Bilimkurgunun “Kadın Sorununu” Çözmek

Hem sıkı bir bilimkurgu hayranı hem de başarılı bir bilimkurgu yazarı olan Molly Flatt’ten “geleceği icat eden kadınlar” konusunda bir bilimkurgu öyküsü yazması isteniyor. Bunun üzerine Flatt, bir öykü düşünmek yerine erkek egemen bir tür olan bilimkurguyla ve Scully Etkisi denen fenomenle ilişkisini en baştan değerlendirmeyi seçiyor. Okuyacaklarınız, Flatt’in bu değerlendirmeden çıkardığı görüşleridir. Ama önce Scully Etkisi’nin ne olduğuyla ilgili ufak bir hatırlatma yapalım.

Scully Etkisi; medyada rol modellerin, kadınların bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi (kısaca STEM) erkek egemen meslek alanlarına yönelmelerinde etkili olduğunu söyleyen bir fenomendir. Geena Davis Enstitüsü’nün, Medyada Cinsiyet Rolleri üzerine 2000 kadınla yaptığı bir araştırma, bir STEM kadınını medyada görmenin kadınların meslek seçimlerinde etkili olabileceğini gözler önüne sermiştir. Buradaki Scully ismi, bir döneme damga vuran bilimkurgu dizisi The X Files’ın başkarakteri Dana Scully’den gelir. Hatırlarsanız Dana Scully tıp eğitimi almış olan, her türlü para-normal olayı bilimle açıklamaya çalışan son derece şüpheci bir FBI ajanıydı. Kısacası, Dana Scully tam bir STEM kadınıydı. Bu kurgusal kadının, doksanlı yıllarda STEM alanlarında kariyer yapmayı arzulayan pek çok kadına ilham ve cesaret verdiği düşünülüyor. Şimdi sözü Molly Flatt’e bırakalım.

Geçtiğimiz günlerde, bir bilimkurgu antolojisi için “geleceği icat eden kadınlar” hakkında bir kısa öykü yazıp yazamayacağımı sormak için aradılar. Öyküyü dört haftada yazmam gerekiyordu, yapabilir miydim? Düşündüm. Haftada üç günümü alan bir işim, iki yaşında bir çocuğum ve deli gibi tanıtımını yapmam gereken yeni bir romanım vardı. Yine de şayet büyükannem çocuğuma dört haftalığına bakıcılık yapmayı kabul ederse, haftada üç gün üzerine çalışarak bu öykü işini kıvırabilirdim. “Tamam, yapabilirim,” diyerek telefonu kapattım. Ama sonra panik başladı. Antolojinin teması olan “Geleceği icat eden kadınlar” gerçekte ne anlama geliyordu? Benden nasıl bir öykü yazmam bekleniyordu şimdi? İçinde adet gören uzaylıların olduğu bir uzay operası mı? Ya da duyguları olan ve bunlar hakkında konuşmayı seven robotları anlatan ütopik bir Tekillik öyküsü mü? Ya da Zuckerberg’in Facebook’u kapatıp koşarak yatırım yapmaya gideceği kadar woke ve de empatiyle dolu bir sosyal medya platformu versiyonu mu?

Kendi kimliğime ilişkin sorunlar da vardı. Şöyle düşündüm: Ben kimim ki geleceği icat edeyim? Bir kere teknoloji konusunda uzman değilim. Yazılım nedir bilmem. Evet, romanım “nöro-bilimkurgu” olarak tanımlanmış olabilir ama hikâyem kesinlikle “sert bilimkurgu” denilen kategoriye dâhil değil. Öyle ki, yazarken kesinlikle bilimkurgu olduğunu düşünmedim. Yayıncımın pazarlama ekibi de aynı fikirde olmalı ki kitabı Chick Lit (Genç kadınları hedef alan popüler kurgu) olarak tanıttılar. İnsanlığın geleceğine dair bir vizyon ortaya koymaya çalıştığımı, ayrıntılı teknolojik jargon kullandığımı ise tamamen göz ardı ettiler ve romanı “Bridget Jones ile Matrix buluşması” diye pazarladılar.

Her neyse. Geleceği icat eden kadınlara dönersek benim cinsiyetimin dahi tartışmalı olduğunu söylerim. Zira çoğu zaman kendimi yürümeye yeni başlamış bir çocuğun kölesi ve de cinsiyetsiz bir kelime makinesi gibi hissediyorum. Böyle hissedince de soruyorum: Acaba ben kız kardeşliği temsil edecek kadar kadın mıyım?

Toplumsal cinsiyete ilişkin her türlü tartışma genellemeler ve klişelerle doludur. Ancak elimizde tartışmaya açık olmayan bir gerçek var: Kadınlar, Birleşik Krallık’ta bilgisayar bilimi okuyan insanların yalnızca yüzde on altısını oluşturuyor. Yani geleceğimizi yönlendiren cihazların, platformların ya da sistemlerin tasarımı üzerinde yadsınamaz bir erkek etkisi var. Burada bir dengesizlik olduğu açık ve bu dengesizliğin, aynı derecede zehirli bir edebi ikizi de mevcut. Bilimkurgunun hem yazarları hem de okurları açısından erkek egemen bir tür olduğu bilinen bir gerçek. Bu konuda herhangi bir şüphesi olan NPR’nin (National Public Radio) en iyi 100 bilimkurgu ve fantastik kurgu kitapları listesine nüfuz eden kadın düşmanlığına bir bakabilir. Liz Lutgendorff’un da bu konuda iyi bir incelemesi var. Ama neyse ki bu manzara değişiyor. Giderek daha çok kadın (bilhassa farklı ırklardan kadınlar) bu türden eserler kaleme alıp Arthur C. Clarke ve onun ABD’deki muadili Hugo gibi prestijli ödüller kazanıyor. Üstelik yakın zamanda ikonik bilimkurgu çizgi romanı 2000 AD’nin tamamı kadınlardan oluşan bir baskısı yapılacak. Bunlar harika gelişmeler. Ancak hâlâ gidilecek uzun bir yolumuz var.

Bununla birlikte, bazı insanlar bilimkurguda kadın rol modellerin bulunmayışının gerçek dünyaya zarar verdiğine inanıyor. Örneğin Laurie Penny, Guardian için yazdığı bir makalede şöyle diyor: “Şu anda, gerçek dünyanın geleceği nasıl organize edeceğine dair bir fikri yokmuş gibi görünüyor. İşte tam da bu yüzden, tam da şimdi, kadınların zihinlerinden çıkacak gelecek vizyonları her zamankinden daha gerekli.” İşte, benden bir öykü yazmamı istemelerinin nedeni de buydu. Doteveryone (İngiltere’de bir hayır kurumu), yani onun arkasındaki düşünce kuruluşu, kadınların zihninden çıkan ve içlerinde güçlü kadın karakterler barındıran hikâyelerin, daha fazla kadın ve kız çocuğunun geleceğin mucitleri ve girişimcileri arasına katılmasına katkı sağlayacağını umuyordu. 

Boom! Bu fikir bende direkt Londra’nın Silikon Vadisi East London Tech City’ye gitme ve burada çalışan “bro-gramcılara” Becky Chambers ve Nnedi Okorafor’un kitaplarını armağan etme isteği uyandırdı. Sorun şu ki, ben de bu kitapları aldığımdan tam olarak emin değildim.

danascully5

Bilimkurgu beni büyüten şeylerden biriydi. Ama o büyük klasiklerin çok azına hayranlık duyduğumu itiraf edeyim. Ben daha çok 1980’ler ve 2000’ler arasında yayımlanan yeni roman dalgasından etkilendim. Evet, Jill Paton Walsh’u, Ursula K. Le Guin’i ve Octavia Butler’ı severek okudum ama aynı zamanda William Gibson’ı da sevdim. Ucuz roman olarak kabul edilen Space Above and Beyond romanlarını da öyle. Ayrıca ben büyürken, erkeklerin yazdıkları kitaplarda da derinlikli kadın kahramanlarla karşılaştım ki Peter Dickinson’ın genç yetişkinleri hedef alan romanı Eva uzun süre favorim oldu. Bununla birlikte, hayran olduğum birkaç erkek kahraman ve hatta insan bile olmayan kahramanlarım vardı. Kendi deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim; insan çocukken çok daha fazla cinsiyet körü (hatta tür körü) oluyor. Cinsiyetlere kafayı takmak sanırım biz yetişkinlerin işi.

Gel gelelim, bilimkurguya olan aşkım beni teknoloji kariyerine yönlendirip bir STEM kadınına dönüştürmede pek de işe yaramadı; bunu iki koca yılını The X Files hayran kurgularını okuyarak geçirmiş biri olarak söylüyorum. Geena Davis Enstitüsü’nün yaptığı çalışma, The X Files’ı düzenli olarak seyreden kadınların pek çoğunun STEM endüstrilerinde çalışmaya yöneldiklerini söylüyor ve buna Scully Etkisi diyor. Sanırım benim Scully Etkisi’ne karşı bağışıklığım vardı. Zira üniversite zamanı geldiğinde, mühendisliği bir kenara itip edebi feminist utancıma tutunarak İngiliz Edebiyatını seçtim.

Yine de hikâyemi yazmaya başladığım zaman bilimkurguya dair daha önce içselleştirdiğimin farkına bile varmadığım bazı önyargılarımla karşılaştım. İlki kahramanımla ilgiliydi. Mesela romanımın kahramanı ortalama bir zekâya sahip, beceriksiz ve öyle çok belirgin bir özel yeteneği olmayan biriydi. Ancak feminizm bayrağı sallamak isteyen bir antoloji için sanırım bunun tam tersine ihtiyacım vardı. Yani son derece güçlü ve doğuştan yetenekli bilimkurgu kahramanlarından birine. Hani dar, siyah deriler giyen, mor saça takıntılı, genç, çatık kaşlı ve her zaman formda olan siberpunklar gibi. William Gibson’ın Pattern Recognition’ındaki Cayce Pollard’la tanıştığımdan beri o hasarlı kötü kızları ben de baya seviyordum. Ama onlardan birini yaratmaya kalkınca şunu fark ettim: Onlar kadın değildi. Ne kadar güçlü ve asi görünürlerse görünsünler, bu karakterler duygusal açıdan bodur ve bu anlamda sonsuza dek genç kalmaya yazgılı kızlardı. Bu farkındalık, sonrasında benim için daha dehşet verici bir soruyu getirdi: Ben gençliğimde hiç de asi, soğukkanlı ve seksi değildim; açıkçası silik bir tiptim. Acaba edebi anlamda teknolojiye duyduğum tutkuyu bir işe çevirme konusunda beni durduran şey, bu işi yapabilecek kadar küstah ve bağırgan biri olmayışım mıydı? Gençken buna mı inanmıştım? Bu yüzden mi şu an milyarlarca dolar kazanmıyordum?

Böylece hikâyemin kahramanı 47 yaşında, son derece sade, pragmatik ve eşcinsel biri oldu. Çünkü artık şunun farkındaydım: Ben gece gündüz demeden çalışan, yapayalnız, çoğunlukla agresif ve neredeyse akıl hastası olan muhteşem mucit karaktere (bu Mary Shelly’den Neal Stephenson’a ve ötesine uzanan bir geleneğin ürünüdür) çok kolay kapılmıştım. Bu baştan çıkarıcı edebi mesajın bir zamanlar üzerimde bıraktığı etkiyi bir kez daha değerlendirdim. Sanırım gençliğimde gelecek için hedeflediğim şey mutlu ve sağlıklı (yani sade) bir yaşam sürmek olduğu için bilimsel anlamda harikalar yaratacak biri olmadığımı varsaymıştım.  

Bu hikâyeyle ilgili sorunlardan biri de elbette işin bilimsel yanıydı. Hikâyemi uykunun nörobiyolojisine dayandırmak istiyordum ama bir yandan da bunu bilimsel anlamda doğru biçimde yapabileceğimden şüphe duyuyordum. Ufak dozlarda da olsa “sert” bilimkurgu yazmaktan hoşlanıyordum ama hiçbir zaman böyle yazmaya mecbur hissetmemiştim. Oysa şimdi kafamın içinde, “romantizmi uzayda geçirdiklerinde ya da işin içine her ırktan bir karakter koyup çeşitlilik dersi verdiklerinde bilimkurgu yazdıklarını sanıyorlar” diyen modern bilimkurgu eleştirmenleri vardı. Bu iddiaları çürütmek için teknik açıdan kusursuz, bilimsel anlamda hatasız bir kaleme ihtiyacım varmış gibi hissediyordum.  

Nihayetinde, ideal bir kadın bilimkurgu yazarı olmaya çalışmaktan vazgeçtim ve benden ne çıkıyorsa onu yazdım. Benden çıkan şuydu: Keder, aşk ve aile üzerine, yakın gelecekteki bilimi hafife alan, A Darker Wave adında bir hikâye. Ancak tüm bu söylediklerim benim hikâyemin antolojideki diğer hikâyelerden daha kadınsı ya da daha derin olduğu anlamına gelmiyor. Antolojide benimkinden çok daha kadınsı kahramanlar (Kassandra Khaw’ın There are Wolves in These Woods’u), çok daha görkemli atmosferler (Madeline Ashby’nin The Cure For Jetlag’i) ya da bilimsel anlamda çok daha başarılı (Liz Williams’ın In the God Fields’ı) hikâyeler var. Hepimizin hikâyesi farklı ama bence bu hikâyelerle ilgili heyecan verici olan şey ne kadar kadınsı oldukları değil. Heyecan verici olan, bu kadınların şaşırtıcı derecede farklı bakış açıları, korkuları, umutları ve dikkat çekici fikirleri.

Bana kalırsa çeşitlilik dediğimiz ve arzu ettiğimiz fikir, farklı insanlardan benzer şeyleri beklemekten fazlası olmalı. Teknoloji dünyası da bu yanılgıya düşüyor; ben de düştüm. Bütün kadınların yazılım öğrenmesi gerektiğini dikte eden, bambaşka geçmişlere sahip insanların bakış açılarını değiştirme konusunda hiçbir gelişim göstermeyen kuruluşlara başvurmalarını bekleyen, verilerle hesaplanamadığı için sezgilerin değerini küçümseyen de bu fikir.

En iyi bilimkurgu hikâyeleri, her zaman beklentilerimizin ötesine geçen hikâyeler olmuştur. Asıl dert kadınların yazdığı/yazacakları bilimkurgunun sert ya da hafif olması değil; kadın yaşamına dair ne kadar fazla ne kadar detaylı ve ne kadar çeşitli tasvirler içerdiği. Bunu ne kadar çok yaparsanız o kadar çok yeni fikir ortaya çıkarmış olursunuz. Önemli olan iyi bir bilimkurgu hikâyesi yazma fikri olmalı. Çünkü hikâyeniz ne kadar iyi olursa eski düşünceleri yerinden etme, yeni okuyuculara ulaşma, yeni yazarlarda yeni fikirleri tetikleme ve belki de geleceği değiştirme olasılığınız o kadar artar. Kahramanınızın adet kanamasından bahsetmeyi seven bir uzaylı savaşçı kraliçe olup olmaması size kalmış…

Not: Doteveryone tarafından hazırlanan Women Invent the Future isimli antoloji buradan e-kitap (epub) formatında ücretsiz olarak edinilebilir veya posta ve ambalaj ücreti karşılığında karton kapaklı olarak sipariş edilebilir.

Kaynak

Yazar: Selin Arapkirli

1984 yılında doğdu. Biyoloji okurken birden yazar olmak istediğine karar verip son derece keskin bir dönüşle Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Fakat oradan da senarist olarak çıktı. Hala ilk romanını yazamadı ve giderek yaşlanıyor. Fakat ne kadar yaşlanırsa yaşlansın doğduğu yılla, 1984'le hep gurur duyuyor.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu dev sirket

Bilimkurguda Dev Şirketler

Okurken bunu, bunu, bunu veya bunu dinleyebilirsiniz. “Ve sonunda dev şirketler gezegenlerin hükümeti, iş adamları imparatorlar haline geldiğinde stratejimizin arkasındaki …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin