Eserlerinin bir kısmı bilimkurgu içerse de, Haruki Murakami’nin ismi bilimkurgu yazarları arasında pek anılmaz. Oysa 1Q84, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu gibi eserleri ile bilimkurgu dünyasında kendine oldukça özel bir yer edinmiştir. Hatta Murakami’yi 60’lı yıllardan “malum” bir bilimkurgu yazarı ile kıyaslayabiliriz: Philip K. Dick… Murakami’nin eserlerinde de gerçeklik önemli bir rol oynar. Tıpkı PKD gibi Murakami de doğa üstü sayılabilecek olayları gündelik gerçekliklermiş gibi son derece sade ama bir o kadar çarpıcı bir üslupla işler. Zaten bir bilimkurgu yazarının sahip olmak isteyebileceği başlıca özelliklerden biri bu olsa gerek.
PKD, Yüksek Şato’daki Adam isimli romanında Naziler’in galip geldiği bir alternatif dünya sunmaktadır ve bu dünyayı öyle bir üslupla anlatır ki, insan sahiden böyle bir yerin var olabileceğini düşünür. Murakami ise 1Q84 romanında gökyüzünde iki Ay’ın olduğu bir gerçeklik kurgular ve bu yeni gerçekliği roman boyunca azar azar açığa çıkarır. Yeni dünya eskisine çok benzse de, belli başlı farklılıklar mevcuttur ve ana karakterler bu farklılıklar karşısında giderek çözülürler… Karakterlerin içinde bulundukları yeni gerçekliği sorgulama süreci, bunun sahiden gerçek olup olmadığı üzerindeki düşünceleri, yeni dünyanın önceki gerçekliğe kıyasla belli başlı değişimleri ve ana karakterlerin bu değişimlerin karşısındaki tepkileri etkileyici bir anlatıma sahiptir.
Murakami ve PKD’nin aynı damardan beslendiğini söyleyebiliriz. Mesela 1Q84 ile Yüksek Şato’daki Adam romanları hemen hemen benzer sonlara sahiptir. Belirsizlik. Yüksek Şato’daki Adam romanında paralel evren içinde bir paralel evren sunulur, 1Q84’ün sonunda da karakterlerin bir paralel evrenden diğerine geçip geçmedikleri, eski gerçekliklerine dönüp dönmedikleri hiçbir şekilde netlik kazanmaz. Fakat Murakami’nin romanlarında belirsizlik yönü genellikle daha ağır basar. Kafka eserlerinde olduğu gibi Murakami’nin eserlerinde de ciddi bir rüya hissi vardır. Rüyalar garip ve rahatsız edici olabilir, Murakami eserleri de kimi zaman bu yola girer. PKD ile Murakami arasındaki bir diğer benzerlik de eserlerindeki tuhaflıklar olsa gerek…
Yine de Murakami eserlerinde okuyucu gerçek anlamda bir rüya tadı alır. PKD eserlerinde ise sunulan alternatif gerçekliğin bir çeşit makine tarafından üretilmiş olduğu hissi vardır. Murakami eserlerinde her rengin ardında rüya simyası hissedilirken, PKD eserlerinde en parlak rengin ardında bile uyuşturucular, delilik ve makine yağı vardır. Murakami’nin kurguladığı gerçeklikler kaynağını insan yüreğinden alır. Bu kaynak neredeyse kaza sayılabilecek bir sebepten, açıklanması çok güç bir biçimde ortaya çıkabilir ve karakterler yavaş yavaş o yeni gerçekliğe doğru çekilirler. Tıpkı Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’nda olduğu gibi. Murakami’nin bilimkurgudan ayrıldığı nokta burada başlar, büyülü gerçekliklere bir açıklama sunmak ihtiyacı duymaz. Eğer Murakami okuyorsanız, koltuğunuzu (gerçekten iyi bir koltuk bulmak ustalık işidir) şöyle çekince bile gerçekliğin hızla değişmesine sebep olabilirsiniz. Bu yönüyle de Murakami eserlerindeki belirsizlik ağır basar.
Gelgelelim PKD eserlerinde karakterlerin gerçeklikle olan karşılaşması çok daha çetrefillidir. PKD bu çatışmaya durmadan yeni boyutlar katmıştır. Onun gerçeklikle imtihanı yalnızca paralel evrenlerle sınırlı değil, hatıralar, benlik ve bireysellik üzerinden de devam eder. Murakami eserlerinde ise her şey belli başlı bir döngü içindedir. Sanki aynı karakterler (karısı tarafından terk edilen ıssız adam, alkol ve caz) farklı olayları yaşar ama bir şekilde gerçekliğin öteki tarafıyla tanışır ve ellerinde olmadan ona kapılıp giderler, bu esnada da içinde bulundukları duruma kayıtsızlaşırlar. Bir bilimkurgu eserinde alternatif bir gerçekliğin kaynağı açıklanabilir bir sebepten ortaya çıkar, mesela bir simülasyon ya da insanların zamanda geriye gidip bir kırılma yaratması gibi, ama Murakami eserlerinde alternatif gerçeklikler her yerdedir. Bizim evrenimiz ve paralel evrenler birbirinden bir köpük kadar ince ve saydam duvarlarla ayrılmıştır sanki ve o duvarı kazayla aşabilirsiniz.
Zemberekkuşu’nun Güncesi isimli eserinde Murakami bir kuyuya inildiği takdirde ulaşılabilecek rüyavari bir gerçeklik sunar. Ön planda olan şey ise karakterin bu gerçekliğe “ininceye” kadar yaşadığı olaylar ve dünyaya karşı takındığı kayıtsızlık olsa gerek. Tüm bunları okumak nefis bir deneyim yaşatsa da, Murakami o rüyavari gerçekliğin işleyişine ya da hakiki gerçeklik üzerindeki etkisine pek değinmez ya da net bir açıklama sunmaz. Orada her şey bir rüya kadar çarpık, muğlak ve rahatsız edicidir. Gerçek gibi hissettirir ama gerçek dışıdır. Varlığı ise su götürmez bir biçimde kesindir…
Murakami, şu anki gerçekliğe ait olmayan bir şeyi, okuyucuya son derece çarpıcı bir gerçeklikle sunabilmek konusunda ustadır. Her yönden oldukça hacimli bir eser olan 1Q84’te editörlük yapan bir karakter aracılığıyla bu meseleye değinir. Murakami’nin bilimkurgu ile olan ilişkisi, yalnızca “alternatif gerçekliklerle” sınırlı değildir kısacası. 1Q84’de o editör karakter aracılığıyla bilimkurgu yazarlarının da çıkarması gereken bazı dersler sunar. Murakami’nin şaheseri sayılabilecek Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu ise başlı başına bir bilimkurgudur. Bu kitapta, temel olarak iki büyük hizip cephe hatları neredeyse hiç değişmeyen bir veri savaşı vermektedir. Bir tarafta verileri muhafaza etmekle görevli iyi huylu Sistem, diğer tarafta ise verileri çalmakla uğraşan Fabrika. Karakter, Sistem için çalışmaktadır ve hayatını büsbütün değiştirecek bir görev alır.
Sistem, verileri yeni ortaya çıkan bilgi işleme teknolojileri sayesinde muhafaza eder. Bu teknolojiler sayesinde göreve alınan insanların beyinleri bilgisayarlara dönüştürülür. Bu sözde bilgisayarlar ile yıkama ve karma işlemleri yapılarak veriler tamamiyle özgün ve kırılması imkânsız şifrelere dönüştürülebilir. Nitekim karakterin zihninde, bu yeni ve son derece deneysel teknolojilerin etkisiyle, hiç farkında olmadığı yeni bir dünya oluşur… Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kendine ait ayrı bir incelemeyi hak ediyor. Kitabın ihtiva ettiği anlamlar ve hisler o denli engin ve büyük ki, onları bu yazının bir köşesine sıkıştırmak Murakami’ye ve eserine saygısızlık olacaktır.
Bilimkurgu asla sadece bilimkurgu değildir, edebiyat asla sadece edebiyat değildir. Murakami de bunun farkında olsa gerek. Bir keresinde The Guardian’a verdiği bir röportajda, kitaplarının karışık dönemlerden geçen ülkelerde popülerleşmiş olduğunu söylemişti. Örneğin Sovyetler’in dağıldığı 1990’lar Rusyası’nda ya da Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1990’lar Almanyası’nda Murakami oldukça popülerdi. O devirlerde bu ülkelerde ciddi bir kafa karışıklığı hâkimdi. Belki de Murakami’nin kitaplarındaki sürreal hava, kötü ve karamsar gerçeklikten bir nebze olsun uzaklaşmak için umut aşılıyordur.
Çoğu zaman bilimkurgu geleceğe yönelik karamsar bir kahin konumuna düşse de, bir bilimkurgu yazarını yüceltebilecek en önemli unsurlardan biri şüphesiz yazdıkları ile insanlara umut aşılayabilmesidir.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade