hayal gucu doga insan

Rüyalar, Ütopya ve Distopya

Yer Açın! Yer Açın!” dikkat çekici bir eser. Aslında bir bilimkurgudan ziyade distopya. Adından anlaşılacağı gibi konusu pek de iç açıcı değil. Aşırı nüfus, kıtlık, susuzluk, duyarsızlık. Kitabı okurken adeta susuyorsunuz, sayfalarını çevirirken elinizin kirlendiğini hissediyorsunuz. Sonra dehşete kapılıyorsunuz; ya böyle olursa? Olmaması için bir antitez göremiyorsunuz. Yok. İlla böyle olacak. Bu gelecek. Böyle olmalı. Çünkü nüfus hızla artıyor, sıcaklıklar yükseliyor, ülkeler çöküşün eşiğine geliyor… Kitap da geleceği anlatıyor zaten. Gelecek. Vahşi bir gelecek.

Kitap 1999 yılında başlıyor anlatıma. Korkunç bir yaz. New York resmen Dante’nin ıslak rüyalarına dönüşmüş, terden sırılsıklam olan leş bir paçavraya akmış gibi. Karakterimiz bu şehirde bir polis. Bir apartman dairesinde falan yaşıyor, apartmanın her santimetresinde insanlar var. Öbek öbek, hamamböceğinden, fareden ve diğer haşerelerden daha fazla insan. Artık petrol kullanılmıyor, yani arabalar yok, insan kuvveti ile çekilen taşıtlar var. Zalimliğin bu kadarı. Kitap 1966’da yazılmıştı. Hangi yılı anlatıyordu? 1999. Peki şimdi kaçıncı yıldayız? 2019. Zaman ne garip şey değil mi? Yok. Ben fizikçi değilim, Shevek hiç değilim. Zaman üzerine konuşamam, zamanı anlayamamışım. Zamanı kim anlamış ki? Bir bodhisattva mı? Sanmam. Eğer anlasaydı burada işi neydi? Hem Harry Baba kusura bakmasın ama eşeğin kulağına biraz su kaçırmış. Alt metinde de biraz espiri var galiba. Neyse Harry Harrison’a çamur atmıyorum. Aslında suçlu o değil. İnsanlar hep böyledir. Kıyamet senaryolarından adeta sapıkça bir zevk alırlar.

Şöyle bir bakınca güllük gülüstanlık gelecek hayali kimin ilgisini çeker ki? Şahsen bana göre böyle şeyler çok sıkıcıdır. Çarpıcı eserlerin mayasında biraz gerilim olmalı sanırım. Ne gerilimi bu böyle? Açıklamak için ayrı bir yazı yazmak gerek. İnsanların yarattığı bu kavramlar dünyası öylesine engin ki… Yine de ütopya tasvirlerinde bu gerilimden ne kadar var? İnsanları bir rüyada yolcuğa çıkarmak hoş olacaktır elbet, lakin bu yolculuğun sonunu çok azı getirebilir, onların da çok azı ancak zevk aldığı için sona kadar gelmiş olacaktır. Bir drama yok, bir mücadele yok, bir heyecan yok. Yalnızca mayışık rüya tasvirleri. Kafası çalışan biri ütopyalara zaten gülüp geçer. İnsanlar halihazırda zaten rüya görebiliyorken onlara kendi rüyanı satmak ne kadar da mantıksız. Gerçi başka insanların da rüyalarını görebilmek fena olmazdı. Inception… Aman aman istemez.

İnsanlığın en büyük sınavını işlemek daha kârlıdır. Nedir bu? En büyük rakip. Tüm varlığın en büyük rakibi. Zaman. İnsanların da en büyük rakibi değil mi aslında? Zamanın meçhullüğünde, ona yenik düşmüş, parçalanmış, dökülmüş, çırpınan bir insanlık hayali korkunç ama zevkli. Yahut kendi hakikatine çok benzeyen lakin ondan bir o kadar uzak olan, karanlık hayaller… Yine insanlara hayal satmak mevzusuna geliyoruz. Lakin insanlar bazı hayalleri çok severler. Gerçeğe çok yakın, eklemlenmiş, adeta bir kalbi olan ve çırpınıp duran hayaller. Kanlı canlı ve şaşırtıcı.

ütopya ve distopya

İnsanlar rüyalara karşı biraz sağırdır aslında. Tüm gün boyunca bir rüyanın etkisi altında kalabilirler ama bu zihnin sessiz fısıtılarından başka bir şey ifade etmez. Bazı şeyler onlara rüyayı çağrıştırabilir ama bu yalnızca bir çağrışımdır. İnsanlar rüya görüp bunu tahlil etme becerisine sahipken kendi kozmoslarına yabancı kalmayı tercih ederler. Çünkü çoğu insan aslında kendinden korkar. Kendi kapılarını kendine kapatmış bir halde yaşar. İnsanlar bu yüzden kalabalık, bu yüzden gürültülü. Yalnızken bu yüzden sessiz ve farkındalar. Ekolojik felaketler yaşanır on binlerce kişi göç eder, lakin güvenli sınırların ardındaki bir birey için felaketin doğurduğu sancılar değil, mesela kakao çekirdeklerinin yok olması daha korkutucudur. Hiçbir zaman çikolata yiyememek sınırlarını aşındıran mülteci dalgalarından daha acı vericidir.

Gelecekte bir distopya yahut bir ütopya yok, yalnızca yine insan var. İnsan hakikattir. Başka da bir şey değil. Yeni nesiller büyük bir şey vaat etmiyor lakin insanların en pratik çağlarından birini yaşıyoruz. Her şey kolay. Her şey ulaşılabilir. Eskiden de mi böyleydi? Değilse ne değişti? O kutsal çizgi nerede? İnsanlar bir anda 2000 yılına girince çıldırmaya mı karar verdi? Ne oldu da böyle oldu hepsi. Peki ne olmuş bu insanlar? Kahredici bir şekilde sığ ve aptallar ama yine de toplulukların gücünü hafife almamak lazım. Topluluk başlı başına bir zekadır ve bu zeka kimi zaman şaşırtıcı derecede iyi kararlar verebilir.

Yine de hantal bedenler, hiç çalışmadan yorgun düşen zihinler büyük ekolojik felaketlerden daha tehlikeli benim nazarımda. İnsanlar şu güne kadar geleceği azar azar inşa etti bir zaman sonra geleceğin kendilerini yutmasına izin verirlerse sahici bir distopya olacaktır bu. Ne ileri ne geriye akan zaman, yalnızca durağanlık, bitmek bilmeyen bir rüya.

Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

La belle verte

Bir Ağaç Gibi Köküne Dönmek: La belle verte

“Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli. Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin