bahridogukan@gmail.com

İlginizi Çekebilir

silo kapak

Birinci Sezonuyla Silo

“Neden burada olduğumuzu bilmiyoruz. Silo’yu kimin yaptığını bilmiyoruz. Silo’nun dışındaki her şey neden böyle, bilmiyoruz. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et