Geleceğin edebiyatı denilince aklımıza hemen enformasyon teknolojileri gelmektedir. Bu da doğal çünkü bu teknolojiler hayatımızın bir parçası olmaktan çıkıp onu biçimlendiren bir boyut ve yaygınlığa ulaştı. Bu sorun sadece edebiyat için değil, diğer bütün disiplinler için de geçerli; fizikten sosyolojiye, tıptan mühendisliğe, tarımdan ticarete akla gelen bütün alanları ciddi biçimde etkilemektedir. İnsan hayatına dair ne varsa yeniden ve yeniden dizayn edilmektedir.
Her konuda hazır bilgiye ulaşmanın kolaylığı bazı sakıncaları (tembellik gibi) taşısa da, sunduğu imkânlar bu sakıncaları görmekten alıkoymaktadır. Edebiyat bağlamında düşündüğümüzde, özellikle yabancı edebiyat eserleriyle ilgili vasat bir okuyucunun eleştiri, tanıtım ve tahlil konusunda aradığından daha fazla bilgiye ulaşması mümkündür. Peki hem edebi eser hem de eleştiri anlamında endişeye kapılmalı mıyız?
19. ve 20. yüzyılın asude habitatında yaşamadığımız gayet açık. Çağdaş kahramanlar Tolstoy’un ya da Çehov’un kahramanlarına ve onların yaşadıklarına hiç benzemiyor. Hardy için takvimsel zamana (kronoloji) uygun olarak ortaya çıkan, değişen ve mutlu ya da mutsuz bir sona varan kahramanlar yaratmak hiç de zor değildi. Geri dönüşler ve rüyâlar dışında, akışı bozan bir şey yoktu. Dickens’ın ya da Halide Edip’in ya da Hugo’nun kahramanlarını alıp toplumsal ve semantik istilaya uğramış bugünkü habitata yerleştirirseniz ortada ne olay örgüsü, ne kahraman, ne de dil kalır. Bu dünya artık yağmur ormanlarının tahribata uğradığı bir dünyadır. Burada Vadideki Zambak değil, ancak The Crying Lot of 49 yazılır. Yazarın ulaştığı ve gördüğü dünyayı çoktan görmüş veya bir tıkla daha fazlasını görebilecek donanımdaki bir okuyucu evreninde yazar çaresiz ve zavallıdır.
Otizminin farkına varmadığı sürece mutlu olan, ancak iletişimin transparanlaştırdığı fildişi kulesinde çırılçıplak kaldığının bilincine eremeyen yazar… Öldü dediler, ölmemiş, sadece bitkisel hayatta. Hiçbir kuşağın tanık olmadığı kültürel karmaşa ve alt üst oluşlar, deformasyonlar yaşanıyor. Kurgular anomalili kahramanlarla dolu. Nasıl olmasın ki! Dokunduğu her şeyi arzulanan bir forma dönüştüren devasa bir endüstri var: Kültür endüstrisi! Zıvanadan çıkardığı bireyi büyük bir özen ve şefkatle psikiyatriste teslim eden ve aslında iyi yolda olduğunu hissettiren bir güç!
Yazmak artık yaratıcılık olmaktan çıkıp, teknik bir konuya evrildi. Öyle ya, bol miktarda yaratıcı yazarlık kursları var. Yapılması gereken tek şey, okuyucunun ilgisini çekecek bir içerik bulmak; yalnızlık, yabancılaşma, olmazsa olmaz ama sıra dışı bir aşk, psikolojik çarpıklıklar vs. Alvin Kernan’ın Edebiyatın Ölümünden bahsetmesi, edebiyata ya da yazara olan nefretinden değil elbette. Hem yazarını hem de okuyucusunu üreten bir sistemi edebiyat olarak tanımlamak ne kadar doğrudur? Entelektüel bir faaliyet alanı olan edebiyat hokus pokusla, bir tüketim alanı hâline geldi; marketler kitap satar oldu, en çok satan ütü ve en çok satan kitap yan yana!
Kitabı ve yazarını anlamak, kitabı ve yazarını övmenin gerisinde kaldı. Grup, dernek, toplulukların ödüllerle makyajladığı “yazıcı”, önce zihnen sakinleştirilmenin mutluluğunu, çok geçmeden de unutulmuşluğun acısını yaşar! Kitap fuarları heves ve heyecan rüzgârıyla şenlenmekte, bit pazarları şair ve yazar morguna dönüşmekte…
Hazırlayan: Hasan Boynukara