Etkili Kısa Öykü Yazma Teknikleri

Genel olarak sözcük sayısı 1.000 ile 7.500 arasında olan anlatıya “kısa öykü” diyoruz.

“Roman sayıyla kazanır, kısa öykü nakavtla,” diyor Julio Cortazar. Sanırım kısa öyküyle ilgili bugüne kadar söylenmiş en doğru sözdür. Aynı şey şiir ve fıkra için de geçerlidir sanırım. Bir metin ne kadar kısaysa, o kadar güçlü olmak zorundadır. Bu nedenle tıpkı bir fotoğrafta olduğu gibi, siyahla beyaz arasındaki karşıtlığı (kontrast) arttırmak zorundasınız. Öyküde her şey çarpıcı olmalı. Konu merak uyandırmalı, karakterler ilginç ve abartılı çizilmeli, olay örgüsü hızlı gelişmeli vesaire. Çünkü romanda olduğu gibi, karakterleri incelikle işleyecek vaktiniz yoktur. Karakter gelişimi uzun ve ayrıntılı bir şekilde ele alınamaz. Olay bir iki sayfa içinde sonuçlanmalı ve okuyucunun dimağında belirgin bir iz bırakmalıdır.

Bu yüzden kısa öykü yazmak daha zordur. Ancak, kısa öykünün bir avantajı vardır: Kısa olması. Bu nedenle sabırsız kişiler için biçilmiş kaftandır. Kısa öykü ile roman arasındaki fark, sulu boya resim ile yağlı boya arasındaki fark gibidir. Yağlı boyada resmi tamamlamak için günler, haftalar ve hatta kimi zaman aylarca vaktiniz vardır. Beğenmediğiniz yerleri düzeltebilir, yeni şeyler ekleyebilir, hiç olmadı tümden silebilirsiniz. Ama sulu boyanın süresi suyun kuruma hızına bağlıdır. Boya kuruyuncaya kadar en fazla birkaç saat vaktiniz vardır (çoğu zaman sadece birkaç dakika…) Genellikle bir saat içinde resmi bitirmek zorundasınızdır. Bu nedenle sulu boya hataları affetmez. Saydam bir boya olduğu için hataların üstünü kapatamazsınız. Bu nedenle sulu boyada bazı hatalar hoş görülür. Amaç, o anki ışık durumunu kâğıda mümkün olduğunca ana hatlarıyla, ama etkileyici biçimde yansıtmaktır. Ustaların elinde sulu boya resimler yağlı boyadan çok daha canlı ve gerçek gibi durur.

İyi yapılmış bir sulu boyanın sanat değeri yağlı boyadan aşağı değildir. Hatta bu sanattan anlayanlar sulu boyanın canlı, saydam renklerini; kâğıt üzerinde bıraktığı lekelerin güzelliğini takdir eder ve birçok durumda onu yağlı boyaya tercih ederler. Aynı şekilde bazen bir kısa öykü okuyucunun imgeleminde yıllarca canlı kalabilir. Örneğin Steven Spielberg’in yönettiği “A.I. (Yapay Zeka)” filmi, Brian Aldiss’in bir kısa öyküsünden uyarlanmıştır. Usta bir yazar tek cümleyle bir anda kafamızda bir sahneyi canlandırabilir.

Peki, Ama Nedir Kısa Öykü?

Önce “öykü nedir?” diye sormak gerekir belki de. Öykünün sözlükteki tanımı: “Gerçek ya da hayali insanların başından geçen olayların eğlendirmek amacıyla anlatılması”dır. Burada ‘eğlenme’ sözcüğünü gülüp oynama anlamında anlamamalıyız. Bize zamanın nasıl geçtiğini unutturan her şey eğlencedir. Müzik, oyun, dans, öğrenme ve hatta çalışma bile bir eğlence olabilir. Bütün bunlar insana zamanın geçişini unutturdukları takdirde ‘eğlence (entertainment)’ olarak tanımlanabilir. İnsanlığın (açlık, hastalık vs. dışında) en büyük düşmanlarından biri can sıkıntısıdır. Sıkıntının anlamı ise zamanın akışının hissedilmesi ve yavaşlığından dolayı acı çekilmesi anlamına gelir. Eğer, yazdığınız öykü okuyucuya zamanın geçişini unutturabiliyorsa, eğlencedir. O halde, içinde acıklı ya da korkutucu olaylar barındıran bir öykü okuyucusuna zamanın geçişini unutturabiliyorsa, ‘eğlence’ olarak tanımlanabilir.

Eğlence sanatın temelinde vardır. (Tabii ki spor, çalışma, eğitim ve araştırmanın temelinde de vardır.) Bu nedenle eğlenceyi küçümseyenlere aldırmayın. İnsan için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri onu eğlendirmektir. Öykünüzün eğlendirici olması sizi utandırmamalıdır. Gurur duyabileceğiniz bir şeydir bu. Yüksek sanat, süslü cümleler kurmak ve güç anlaşılır olmak anlamına gelmez. (Gerçi, güç anlaşılan bir metin, zeki bir okuyucuya zamanın geçişini unutturabiliyorsa eğlence kategorisine girer.)

Amerikan sanatının (edebiyat, sinema, tiyatro vs.) en iyi yanlarından biri (aynı zamanda da zayıf noktası), sanatı ‘eğlence (entertainment)’ olarak tanımlamasıdır. Bu, onun hafifliğinden kaynaklanmaz. Amerikalıların sanatı anlayış biçimlerinin, zamanla bağlantılı olmasından dolayı bu tabir kullanılıyor. Elbette kitleleri eğlendirmek, onları düşünceden ve ciddi işlerden uzak tutmak anlamında kullanıldığında yozlaşmış bir sanat anlayışına işaret eder. Ancak zamanın nasıl geçtiğini unutturması anlamında düşünmenin kendisinin de eğlence olduğunu unutmamalıyız. Bu kadar vicdan muhasebesi yeter. Kısa öykü yazmaya karar verdiyseniz, artık eğlence terimi sizi ürkütmemelidir. Kalemi elinize insanları eğlendirmek (zamanın geçişini unutturmak) amacıyla aldığınızı daima hatırlamalısınız. İşte size kısa öykü yazımı için iyi bir kılavuz!

Yeniden Soruyoruz: Öykü Nedir?

bilimkurgu edebiyat

Öykünün beynimizin gizemi henüz tam olarak anlaşılamamış içyapısıyla (çalışma biçimiyle) ilgisi vardır. Bu, kişilik bütünlüğümüz ve psikolojik dengemiz açısından çok önemlidir. İnsan yavrusu, 3 yaş civarında kendi öyküsünü (ben şunu yaptım, şuraya gittim, şunu gördüm vs.) oluşturmaya başlar. Bundan önce anımızın olmaması tesadüf değildir. Bence hayvanların da kendi öyküleri vardır. Bunu özellikle de iyi tanıdığımız evcil hayvanların davranışlarından anlayabiliyoruz. Ancak hayvanlar diğer hayvanların öyküsünü merak etmezken (etseler de ellerinden gelen bir şey yoktur); insanlar daima başka insanların öykülerini öğrenmek isterler. Üstelik insanların elinde bunu öğrenmenin bir yolu vardır: Dil.

Yine de çoğu zaman başkalarının öykülerini (özellikle de övünme şeklindeyse) dinlemek bizi sıkabilir. İşte bazı insanların iyi öykücü, bazılarının sıkıcı kabul edilmesinin altında bu ince ayrım yatar. Kötü öykücü öyküsünü, kendini ön plana çıkararak anlatır. Bu arada dinleyiciyi geri plana itecektir elbette. İyi öykücü öyküyle özdeşleşmenizi sağlar. Yem, oltanın ucundaki solucandır. Yem olmadan hiçbir balık oltayı yutmaz. Aynı şekilde, okuyucuyu yemlemezseniz, öykünüzle ilgilenmeyecektir.

Peki, Ama Nedir Bunlar?

yazarligin gelecegi

İyi bir öykü anlatmanın (yazmanın) ön koşulu; okuyucuyu yemlemektir. (Böyle söyleyince olumsuz şekilde anlaşılmasın. Burada ‘yem’ sözcüğünü ‘ödül’ anlamında kullanıyoruz.) Aşağıya genel olarak tüm edebi metinlerde geçerli olan bazı kuralları sıralamak istiyoruz:

Düzgün Bir İmla

Kötü imlâ ile yazılmış bir metin okuyucuyu çekmez. Temiz bir metnin gürültüden arınmış olması gerekir. İmla yanlışları, görüntüdeki parazit gibidir. Hiç kimse parazitli bir televizyon yayınını izlemek istemez.

Akıcılık

Cümlelerin düzgün olması iyi bir öykü oluşturmaya yetmez; aynı zamanda cümleler birbirine doğal bir akış ile bağlanmalıdır. Yazarlıkta öğrenilmesi en zor şeylerden biri de budur. Tek başına çok güzel cümle kuruyor olabilirsiniz, ama yan yana gelen iki cümle birbiriyle akıcı bir şekilde bağlanmamışsa, anlatım durağanlaşır. Benim önerim, cümleleri asla kendi kendine yeten bir ada gibi kurgulamayın. Cümleler, etrafından yalıtılmış şatolar değildir. (Kaldı ki bir şatonun bile zaman zaman dışarıdan yiyecek alması, insanların şatoya girip çıkması, başka şatolardan haber getirmesi vs. gerekir.) Yani dünyada yazılabilecek tek bir cümle varmış gibi yazmayın. Her cümle, bir önceki cümleyi tamamlamalı ve bir sonraki cümleyi haber vermelidir. Cümleler, bir rafta hareketsizce duran vazolar gibi kurgulanmamalıdır. Tam tersine, raf biraz eğik olmalıdır ki o vazo yerinde duramasın, hareket etsin.

Bunu basit bir örnekle açıklamak istiyorum:

“Ayça, kapıyı açtı. İçeri girdi. Ali’yi selamladı.”

Buradaki üç cümle, bağımsız olarak ele alındıklarında hatasız olsalar da birbirleriyle bağlantılı değildirler. Cümleyi okuduğunda okuyucunun kafasında tek bir fotoğraf belirir ve bu fotoğrafın bir önceki ve bir sonraki fotoğrafla bağlantısı kurulmamıştır. Bu da duraklamalı bir slayt gösterisini andırır. Bu tür bir anlatım okuyucuyu tökezletir ve okuma eylemini akıcı olmaktan uzaklaştırır. Cümleler birbirini tamamlayan film kareleri gibi olmalıdır.

Aynı öyküyü şöyle de anlatabilirdik:

“Ayça kapıdan içeri adımını attığı anda Ali’yle göz göze geldi. Ali, sessiz bir şekilde ona bakıyordu. Bu bakıştan rahatsız olan kız, kendini selam vermek zorunda hissetti.”

Bağlantısız üç cümleyi, bağlantılı üç cümleyle değiştirdik. Okuyucunun bu anlatım yapısını izlemesi çok daha kolay olacaktır. Böylece öykü daha akıcı hale gelecektir. Dikkat edilirse ikinci versiyonda karakterlerin duyguları da verilmiştir. (Kendini onu selamlamak zorunda hissediyor, demek ki Ayça ile Ali arasında psikolojik bir gerginlik var, vs.)

İlginç Karakterler

Günlük hayatımız attığı adıma, söylediği söze paranoyakça dikkat eden; birbirine benzeyen; normalliğe, sıradanlığa, aynılığa tapan insanlarla doludur. Ama hiçbir okuyucu okuduğu bir öyküde günlük hayattaki bu tür sıradanlıkları görmek istemez. Okuyucu, karakterlerin tutkulu olmasını ister. Karakterler bir şeyi delicesine bir tutkuyla istemelidirler. (Bir yazarın dediği gibi: Bu bir bardak su bile olsa karakterler mutlaka bir şeyi delicesine istemelidir.) Bu istek ne denli umutsuz olur, ne denli imkânsız görünürse ve isteyiş ne denli kuvvetliyse okuyucu karakteri o denli çok sevecektir.

Günlük hayatta sivri dilli insanları pek sevmeyiz, çünkü çoğu zaman bize de batırırlar iğnelerini; oysa hayali karakterlerimiz sivri dilli olmalıdır. Kısaca korkusuz, sivri dilli, tutkulu ve dertli karakterler ilgimizi çekerler. Bu yüzden karakterin bir ağrısı, bir hastalığı, bir sorunu olmalıdır. Bu bir şive bozukluğu bile olabilir. Karakterlerin kaderi üzerinde etki edebilecek her şey işinize yarar. Bu yüzden karakterlerinizin bir şeylerden şikâyet edip durmasına aldırmayın. Aynı şekilde tutkulu bir şekilde bir şeyleri istemesi de sorun değildir. Klasik edebiyatta karakterler genellikle sınıf atlamak isterler. Ya da bir kadına tutkuyla âşıktırlar.

Merak Duygusu

M. Forster’e göre öykünün temeli merak duygusudur. Merak duygusu oluşturmak için Agatha Christie olmak zorunda değilsiniz. Yazdığınız her şey okuyucuda merak duygusu uyandıracaktır. Yukarıda verdiğimiz örnekte, Ayça’nın kapıyı açtığını söylersek; okuyucu “Peki, sonra ne oldu?” diye soracaktır. Biz de yanıt veririz: “İçeride Ali’yi gördü.” Okuyucunun merak duygusu tatmin olmuştur. Bu da sürükleyicilik açısından iyi değildir. O halde merak duygusunu canlı tutmalıyız.

“Ayça, kendini Ali’ye selam vermek zorunda hissetti,” dediğimiz zaman, merakı canlı tutmuş oluruz. Çünkü okuyucu Ayça ile Ali arasında neler döndüğünü merak etmeye başlayacaktır. Usta bir yazar merak duygusunu bir halka gibi okuyucunun burnuna takarak onu dilediği yere sürükler. Merak duygusunun en iyi kullanıldığı yapıtlardan biri “Da Vinci Şifresi”dir. Elbette Agatha Christie ve Isaac Asimov gibi yazarlar da merak duygusunu en iyi biçimde kullanan yazarlar arasındadır.

Çatışma

Günlük hayatta çatışmayı sevmeyiz, mümkün olduğunca her türlü çatışmadan kaçınırız. Ancak, edebi eserler böyle işlemez. Edebi eserlerden bir karakter çatışmadan kaçmak istese de kaçamaz. Eninde sonunda düşmanıyla yüzleşmek zorunda kalır. Bu onun kaderidir. (Düşman, bir insan olmak zorunda değildir. Dediğimiz gibi, bir karakter kusuru bile olabilir.) Bu nedenle karakterlerinizi savaştırmaktan korkmayın. Bir yazarın dediği gibi: Okuyucu karakterlerin güç durumlara düşmesini ister ki hangi kumaştan yapıldığı ortaya çıksın.

Yazarken kahramanın giriştiği savaşın nasıl sonuçlanacağını bilmiyor olabilirsiniz. Ama emin olun ki karakterler nasıl davranacağını bilmektedir. Çatışma insan doğasında vardır. Gerçekten bir şey elde etmek isteyen her varlık çatışmak zorundadır. Bakteri ve mantarlar arasında bile çatışma vardır. Güneş ışığı için ormandaki ağaçlar bile birbiriyle rekabet ederler. İnsan kimi zaman kendisiyle bile çatışır. O halde çatışmasız, sorunsuz, rahat bir dünya kurarak, hiçbir şekilde edebi bir eser yaratamazsınız. “Savaştan kaçmak, savaşa davettir.” Bu söz edebi karakterler için daha da doğrudur.

Söz Sanatları

Söz sanatları sizi ürkütmemelidir. Bilakis, onları öğrenmeli ve yeri geldiğinde kullanmalısınız. Akademisyenler tarafından tanımlanmış birçok söz sanatı vardır; ama genel olarak temelde “analojiler (benzetimler)” olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca, bir şeyi bir başka şeye benzetmek, söz sanatıdır. Ancak, sürekli olarak “şu şuna benziyor” ya da “şu şunun gibi” demek de bir yerden sonra okuyucuyu sıkacaktır. Yazar, kullandığı sanatı görünmez hale getirmelidir. Bu konuda ne denli ustalaşırsa, yazı dili o denli gelişir. Örnek vermek istiyorum.

“Ali için Ayça, tıpkı Adem’in cennetten kovulmasına neden olan yasak meyve gibiydi. Onu ısırmak istiyordu ama yapamıyordu,” şeklinde bir cümle kurduğunuzda, burada bir benzetme yapmış oluyorsunuz. (Ali’yi Adem’e, Ayça’yı da Havva’ya benzetiyorsunuz. Aralarındaki ilişkinin illegalliğini de ‘cennet-yasak meyve’ analojisi ile anlatmış oluyorsunuz.) Ancak, sürekli olarak “gibi, tıpkı, benziyordu vs.” sözcükler kullanamazsınız. Bu sıkıcı olacaktır. O halde söz sanatlarının daha gelişmiş biçimlerine başvurmanız gerekir.

“Ali, yasak meyveyi ısırmak istiyordu.”

Bu cümle Ali’nin duygularını çok daha canlı biçimde anlatıyor. Üstelik Ali’nin tutkusu da okuyucuya aktarılmış oldu. (Tutkunun edebiyatta önemli bir şey olduğunu söylemiştik.) Söz sanatları olduğu için üzerinde çalışmaya değer.

Dönüm Noktaları

Her öyküde okuyucunun tahmin edemediği bir ya da birkaç dönüm noktası olmalıdır. Bunlar öyküyü daha ilginç hale getirir. Peki, ama nedir dönüm noktası? Birçok farklı tanım yapılabilse de ben en hoşuma gideni vereyim: Dönüm noktası, yazarın kendisinin dahi önceden bilmediği bir değişikliktir. Evet, yazar bazı şeyleri önceden bilmez. Yazarken aklınıza tuhaf bir fikir gelirse peşini bırakmayın. Çünkü o bir dönüm noktasıdır. Nasıl sonuçlanacağını göremeseniz de yazmaya devam edin. Kırılma noktaları genellikle okuyucunun tahmin edemeyeceği şeyler olduğu için, öyküyü daha inandırıcı kılacaktır. (Sürprizler her zaman insanı canlandırır.) Örnek vermek gerekirse:

Öyküyü Ali’nin Ayça’ya olan tutkusu üzerine kurguluyorsunuz. Ama sonradan asıl çılgın aşığın Ayça olduğu ortaya çıkıyor. Ali, aslında bir başkasını sevmektedir, vs. Burada bir kırılma noktası yarattık. Bu değişiklik, öyküyü başka bir boyuta götürecektir. Ancak, kısa öyküde kırılma noktaları çok fazla olamaz. Genellikle bir ya da iki kırılma noktasından fazlası, öykü için yeterli olacaktır.

Mantıksal Tutarlılık

Her şeyde olduğu gibi, öyküde de mantıksal tutarlılık önemlidir. Bir önceki maddede sözü edilen kırılma noktalarının öykünün tutarlılığına zarar vermesine müsaade etmemek gerekir. Kısa öykü, adı üstünde kısa bir metin olduğu için olayların başını ve sonunu mantıksal bir tutarlılık içinde yazmak nispeten kolay olacaktır. Özellikle karakterlerin psikolojisinde bu tutarlığa her zaman dikkat etmek gerektiğini unutmayın. Bir karakter kendisinden beklenmeyen bir şey yapabilir, hatta yapmalıdır da. Önemli olan bu davranışın okuyucuyu ikna edecek şekilde açıklanabilmesidir.

Gerçi, günlük hayatta insan davranışları her zaman tutarlı olmayabilir. İnsanlar, kendilerinin de açıklayamadığı nedenlerden dolayı tutarsız davranabilirler. Buna “basiret bağlanması” adını verirler. Ancak, öykü kahramanlarının böyle bir lüksü yoktur, davranışları açıklanabilir olmalıdır.

En Kısa Yol İlkesi

Doğanın en temel kanunlarından biri de varlıkların tembel oluşudur. Hiçbir varlık, kısa yol dururken uzun yolu seçmez. Seçtiği zaman iradesiyle doğası arasında bir çatışma gerçekleşir. Doğası ona kısa yolu seçmesini söylerken, iradesi tam tersini dikte eder.

Ancak bir metin oluştururken doğanın kanununa saygı göstermek gerekir. Kısaca, beş sözcükle anlatacağınız bir şeyi yedi sözcükle anlatmayın, iki olumsuzu art arda kullanmayın, sol kulağınızı sağ elle göstermeyin, aynı varlığı farklı isimlerle ve sıfatlarla adlandırmayın, zarfları az kullanın, vesaire. Buna minimalist yaklaşım denir ve çoğu zaman yazar adayını birçok zahmetten kurtarır. Kısa yol ilkesi anlatımı akıcı kılar ve okuyucunun önündeki pürüzleri gidererek, anlatımın hedefine odaklanmasını sağlar. Her zaman şu soruyu sorun? “Bunu daha kısa biçimde anlatabilir miyim?” Yanıtınız evetse, kısaltmaktan çekinmeyin. Stephen King’in hesabına göre, her taslağın % 10’u atılmalıdır.

Aslında tanımı gereği kısa öykü minimalisttir. Öyküyü gereksiz yere uzatabilecek her şey, kısa öyküden çıkarılmalıdır.

Sonuç

Yazarlıkta başarılı olabilmek için bütün bu yazdıklarımızdan daha önemli olan şey, sürekli olarak yazmaktır. Her insanın yazmak için bir nedeni vardır. Ancak, her insanın uzun metinler yazacak zamanı, enerjisi ya da motivasyonu bulunmayabilir. Kimisi roman yazmak için gerekli sabra sahip değildir; kimisi yazma konusunda acemidir ve kendini geliştirmek istiyordur; kimisi elindeki konuyu roman boyutlarına genişletecek kadar kapsamlı bulmuyordur; kimisi de bir an önce edebiyat dünyasında ismini duyurmak istiyordur, vesaire.

Nedeni ne olursa olsun, kısa öykü gerek edebiyata yeni başlayanlar, gerekse de ustalar için iyi bir alandır. Sonuç olarak sürekli olarak yazmak, edebiyatın temel niteliklerini özümsemek açısından gereklidir.

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

postmodern bilimkurgu

Postmodernizm ve Bilimkurgu: Anlamın Ötesine Geçen Bir Yolculuk

Postmodernizm ve bilimkurgu, edebiyat dünyasında sınırları zorlayan iki anlatı biçimi olarak bir araya geliyor. Bu …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin