Stephen King bugün korku edebiyatının kralı olarak anılsa da, kendisinin de ilham aldığı başka birisi var: H.P Lovecraft. Lovecraft külliyatının büyük bir çoğunluğu kozmik dehşete, yüzyıllar önce Dünya’ya inmiş devasa ve korkunç tanrılara, okuyan insanları delirten lanetli kitaplara dayanır. Korku kurgunun bu çeşidine de Lovecraftvâri Korku denmektedir. Tuhaf Kurgu adlandırmasına da sıklıkla rastlanır.
Stephen King de bu alanın öğelerini ustaca kullanmayı bilir, okur tarafından en bilinen Lovecraftvari karakteri ve romanı O‘dur. O’da yer alan Dans Eden Palyaço Pennywise, kelimenin tam anlamıyla bir Lovecraft tanrısıdır. Stephen King’in kendi adıyla yazdığı 17. romanı olan O, ilk kez yayımlandığı 1986 yılından bu yana yazarın romanları ve öykülerinde yer alan klasikleşmiş öğelerin de ilk örneği oldu. Uzaydan gelmiş, karşısındakinin her korkusunun şekline girebilen bir yaratık, birbirlerine sonuna kadar güvenen ve sevgi duyan arkadaş grubu, çocukluk travmaları ve yetişkinliğe yansımaları ve hafızanın gücü… Bunların hepsi King’in edebi anlayışını taşıyan ana sütunlar olarak ilk kez ve güçlü bir şekilde O romanında görüldü ve o günden beridir de her kitabında görülmeye devam ediyor.
Pennywise için başlıca ilham kaynağı olarak Palyaço Bozo, Ronald McDonald gibi palyaçolar sayılabilir ama Üç Huysuz Teke masalından esinlenildiği de açıktır. Masalda üç huysuz keçi vardır: Küçük, Orta Boy ve Kocaman Büyük. Üç teke oldukları yerde çimleri yerken açgözlü davranarak bitirir ve nehrin karşısında yer alan çimenlere göz diker. Ancak oraya gitmenin tek yolu büyük ve aç bir trolün saklandığı köprüden geçmektir. İlk önce Küçük Teke geçer ve trole abisinin kendisinden daha etli butlu olduğunu söyleyerek aman diler. Trol geçmesine izin verip, abiyi bekler. Orta Boy da aynı şekilde gelir ve aman dileyerek trole abisinin daha semiz olduğunu, onunla doyabileceğini söyler. O da geçer ve en sonunda Kocaman Büyük Teke gelir. Trol köprünün altından son kez çıkar ve yemeğe hazırlanır ancak Kocaman Büyük Teke boynuzlarıyla trolün karnına vurunca nehre düşen trol suyla beraber sürüklenerek gözden kaybolur.
Pennywise da köprü altlarında, şehrin kanalizasyonlarında ve kitabın sonunda ölürken meydana gelen yer sarsıntısından anlaşılacağı üzere şehrin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş bir canavardır. Her 27 yılda bir uyanıp oralardan çıkarak tekelerini, daha doğrusu çocukları, avlar. Onlarla eğlenir ve korkutur, çünkü Pennywise en çok korkmuş et sever. Bu yüzden kurbanlarının korkularına göre şekil değiştirir, ne kadar çok korkutursa o kadar lezzetli bir ziyafet çekebilecektir. Pennywise daha Derry kasabası Maine’de kurulmadan önce, kasabanın konumlandığı yere uzaydan düşmüştür. Bir asteroidin üzerinde Dünyamıza inen bu yaratığı kolaylıkla Lovecraft’ın Yüce Eskiler adı verilen korkunç tanrılarıyla aynı kefeye koyabiliriz.
Lovecraft’ın Kurgusuyla Benzerliği
Yazının en başında Lovecraft’ın edebiyatında yer alan Lovecraftvari öğeleri tanımlamıştık. Şimdiyse biraz daha derinlere inerek benzerliklere yakından göz atabiliriz. İnsan kavrayışının ötesinde fenomenlerle ve onlara duyulan huşuyla ilgilenen Lovecraftvari anlatı, insanın evren içindeki küçücük yerinden ilham alır. İnsan bu evrenin içinde o kadar küçük ve önemsizdir ki uzaydan gelen, Öklid geometrisine bile aykırı, fizik yasalarını eğip bükebilen yaratıklar için kolayca harcanabilirdir. Lovecraftvari karakterler bu gerçeği ilk keşfettiklerinde ya öldürülürler ya da hayatta kalacak kadar şanslılarsa delirirler. Bunun içindir ki Lovecraftvari anlatı çoğunlukla Tuhaf Kurgu ya da Korku Kurgu içerisinde değerlendirilir. Bilimkurguyla ise yaratıkların uzaydan gelmiş, gelişmiş türler olması yönünden ilgilidir. Aslında Lovecraftvari Kurgu, Arthur C. Clarke’ın şu meşhur sözünün kurgusudur.
Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez.
Lovecraft’ın yaratıkları bu yüzden fantastik kurgu içinde değerlendirmeye daha yatkınızdır çünkü kullandıkları bilim bizim kısıtlı anlayışımızın ötesindedir. Tıpkı O romanında geçen Derry kasabası gibi, Lovecraft’ın da klasik Amerikan özelliklerine sahip kurgusal bir kasabası vardır: Massachusetts eyaletinden Arkham kasabası. Batman’e de Gotham şehri ve şehrin içindeki tımarhane için ilham veren bu lanetli kasaba, Miskatonic Üniversitesi’nin de bulunduğu kasabadır. Arkham’da geçen ve bir göktaşının kasabadaki bir çiftliğe düşmesinden itibaren başlayan lanetli olayları anlatan Uzaydan Gelen Renk hikâyesi klasik bir Lovecraft örneği olarak okunabilir. Göktaşı çiftliğe uzaydan uğursuz bir şey getirir ve bu şey çok geçmeden toprağa karışır. İlk başta çiftçinin mahsulleri olağanüstü bir hızla büyümeye başlar ve bu durum çiftçiyle oğlunu memnun eder. Ancak yediklerinde mahsulün tatsız tuzsuz bir şeye dönüştüğünü fark ederler. Hikâyenin sonundaysa çiftlikteki kuyuda daha önce görülmemiş türden bir renk görülür.
Bu hikâye apaçık bir şekilde Lovecraft anlatısının klasik öğelerini içermektedir. Uzaydan bir yaratık ya da gizemli bir şey gelir ve uğursuz olayların yaşanmasına neden olur. Uzaydan gelen bu garip şeyi anlamaya çalışan ve yaratıkla yüzleşen herkes ya delirir ya da ölür. Lovecraftvari Kurgu, evreni konforsuz, her köşe başı sayısız tehlikeyle ve korkuyla dolu devasa bir mekân olarak görür. Birçok Lovecraftvari hikâyede gizemli varlık anlaşılmaz bir renkten çok daha fazlasıdır, Pennywise ya da Yüce Eskilerden Nyarlathotep, Cthulhu gibi tanrılardır.
Lovecraftvari Bir Yaratığı, Lovecraftvari Yaratık Yapan Nedir?
Lovecraftvari dehşetteki yaratıklar, bildiğimiz ve gördüğümüz uzay zamanın dışında var olabilirler. Bildiğimiz fiziksel ve kimyasal yasalara uymazlar, bizim matematiğimiz ya da geometrimiz onların varlıklarını anlayacak kadar gelişmemiştir. Genellikle Dünya’da tuhaf, insanlık dışı ayinler yapan kültler, tarikatlar bu yaratıklara adak adar, tapar. Bu kültlerde yer alan, artık insanlıklarından tamamen sıyrılmış “insanlar”, dış dünyadaki insanlarla görüşmezler. Soyutlanmışlardır. Tıpkı inandıkları tanrıları gibi. Cthulhu, okyanusun altındaki R’lyeh şehrinde yıldızlar doğru konuma gelene kadar uyumaya devam edecektir ve o zamana kadar oradan çıkamaz. Okyanusun o kadar derinlerine yerleşmiştir ki o güne kadar hiçbir insan onu bulamaz.
Cthulhu Mitosunda bu tanrıların kendilerine ait bir panteonu bulunur. Bazıları Azathoth gibi evrenin kenarında yaşayan, Dünya’dan uzak tanrılardır, bazıları ise Nyarlathotep gibi diğer büyük tanrılar için habercilik görevini üstlenmiştir. Bir nevi elçilik yaparak emirleri iletir. Uzun boylu bir Antik Mısır firavununa benzeyen bu tanrı bazen de yarasa kanatlı, dokunaçlı bir yaratık olarak da tasvir edilir. Şeytan’ın siyahi bir avatarı olduğundan da bahsedilmektedir. Burada bilinmesi gereken en önemli unsur, bugün bildiğimiz Cthulhu Mitosunda yer alan öğelerin tamamının Lovecraft tarafından tasarlanmadığıdır. Şüphesiz Lovecraft tasvirleri zayıf bırakarak gizemi arttırmaktan yana olmuştur. Burada anlatılan tasvirler ise çoğunlukla Cthulhu Mitosuna daha sonra katkı sağlamış yazarların eseridir. Şekli her ne olursa olsun, Nyarlathotep uğursuz bir yaratıktır, istediği şekle girebilmesi özelliği Pennywise ile benzeşir.
Pennywise ve Nyarlathotep
Pennywise ya da Kaybedenler Kulübü’nün romanda ona verdiği adla O, Lovecraftvari dehşete ve kurguya mükemmel bir şekilde uyar. Macroverse adı verilen, bizim evrenimizi de çepeçevre sararak içine alan bir üst evrende doğmuştur. Oradan da bir asteroidin üzerinde Dünya’ya, daha kurulmadan önce Derry topraklarına düşmüştür. Onunla beraber bu topraklar uğursuz şeylerin çekim noktası hâline gelerek bir daha gün yüzü görmez. 1715 yılında ilk yerleşimcilerin buraya gelişine kadar da toprağın altında uzanarak derin uykusundan hiç uyanmaz. Ne kadar da Cthulhu’ya benziyor değil mi? Pennywise bundan sonra sebebi bilinmeyen şekilde her 27 yılda bir ortalama üç yıllığına uyanarak insanları korkularından avlamaya başlar. Şeklinden dolayı genellikle erkek olarak bilinen Pennywise, gerçek formunun algılayabildiğimiz kadarıyla yumurtlayan bir örümceğe benzemesinden dolayı dişi de olabilir. Ancak onun varlığı hakkında kesin konuşmak oldukça zordur. Uzaydan Gelen Renk hikâyesinde gizemli yaratık gibi, Pennywise da Macroverse’te var olan turuncu bir ışık kütlesinden ibarettir. Bu ışıklara Ölüm Işıkları da denir ve görenleri delirtir.
Macroverse’te yaşayan bir başka yaratık ise Maturin’dir. Büyük bir kaplumbağa şeklinde gözüken bu yaratık, yapıcı olarak Pennywise’ın tam zıt tarafında yer alır. Pennywise ondan korkmaktadır ancak kendisini bu savaşın üstün tarafı olarak göstermekten de geri durmaz. Maturin bildiğimiz evreni, Kara Kule’de yer alan Orta Dünya gibi nicesini de içine alan milyonlarca evreni yaratmıştır. Maturin, Pennywise ve Macroverse evrenini ise yaratan Öteki’dir. Öteki yaratılmamış olan tek yaratıcıdır ve kitaplarda yalnızca adından bahsedilir. Kendisi asla görülmez ve kimseyle iletişime geçmez. Aynı zamanda Gan de denmektedir.
Pennywise, yukarıda bahsettiğimiz Cthulhu ile olan benzerliğinin dışında Lovecraftvari tanrılara köken olarak da benzer. Pennywise bilinen evrenin sınırlarının dışında bir kökene sahiptir. Macroverse adı verilen bu üst evrenin ayrı bir panteonu vardır, Öteki de denilen Gan adlı tek yaratıcıdan sonra Maturin ile eşdeğer ve onun yıkıcı ikizidir. Lovecraftvari tanrılara tapan, onlardan emir alan ve takip eden kültler gibi Pennywise’ın manipülatif güçlerinin kurbanı olmuş kişiler de vardır. Örneğin Henry Bowers gökyüzündeki ayın üzerinde Pennywise’ın yüzünü görerek tımarhaneden kaçmaya karar verir. Lovecraftvari tanrıların aksine topluluklardan oluşan kültlerin yerine, Pennywise insanları tek tek manipüle etmeye daha yatkındır. Nyarlathotep ile de benzerdir. Kurban olarak seçtiği kişilerin korkularına göre şekil alabilirken, Nyarlathotep de istediği şekli alabilmektedir. Nyarlathotep’in şekil değiştirmesi daha çok kendi arzularına bağlıyken, Pennywise’ın bu gücü kurbanının korkularına bağlıdır. Çünkü şekil değiştirmesi keyfi bir durumun ötesinde ihtiyaçtır. Kurbanını daha çok korkutarak onun etini daha lezzetli hâle getirmeye çalışmaktadır.
Bununla birlikte Stephen King, H.P Lovecraft’ın aksine tasvirlerde cimri davranmaz. Yaratıklarını uzun betimlemelerle, en ince ayrıntısına kadar anlatır ve arkasında yer aldığı mitolojiyi, kozmolojiyi açıklar. O’da King kurgusal kasabası olan Derry’nin tarihini ve ayrıntılı bir haritasını okura vermeye çalışarak gerçekliği sonuna kadar zorlar. Arkham kasabası ise sisli bir perdenin arkasında yaşamaktadır. Pennywise ve onun musallat olduğu Derry, ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Romanda Pennywise’ın bakış açısından anlatılan, Maturin’in karşısında üstünlüğünü belirttiği bir bölüm dahi vardır. King çok açık bir şekilde, kendisinin de her seferinde belirttiği gibi, Lovecraft’ın bir hayranı ve edebi mirasının takipçilerinden biridir.
Çeviren: Emrecan Doğan | Kaynak