Elli küsur yıl sonra bir bilimkurgu metninin çarpıcılığını koruması sık rastlanan bir durum değil. Yazdıkları kadar kişiliğiyle de provokatif biri olan Harlan Ellison’ın nükleer kıyamet sonrası bir dünyayı anlattığı A Boy and His Dog öyküsü, o zaman için kuşkusuz çok çarpıcı, kışkırtıcı bir metindi. Bu konu sonrasında defalarca işlenmesine rağmen hâlâ da öyle. Her şeyden önce, edebi anlamda matematiği tıkır tıkır işleyen bir metin olduğu, en ufak bir gevezelik göstermeksizin başından sonuna merakla okunduğu için. Ve tabii sürprizli sonu için. Ama herhâlde en çok, kıyamet sonrası dünyanın acımasızlığını aktarmak üzere yarattığı hümanizm karşıtı, hayli sert, alabildiğine alaycı, erdemin e’sini barındırmayan yaklaşımı en ufak şekilde eğip bükmeyerek okuru sürekli havada, gergin tuttuğu için.
Çıktığı yıl En İyi Kısa Roman dalında Nebula ödülünü alan, ertesi yıl aynı kategoride Hugo’ya aday gösterilen öykü, takriben günümüzde geçer. 2007’de yaşanan nükleer savaş sonrası ortam darmadağındır. Erkekler cepheye gittiği, kadınlar şehirde kaldığı için nükleer saldırı sonrasında kadın nüfusu dramatik boyutta düşmüştür. Sağ kalan erkeklerin bir kısmı çetelerde toplanmış, ufak bir kısmı da “solo” takılmaktadır. Herkesin derdi karnını doyurmak ve sağda solda kalmış bir avuç kadının ırzına geçmektir. Ufak bir azınlık ise yer altında yarattıkları mekânlarda hiçbir saldırganlığa yer olmayan, saygılı, erdemli topluluklar hâlinde yaşamlarını sürmektedir. Abazanlıktan kıvranan kahramanımız Vic, savaş döneminde hayvanlar arası nakiller yoluyla yapılan denemeler sonucu telepati ve üst düzey düşünme becerisi kazanmış köpeği Blood ile birlikte gittiği seks filmleri gösterilen sinemada, erkek kılığındaki bir genç kadına denk gelir. Tecavüz etmek amacıyla onu takip eden Vic, bir binada kıstırdığı kıza saldırmak üzereyken duygusal hâllere girer. Bu esnada binayı bir çete basar ve olaylar gelişir.
Öykü ve öyküyü baz alarak 1975’te çekilen film, Mad Max gibi yapımları, Fallout oyununu (ve dizisini) bariz şekilde etkilemişti. Ne var ki öykü haleflerine kıyasla çok daha serttir. Tek düsturun hayatta kalmak olduğu bu dünyada iyiye, duygusallığa, naifliğe yer yoktur. Ebeveynlerini erken yaşta kaybetmiş, akıllı ama avlanamayan bir köpek tarafından yetiştirilen baş kahraman bir tecavüzcüdür, onun akıl hocası olan köpek mizantroptur, genç kadının sinsi planları vardır. Amerikan beyaz orta sınıf steril mahallelerini temsilen yer altında yaşayan nazik, erdemli, dindar aileler öykü boyunca kesif bir alaycılığa maruz kalırken başlarına gelmeyen kalmaz. Özetle, A Boy and His Dog sindirmesi zor bir lokma. Özellikle kadınların tasvir edilme biçimi, sadece seks ve üreme aracı olarak gösterilmeleri sıkça eleştirilmiştir. Öyküde bunu dengelemenin bir yolu genç kadın Quilla June’ın gözünden yaşananların aktarılması olabilirdi, zira onun ne düşündüğünü ne yaşadığını bilemeyiz. Fakat bu yaklaşım öykünün mekaniğine ters düşecek, Ellison’ın yaratmak istediği çarpıcı, sert gerçekçilik bozulacaktır.
Ellison öyküyü 1. tekil şahısla tamamen Vic’in dünyasına odaklı kurgular, her şey Vic’in gözünden anlatılır. Yazar aslında tam bu noktada eleştirilere karşı bir kalkan oluşturur. Okuduğumuz her şey şaftı kaymış bir dünyada hayatta kalmaya çalışan bir ergenin yaşadıklarıdır; Vic vicdanıyla, içindeki iyilikle, yapıcı duygularla tanıştığı her noktada suratına tokadı yiyecektir. Elbette öykünün Vic’in gözünden anlatılması Ellison’ı eleştirilerden kurtarmıyor. Quilla June’ın yer aldığı hemen her sahne öykünün inandırıcılığını törpülüyor; sinemadaki 31 taklidi, mahzende yaptıkları, Topeka’da yarı çıplak koşuşu, tüfekle sağa sola ateş edişi kurgusal bir yapmacıklık yaratıyor ve anlatımdaki erilliği zirveye çıkarıyor.
Ellison’ın keskin bir kültür eleştirisini elden hiç bırakmayan, her daim alaycı, provokatif ve düşünce akışında sınır tanımayan yaklaşımının, Vietnam Savaşı’nın yarattığı karamsarlıkla birleşmesi sonucu ortaya çıkan öykü, dantel gibi işlenmiş hayli kıvrak, incelikli edebi tarzıyla ne olursa olsun kendini bugün de okutturmayı ve kafalarda pek çok soru yaratmayı başarıyor. Ancak, sahtekâr bir kültüre, dünya çapında bir sömürü ve savaş makinesine dönmüş bir topluma duyduğu öfke, insanlığın ne kadar düzelmez bir durumda olduğuna varan soyut bir mizantropiye bağlanınca, çarpıcı bir etki yaratmakla birlikte sonuçta okura apati dışında pek alan bırakmıyor.
Türkçeye hâlen çevrilmemiş olması ise şaşırtıcı.
Yazan: Hira Doğrul