bilimkurgu savas vietnam yeni dalga

Vietnam Savaşı, Yeni Dalga ve Bilimkurguda Politik Ayrışma

1968 yılında Judith Merril ile Kate Wilhelm, Vietnam Savaşı’na karşı olan bilimkurgu yazarlarına ait bir duyuru metni yayımlamak istediler. Fakat Amerika Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği’ndeki üyelere ulaştıklarında, hatırı sayılır bir kesimin savaş yanlısı olduğunu öğrenip tam anlamıyla şoka uğradılar. Üstelik savaş yanlısı bu yazarlar, söz konusu görüşlerini bilimkurgu okuyucularıyla da paylaşmak istiyordu. Duyuru metni Galaxy Science Fiction dergisinde yayımlandı. İki tam sayfayı kaplayan bir metindi bu. Sağ sayfada, aralarında Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Thomas M. Disch, Samuel R. Delany gibi yazarların da olduğu isimlerin altında, “Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’da giriştiği savaşın karşısındayız,” yazılı bir cümle vardı.

Soldaki sayfada ise Robert A. Heinlein, Leigh Brackett, Jerry Pournelle, Jack Vance gibi isimler göze çarpıyordu. Bu isimlerin altında yazan cümle ise, “Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam halkına karşı olan sorumluluklarını yerine getirene dek Vietnam’da kalmalıdır,” şeklindeydi. (Dergideki ilgili sayfaları görmek için buraya tıklayabilirsiniz) Savaş karşıtı isimler arasında Ray Bradbury, Gene Roddenberry ve Isaac Asimov gibi daha gelenekselci bilimkurgu yazarları da olmasına rağmen, bu iki sayfa genel anlamda nesiller arası bir ayrışmanın habercisi gibiydi: “Altın Çağ” bilimkurgu yazarları ile sonraki kuşak yazarlar resmen karşı karşıya gelmişti…

Savaş karşıtı isimler arasında ana akımdan kopabilmiş olanları bugün bile yakinen tanısak da, o günlerde bu yazarlar daha yeni yeni ünlenen, adları pek duyulmamış kimselerdi. Le Guin ilk romanını yayımlayalı daha iki yıl olmuştu, Delany ise henüz sadece 26 yaşındaydı. Bu yazarlara göre bilimkurgu, “Dangerous Visions and New Worlds: Radical Science Fiction, 1950-1985” adlı bilimkurgu antolojisini derleyen Iain McIntyre ve Andrew Nette‘in giriş yazısında belirttikleri üzere, “yerleşik düzenin ve sosyal yapının reddi için ideal bir araçtı.” Hiroşima’ya atılan atom bombası ve Soğuk Savaş’la birlikte insanlığın gözünü dış uzaya dikmesi sonucu bu yazarlar, bilimsel atılımların kolaylıkla militarize edilebileceğinin farkına varmıştı.

Doğanın uğrayabileceği tahribatın ayırdındaydılar, bu nedenle de yazdıkları öykülerde ırkçılık, sınıf ayrımı, cinsiyetçilik gibi konuları işlemenin yanında, teknolojiyi çoğunlukla yıkıcı bir güç olarak tasvir ettiler. On parmağında on marifet beyaz erkek kahramanların uzayı fethettiği ve karşılarına çıkan sorunları hokus pokusla çözdüğü Altın Çağ öykülerinin aksine, onlarınki karşı kültürün “panseksüellik, komünal yaşam tarzı, halüsinojen maddeler ve radikal politikalarla dolu” öykülerdi. Bu yazarların kitaplarında bir kanunsuzluk havası hâkimdi ve kitleler de buna karşı boş değildi. En sıra dışı ve tuhaf kurgular bile ticari başarıya ulaşabiliyordu (örneğin Delany’nin Dhalgren eseri bir milyondan fazla satmıştı). Bu dönem yazarlarının en önemli ortak noktası, türün kendisini ve neyin bilimkurgu sayılabileceği konusundaki sınırları genişletmiş olmalarıydı.

new wave

Yeni Dalga yazarların pek çoğu, günümüz yazarları ve sinemacılarının da esin kaynağı olmuş durumda. Karabasan’ın (The Babadook) yönetmeni Jennifer Kent, şu anda James Tiptree Jr. takma adıyla eserler veren bilimkurgu yazarı Alice Sheldon’ın hayatını anlatan bir yapım üzerinde çalışıyor. “Stepford Kadınları” ve “Rosemary’nin Bebeği” gibi kült eserlerin yazarı Ira Levin’in etkisi Jordan Peele’in filmlerinde rahatlıkla görülebilir. Ted Chiang’ın “Geliş” adıyla sinemaya da uyarlanan “Hayatının Hikâyesi” adlı öyküsü, Delany’nin “Babel-17” öyküsünden epeyce esinlenmeler taşıyor. Chiang’ın, ünlü bilimkurgu yazarlığı atölyesi Clarion’da Thomas M. Disch’in tedrisatından geçtiğini de eklemek lâzım. Neil Gaiman ve China Miéville gibi pek çok çağdaş yazar da eserlerinde “Yeni Dalga” bilimkurgusunun etkilerinden sıklıkla bahsediyor. Bu dönem yazarlarına bir diğer örnek ise, daha yeni yeni kült yazarlıktan efsane statüsüne yükselen Octavia Butler. Dangerous Visions and New Worlds’te Michael A. Gonzales’in analiz ettiği yazar, “ayakları yere basan” bir tarzda Dünya’dan çok uzaklarda geçen bilimkurgu eserleri kaleme aldı.

Butler utangaç biriydi, disleksi hastasıydı ve çocukken öğretmenleri tarafından “gelişimi yavaş” olarak görülüyordu; yetişkinliğinde hep asgari ücretli işlerde çalıştı ve kendini toplumdan soyutlamayı tercih etti. Buna rağmen yazdıklarında içindeki geniş evreni kağıda döküyordu, gösterişsiz olsa da kendine güvenen tarzıyla karmaşık karakterleri ve hayal gücünün sonsuzluğunu okuyucuya aktarmakta güçlük çekmiyordu. Butler ırkçılık ve toplumsal eşitsizlikler konusunda yazdıklarıyla döneminin en önde gelen siyahî yazarları arasında yer aldı. Son yıllarda, “Earthseed” serisine ait 1993 tarihli kitabı “Parable of the Sower“, George Orwell’in “1984” ve Margaret Atwood’un “Damızlık Kızın Öyküsü” adlı eserleriyle birlikte, yirminci yüzyılın en iyi spekülatif kurgu klasikleri arasında anılmaya başlandı. Roman, toplumsal çöküşü ürkütücü derecede isabetli öngörülerle dokunaklı bir biçimde ele alır. Üstelik kitapta, “Amerika’yı yeniden ayağa kaldırmayı” vaat eden faşist bir lider dahi vardır. Yazar, 2020 yılında ilk defa Parable ile New York Times Çok Satanlar Listesi’ne girdi, eserin A24 tarafından televizyona uyarlanacağı ve yönetmen koltuğunda Garrett Bradley’in oturacağı da duyuruldu. Bunun yanında Butler’ın “Kindred(Yakın – İthaki Yayınları) adlı eseri de FX tarafından diziye uyarlanıyor.

Damnation Alley“in (hem 1969 tarihli Roger Zelazny romanının, hem de 1977’de yönetmen Jack Smight tarafından uyarlanan filminin) etkileri, derlemede Kelly Roberts tarafından detaylı bir şekilde incelendi. Roman, Cehennem Melekleri (uluslararası bir motosiklet kulübü) kültürü, western ve nükleer felaket öyküsü gibi temaları birleştiriyor. Çağdaşları “Mad Max” (1979) ve aynı adlı, 1969 tarihli Harlan Ellison kısa öyküsünden uyarlama “A Boy and His Dog” (1975) gibi, Damnation Alley de kıyamet sonrası dekoru olarak çölü seçiyor. Çorak toprakları geçip dünyayı kurtarabilirse tüm suçları affedilecek olan bir tutukluyu konu alan roman, 1981 tarihli “Escape from New York“a da esin kaynağı oldu. Film için yaratılan “Landmaster” adlı tamamen gerçek araç ise sık sık oto şovlarında boy gösteriyor. Tesla’nın Cybertruck’ın göz korkutucu geometrik keskinliğini nereden aldığı belli oluyor!

Derlemenin adı olan Dangerous Visions and New Worlds, dönemin ses getiren iki neşriyatına da doğrudan bir gönderme aslında. Michael Moorcock tarafından 1964 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan New Worlds, J.G. Ballard da dâhil olmak üzere pek çok yazarın sıra dışı, türler arası eserlerine yer veren bir dergiydi. Dangerous Visions ise Harlan Ellison tarafından derlenen iki antolojinin adıydı. 1973’te duyurulan son derleme “The Last Dangerous Visions” ise uzunluğu ve sonu gelmezmişçesine aldığı ertelemelerle efsaneleşmiş bir antoloji; öyle ki Ellison 2018’de öldüğünde telif haklarının sahibi olan vakıf, derlemenin hâlâ çıkarılacağını iddia ediyordu. Derlemede yazdığına göre Norman Spinrad, Altın Çağ’da bilimkurgunun “sanki sadece ergenler okuyacakmış gibi davranılan, daha doğrusu kütüphaneciler tarafından sadece ergenlerin okuyabileceği bir tür olarak görüldüğünü,” belirtiyor. Ne var ki Ellison ve Moorcock deneyselliğe ve çılgın fikirlere oldukça açık editörlerdi.

Michael Moorcock

Ancak yeni nesil için de her şey serbest değildi. New Worlds dergisinin editörlüğünü de yapan Moorcock, özellikle neyi sevmediği konusunda oldukça netti. 1977 tarihli “Starship Stormtroopers” adlı makalesinde, “kripto faşistleri” ve aralarından sıyrılabilmiş olan yazarları hedef almış ve şu ifadelere yer vermişti: “Örneğin kadın düşmanı ve ırkçı Lovecraft var; otoriter militarist Heinlein var; dünyadaki tüm sorunların nedenini iyi liderlik edememiş kapitalistlere dayandıran, işçi sendikalarına ve sola ölümüne karşı olan Ayn Rand var; Tolkien ve yanındaki orta sınıf Hristiyan fantazyacılar var […] Bunların hepsinin ortak noktası, işçi sınıfının kontrol edilmesi gereken vahşi bir hayvan olduğuna, aksi takdirde zincirlerini koparıp dünyayı talan edeceğine inanmalarıdır.”

Moorcock, antoloji üzerine Şubat 2022’de gerçekleşen bir sanal sempozyumda Altın Çağ için, “Pek bir fonksiyonu yoktu; pek bir şeye saldırmıyordu,” diyor. Bir başka panelde de yazar Marge Piercy, 1950’li yıllarda bir üniversite öğrencisiyken türe ilgi duymaya başladığını belirterek, “Bilimkurguyu daha politik bir şeye dönüştürmeye çalışıyorduk,” ifadesinde bulunuyor. “Hepimiz kısa bir süre sonra öleceğimizi düşünüyorduk,” diyor ve “ana akım edebiyatın” aksine bilimkurgunun bu tedirginlikleri konu aldığını belirtiyor.

Dangerous Visions and New Worlds‘te konu edilen kitapların bahsettiği geleceği biz bugün bizzat yaşıyoruz ve bu yaşadığımız şeyin bir ütopya olmadığı çok açık. 1976 tarihli romanı Zamanın Kıyısındaki Kadın’ın 2016 baskısındaki önsözünde Piercy, romanı ilk yayımlandığından bu yana “eşitsizliğin eşi görülmemiş ölçüde arttığını, eskisinden çok daha fazla insanın fakirlikle mücadele ettiğini, çok daha fazla insanın sırf geçinebilmek için birden fazla işte çalışmak zorunda olduğunu” yazıyor. Buna karşılık, bilimkurgunun zamanla geliştiği ise çok açık: Bu yazarlar hayal dünyalarımızı genişlettiler ve gelecek nesillerin bilimkurgu yolcuları için izi silinmez bir yol açtılar.

Kaynak

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

infinity pool

Infinity Pool: Gerçekte Kimiz?

“Like father, like son.” Babasına çekmiş diye çevirebileceğimiz bu İngiliz deyimi, baba-oğul Cronenberg’e çok uyuyor. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin