Horatius: Yergileriyle ünlü Antik Yunan şairi. Rivayetlere göre, öylesine keskin ve kıvrak bir zekaya sahipti ki, yerdiği kişilerin çoğu öznenin başkaları olduğu kanısına kapılır, alaycı bir şekilde kahkaha atarlardı. Yani Aziz Nesin hikayeleri gibi. Bir rivayete göre Horatius, bu kişilerin durumunu görünce şöyle seslenir; “quid rides? mutato nomine, de te fabula narratur”…(1) 14 Şubat 2005 tarihinde video barındırma sitesi YouTube kurulur. Basit bir arayüzle şarkıların, video kliplerin ve benzeri sınırlı sayıda içeriğin yer aldığı bir plaftormdur. Fakat Kasım 2006’da Google 1.65 milyar dolar gibi inanılması güç bir meblağ karşılığında satın alarak isminin duyulmasını sağlar. Elbette bu yalnızca başlangıçtır. Google benzeri çok ortaklı global şirketlerin felsefesi basittir; kaz gelecek yerden tavuk esirgeme. Böylece YouTube gibi henüz genç bir platformun geleceğinin de parlak olacağını anlamak zor olmaz. Nitekim aradan geçen 13 yılda bambaşka bir noktaya evrilir. Zira Google’ın reklam gücü ve zaman içinde sabırla geliştirdiği kitle, sunulan ürünü kabul etmek üzerine koşullanmış durumdadır. YouTube sadece belli başlı yayınların mecrası iken -ki bu yayınlananlar televizyondan gelen içeriklerdir- zamanla kendi içeriklerini üretmeye başlar. Kendi trendlerini, akımlarını hatta kendi çatısı altında çalışmayan bağımsız çalışanlarını ortaya çıkarır; devasa bir şirket haline gelir. Google’ın 2006’da koyduğu hedef de zaten budur. Hikayesini anlatmak isteyen insanlara yeni bir nefes, yeni bir manzara sunmak. Böylece her eve sinema olan televizyonun yerini her eve televizyon olan YouTube alır; buyurun size doğal seleksiyon.
YouTube dışında önemli bir diğer mecra ise Twitter. Sosyal medyanın başlangıç yılları sayılan 2005-2006 yıllarında kullanıma açılır. Mikroblog site olarak adlandırılan Twitter, kullanıcılara belirli bir sayıda karakter kullanma imkanı vererek haberleşmelerini sağlar. Bahsi geçen bu sınır zamanla artarak bugünlerde 280 karaktere ulaşmıştır, yine de temel hareket noktası aynı. Ayrıca YouTube ve diğer sosyal medya platformlarından farkı güncel ve hızlı olması. Haber alma konusunda adeta bir istihbarat ağı olarak işler. Hikaye anlatıcılığı konusunda ise adeta bir devrim. Bu hususta iki önemli nokta oldukça belirleyici. İlki, bahsi geçen karakter sınırlaması. Zweig‘ın çıkarılacak bir şey kalmadığında hazır olduğunu iddia ettiği rafine edebi ürünler, kelime tasarrufunu da öncelik haline getirirler. Her düşündüğünü yazmayıp, kelimeleri borç aldığı ve her kelimede birikiminden eridiği düşünerek ortaya yalın metinler çıkarmalıdır. Hibrit öykü fikrinin doğuş noktası da hız çağında yalın metinlerin gerekliliğinin, kitlelerin bilgiye erişimi orantısında olması fikridir zaten. Twitter’da çağının dilini yakalayarak az, öz ve hızlı bir anlatım gerekliliğini gösterir. Diğer yönü ise kitlelerin ilişkisinde şekillenir. Paylaşılan bir tweet, bazen zincirleme reaksiyon ortaya çıkararak kar topunu çığ haline getirebilir. Bu hem hızı hem de niceliği açısından bir devrim değil midir? Kısa, yalın, güncel ve daima çoklu etkileşim içinde; çağımızın dilinin tanımı budur. Öte yandan bilgi kirliliği de bilginin niteliğini düşürmekteyse de başka bir yazının konusu. Öncelikli olarak dikkat edilmesi gereken husus, hikaye anlatıcılığının teknoloji ile entegre hale gelişi ve insanlığın geleceği açısından önemi. Teknolojinin her alanda alternatifler, yeni fırsatlar ve yöntemler denediği bir çağda geleneksel yollara saplanıp kalmanın yalnızca mutlak olanı anlamsızca inkara dönüşeceğini görmek kuşkusuz gerekli. Bu hususta geçen yazımızda Hasan Boynukara ve Mustafa Everdi‘nin kitaplarına değinmiş, sosyal medyanın hikaye anlatıcılığındaki bağlamsal rolünü irdelemiştik. Öyleyse buradan hareketle; interaktif hikayeciliğin devamında bizleri neler beklemekte? Sosyal medyanın rolü, tüketici ile üretici arasındaki duvarları kaldırıp birebir bağlantı kurma fırsatı tanımasıdır. Hibrit Hikaye ise bir adım daha atarak okura yazara müdahale hatta onunla birlikte yazma imkanı verir. Böylece yazmak eylemi düşünmek ile bütünleşir ve bilginin akışı da kökten bir değişikliğe uğrar.
BABY
“When I heard the phone ring again, I ran to the stairs. As I was running down the stairs, I started to hear crying. I shone my phone around the corner of the staircase and saw the crying baby getting closer. I crawled over to it and kicked it as hard as I could. The crying from the stairs turned into a soft metallic sound. I turned back towards the hallway I came from, nothing seemed to be the same, I felt lost, things had been moved from their place and the only thing that caught my attention was the light from the hallway. At this point I could not believe what I was seeing. I turned around and noticed that the furniture had been removed. I had to get some more visibility from the hallway. The crying got louder, I turned around and saw something moving. There it was again,the baby … he was bloody,but still breathing. And somehow talking to me “Manuel, it is not so easy to do away with me” “You need to play with me, then I will let you go … BUT ONLY AFTER I CHEW YOUR FACE” I stare at the baby and then, for the first time, I realized: The baby… WAS ME! ME! “ME! ME!” I screamed at the top of my lungs. I turned around and saw a face moving back and forth in the baby monitor. Its eyes melted, its face twisted – opening up to reveal a nightmarish scene. I stared, transfixed, but the image flickered. Not even a moment later the camera shut off. I pressed the switch but nothing happened. I look around. In the corner I see something that sends shivers down my spine. It was a man. He was completely naked and white with blood on his hands. He stared at me with those big black eyes, and then he spoke. “I want to show you something.” From his wide open mouth, three hands emerged and caught hold of me,dragged me closer to him. Everything went black.”
Bebek ismindeki bu hikaye anahatlarıyla klasik bir gerilim, korku hikayesi olarak göze çarpar. Bir bebeğin ağlaması ve annesinin bu olay üzerine gösterdiği tepkileri konu alan hikaye, okurunu gerilime çekerek bütünleşmesini sağlamakta. Fakat, hikayenin asıl ayırt edici noktası yazarının bir insan değil de, yapay zeka yazılım olması. Hikayenin sahibi Shelley, yapay zeka bir yazılım ve ismi Frankenstein romanının sahibi ünlü yazar Mary Shelley‘den esinlenilerek verilmiş. Hikayelerini ise sosyal medyada kaleme alıyor. Nasıl mı? Shelley, kullanıcısı olduğu Twitter hesabında birkaç adet tweet atıyor. Ardından takipçisi olan diğer kullanıcılardan devam ettirmelerini istiyor. Onların cevaplarına göre de metni geliştiriyor. Alıntıladığım hikayede tam olarak altı adet katılımcı bulunmuş. Koyu kısımlar Shelley’e, geri kalanlar ise katılımcılara ait. İşte Hibrit Hikaye dediğimiz şey tam olarak budur. Birçok katılımcının ortaya çıkardığı müşterek, tek bir ürün. Etkileyici, değil mi?
Hikaye anlatıcılığı, hatta bilişsel tüm işlerin yalnızca insana ait olduğu kanısı yaygındır. Makine çalışır ama insan düşünür. Oysa unutulan bir gerçek vardır: Sanayi devriminin evvelinde de çalışan makine kavramı saçma bulunurdu. Trenlerin, arabaların, uçakların ve birçok başka aracın icadı insanın fiziksel güce dair ihtiyacını karşılayarak kısa zamanda önemli adımların atılmasına sağlar. Artık çift sürmek, tarlayı gübrelemek için öküzlere gerek kalmaz. Bu işler makinelerle çok daha kısa sürede halledilebilir hâle gelir. Gelgelelim, bilişsel olarak makineler halen bize bağımlılar ve henüz algoritmaların ötesinde eylemsel aktiviteler içinde görünmüyorlar. Ancak bunun da değişecek olması normal değil mi sizce de? Düşünen makinelerin makine öğrenmesiyle insan öğrenmesi hibrit edilerek geliştirildiği çağımızda, sanatın da yalnızca insana mahsus bir eylem olarak kalmayacağı aşikar. Daha az evvel bir yapay zeka yazılımın henüz emekleme aşamasında yazdığı hikayeyi okuduk; ileride neler olabileceğini kim bilebilir?
Bu hususta makine ile insanın arasındaki farkın kalkması, insanın da ilgili farkın ortadan kalkışını bilmeden diyaloğa girmesini konu alan ünlü bir test vardır; Turing Testi. İngiliz Bilgisayar Bilimcisi Alan Turing‘in geliştirdiği bu sistemin amacı, bilgisayarın ya da diğer bir deyimle makinenin irade sahibi bir hale gelmesinin ölçütünün başka bir irade sahibi canlıya ondan farkı olmadığını kanıtlamasıdır. Basit bir soruyla başlar bunu sorgulamaya; “Can Machines Think”(3), yani; makineler düşünebilir mi? Yapay zeka çalışmalarının hedeflerinden birisi, bir gün insan gibi çalışan bir bilgisayar yapmak olarak görülürse, bu durumda bir bilgisayarın insan gibi çalışabilmesi gerçekten mümkün olabilir mi? Turing bu soruyu bahsi geçen testle kanıtlamak ister. Bir duvarın arkasında iki bilgisayar ve bilgisayarlardan birisinin klavyesinde yazı yazan bir kişi, diğerinde ise çalışan bir yazılım vardır. Denek konuşmaya başlar ve devam ettirir. Konuşma sırasında herhangi bir fikri olmadan o an edindiği izlenimlere göre tahminlerde bulunur. Acaba hangisinin yazılım olduğu fark edebilir mi? Okuduğumuz hikayeye bakılırsa, Turing Testini aştık ve gidiyoruz. Peki, şimdi ne olacak?
Yapay zeka sanatçı olabilir mi? Bu uzun zamandır sorulan ve çeşitli yanıtları olan bir soru. Kimilerine göre sanatçı olması mümkün değil, kimilerine göreyse sanatçı olabilmesi için kendisini üreten insandan tamamen özerk hale gelmesi gerekli; fakat bir kesim bilim çevreleri sanatçı olarak yapay zekayı yapılandırmaya çoktan başladı bile. Georgia Teknoloji Üniversitesi’nden bilim insanları, bilgisayara interaktif macera kitapları için hazır hikayelerin işlenmesi yoluyla senaryo yazmayı öğrettiler. Yapay zekaya Binbir Gece Masalları’ndan esinlenerek Şehrazat adı verildi. Şehrazat, analiz ettiği hikayeleri anlamasa da tekrarlanan motifleri tespit edip seçebiliyor. Ayrıca hikayedeki bazı olayların diğerlerinden önce gelmesi gerektiğini belirleme yeteneğine de sahip. Yapay zeka, böylelikle insanlar tarafından yazılan hikayelerden interaktif öyküler oluşturabiliyor.
Diğer bir çalışma ise dünyanın en büyük bilişim şirketlerinden olan IBM‘e ait. IBM’in yapay zekası Watson, 2016 yılında çekilmiş bilimkurgu ve gerilim türündeki Morgan filmi için fragman hazırladı. Yapımcılığını usta yönetmen Ridley Scott’un üstlendiği Morgan filmi, böylece bir ilke imza atmış oldu. Bilimkurgu ve gerilim türündeki filmlerin fragmanlarını tek tek tarayan Watson, bu fragmanların yapılış biçimini temel alarak, izlediği filmin en çarpıcı karelerini öne çıkardı. Diğer yandan Watson’ın hazırladığı fragman filmin konusu ile de yakınlık gösteriyor, zira film yapay zekanın gerçeklikle olan ilişkisini konu alıyor. Bir nevi Ex Machina filmiyle de koşutluk gösteren film, Turing Testine de göz kırpıyor.
Watson’ın çalışmaları tipik bir makine öğrenmesi örneği. Bazı insanlar bu tür çalışmaların sonuçlarının, yapay zekayı sanatçı kılmayacağı ve yalnızca mukallid olarak kalacağını iddia ediyor. Nitekim yalnızca fragman ortaya çıkarmak bir ölçüde haklı olabileceklerini de gösteriyor; elbette anlayacağınız üzere durum bundan ibaret değil. Sizi Benjamin ile tanıştırmak isterim. Benjamin de Watson gibi makine öğrenmesi sürecinden geçen bir yapay zeka yazılım. Lakin Benjamin fragmanlar yerine senaryolar inceler. Böylece zamanla film senaryoları yazacak hale gelir. Nitekim 9 Haz 2016 tarihinde ilk filmi Sunspring yayınlanır ve Benjamin film senaristi olarak kariyerine başlar. Ardından 28 Nisan 2017’de It’s No Game yayınlanır ve Benjamin kendini ne kadar geliştirdiğini kanıtlamış olur. Ama asıl önemli gelişme 11 Haziran 2018’de yayınlanan Zone Out ile görülür. Senarist Benjamin bu filmle birlikte yönetmenlik koltuğuna da oturur. Başarısının ölçüsünü hayal edebiliyor musunuz? Bir yapay zeka yazılım bilimkurgu filmi yönetiyor ve başarılı da oluyor; muazzam değil mi? Filmlerine Youtube üzerinden ulaşabileceğiniz Benjamin ayrıca şarkılar da yazıyor.
Sanatın bir diğer alanı resimden bahsetmeden yazıyı bitirmek olmaz. Yıllarca Monet, Picasso, Van Gogh gibi nice ressam çıktı ve birçok akıma öncülük ederek ardında önemli çalışmalar bıraktılar. Fakat diğer alanlar gibi bu alanda da artık öncüler yapay zeka yazılımlar olabilir. Bu konuda ilk hatrı sayılır çalışmayı Google yaptı. Yapay zeka yazılıma, bir insan tarafından çizilen şekli belirli algoritmayla eşleştirerek, şekli düzenlemeyi ve ünlü doodle‘ları tasarlatmayı öğretti. Bununla da sınırlı değil. Bir yapay zekanın yaptığı tablo, resmi bir müzayedede satışa çıkarıldı ve 16 bin dolara alıcı buldu. AICAN isimli bu yazılımın başarısı sizce de takdire şayan değil mi? Diğer yandan GauGAN da hızlı bir şekilde öğrenmeye devam etmekte. Captionbot gibi görselleri tarayarak tanımlayan GauGAN, belirsiz çizimleri bile kurgulayarak şahane resimlere dönüştürebiliyor. Örneğin kahverengi bir yükselti çizdiniz diyelim, yanına da biraz yeşil serpiştirdiniz. GauGAN çizimi inceliyor ve resme dönüştürüyor. Aynı Bob Ross gibi…
İnsan, tarih boyunca yaşadığı ve gözlemlediği ne varsa anlatmıştır. Kitlesel savaşların yanı sıra bireysel ve toplumsal dinamikleri şekillendiren çatışmalar da hikayeler aracılığıyla nesillerden nesillere aktarılagelmiştir. Kolektif şuuru oluşturan ne varsa hikayelerimizde saklı, bizleri ortaya çıkaran tüm etmenlerin tarifi anlatıcılığımızın satır aralarında. Anlatıcılık asla değişmedi; dün doğaya bakıp hayallerle açıklamaya çalışan atalarımızın aksine yalnızca bakış açımız değişti ve bizlere uzaya bakarak düşler kuruyoruz. Demiri ıslah ettik, anlattık; medeniyet inşa ettik, kültürler meydana getirdik, devamlı olarak yeni ufuklar keşfettik. İnsanoğlu ummana baktı yıllarca ve aşmak için yollar aradı. 1500’li yıllarda bunun öncüsü İspanyol Kraliyet Ailesi iken, bugün Nasa oldu. Aynı akışın içinde, birbirimizle bütünleştiğimiz noktada, hikayelerimizi neşrettik. Tam bu noktada ise tabi ki anlatanın ve dinleyenin nitelikleri de belirleyici hale geldi.
Sapiens soyut düşünebilen tek varlık olarak diğer tüm insan türlerinden ve canlılardan ayrıdır. Bu sebeple ismi Homo Sapiens yani Akıllı İnsan’dır. Doğal Seleksiyon, en uyumlu olanı almış ve bazı gelişmeler neticesinde zirveye çıkarmıştır. Doğal Seleksiyon’un yeni aşaması da hikayesini anlatacak canlının farklılığında şekillenecektir. Fakat yine de sormak gerekir; yapay Zeka sanatçı olabilir mi? Sanat anlayışı, yaşam anlayışıyla birdir. Ortaya koyduğumuz ürün, yaşam ve çalışma şekillerimizin tesiri altında şekillenir. David Hume, insanın arzularının aklının efendisi olduğunu söylerken, ortaya koyduğu ürünlerde baskın çıkan da arzuları ve duyguları olur. Öte yandan makinenin insan gibi düşünemeyeceği, onun gibi zaafları olmayacağı ve kendine has bir yaklaşıma sahip olacağı düşünülürse; ortaya koyacağı ürün de farklı olmaz mı? Velhasıl, bu ürünün sanat olup olmayacağı önemli bir tartışma konusu olacaktır, fakat gelen günler değişimin hiç de kolay yaşanmayacağını göstermekte. Sancılı değişimlerde kurtulacaklar ise her daim en uyumlu bireyler olacaktır.
Dipçe:
- Neden gülüyorsun? Adı değiştir; anlatılan senin hikayendir.
- http://shelley.ai/
- M. Turing (1950) Computing Machinery and Intelligence. Mind 49: 433-460.