Bilimkurgu metinleri, bilimsel gelişmelerin ilerleyişi üzerine düşünen fütürist yazarların geleceğe dair yaptıkları çıkarımları anlatmalarıyla bilinir. Genel itibariyle bu minvalde ele alabileceğimiz bu eserlerin rolüyse, toplumların bireysel ve kitlesel düzeyde yaşayabilmesi muhtemel değişimlerin hazırlığıdır. Örneklendirmek gerekirse, popüler gemi sembolünden yola çıkalım: Ülkemiz ya da dünyamız bir gemi ise ve dalgalı sularda yolculuk ediyorsak, bilimkurgu yazarlarının rolü yaklaşan ne varsa haber veren gözcüler olmaktır. Özellikle gelişen teknolojinin seyrine yönelik senaryoların inşası, teknoloji merkezli toplumun akıbeti hususunda son derece önemli bir yer tutmaktadır.
Bilimkurgu, bilimsel gelişmelerle koşut olarak ya da onları öngörerek oluşturulan kurmaca eserlerdir. Bu eserlerin ana akım edebi eserlerden farkı ise sosyoloji, felsefe ya da tarih gibi sosyal bilim alanlarından ziyade teknik alanlarla olan ilişkileridir. Farz-ı muhal, fizik alanında yapılan bir keşfin etkileri direkt olarak kurmaca düzlemde yansımalar gösterir. Einstein’ın Genel ve Özel Görelilik kuramının önünü açtığı zaman yorumları nasıl ki teknik düzlemde farklı yansımaları tetiklediyse, kurmaca düzlemde de benzeri etkileri tetikler. Ancak ana akım olarak isimlendirilen eserlerle farkı önemlidir. Türk Edebiyatının en önemli temsilcilerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı eserinde işlenen konu da zamanın göreceli bir kavram olduğu ve bunun bireyin yaşamı üzerindeki etkisidir.
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman mekân, insanla mevcuttur.”
Yani, Einstein’ın teorisinin etkileri yalnızca bilimkurgu eserlerinde görülmez. Şu halde farkı oluşturan etmen nedir?
Asıl ayrım, konunun ele alınış biçiminde ortaya çıkar. Isaac Asimov’un Sonsuzluğun Sonu eserinde de benzeri felsefi arayışlar görülür. Fakat Asimov’un karakteri zamanda yolculuk yaparken, Tanpınar kendi zamanı içinde sorgular. Burada bilimkurgu yazarların zamanı ele alışlarının ana akım yazarlardan farklı olduğu net bir şekilde ortaya çıkar. Biri zamanı yaşanılan sürenin etkileri üzerinden ele alırken, diğeri sınırları aşarak ve bilimsel keşiflerin gidişatına dayanarak ele alır. İkisi de kurcalar, ikisi için de zihinsel bir süreç olarak başlar; fakat biri saat üzerinden, durumu; diğeri ise yolculuk üzerinden yansımayı ele alır.
Biraz daha açmak gerekirse, Tanpınar’ın zaman kavramı semboller üzerinden sosyal durumu ve gelişmeyi ele alır. Amacı Türkiye’nin zamanla birlikte yaşadığı sosyokültürel farklılıkları ve bu değişimin bireye yansımalarını aktarmaktır. Asimov ise zamanı bütün olarak ele alır. Birey yine merkezde olmasına rağmen, zamanın yapısını bilimsel, teknik bir görüşle aktarır. Ana akımla farkın en belirgin yönü de budur; kurgusal olduğu kadar teknik bilgi ve yorum gerektirir. Yine Asimov üzerinden devam edersek, teknik bilginin kurgusal düzlemde işlenişini de görebiliriz. Kimya üzerine eğitim almasının yanı sıra birçok başka alanda da okumalar yaparak, bunları oluşturduğu evrenlerdeki gerçekliğin tutarlı olmasında kullanmıştır. Hangi kitabını okursanız okuyun, ince elenip sık dokunan ve bilhassa bilimsel araçların yapısıyla, bu araçları kullanacak insanın adaptasyonunu incelemesiyle ön plana çıkar. Yani odak yalnızca bireyin yabancılaşması ya da kendileşmesi değildir; çapraz okumalar da sunulmaktadır.
Bilimkurgu kitaplarına yıllarca ‘kaçış edebiyatı’ denilmiştir. Bunun sebebi var olan edebi paradigmanın aksine ayrık bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Özellikle Türkiye’de realizm akımının ve köy edebiyatının yükseldiği dönemlerde, kendi gerçekliğini yaratan bu eserler hoş karşılanmamıştır. Muteber yani saygın görülen edebi eserler: Sınıf mücadelesini aktaran, bir mesaj olan ve mesaj kaygısı taşıyan, genelde köylerde geçen, kurgusal düzlemle gerçek hayatı mümkün olduğunca yakınlaştıran ve buna uygun anlatım diline sahip olan eserlerdir. Bilimkurgu eserleri bu minvalde ele alındığında, sadece çocuk eğlencesi görülmüşlerdir.
Öte yandan, gelişen teknoloji ve hızlanan yaşam kendi arzını oluşturunca işler değişir. Sinema ve ardından televizyonla birlikte görselliğin gelişmesi, Rus romanlarının o bilindik şaşaalı balolarının okuru tatmininin önüne geçer. Zaten bilindik ve sürekli tekrar edilen şeyleri tekrar edip durmanın anlamı nedir? Sarı renkli bir elbiseyi beş sayfa anlatmak abes değil midir? Stefan Zweig 1938 yılında kaleme aldığı bir yazıda, “Eklenecek değil, çıkarılacak bir şey kalmadığında metin olmuş demektir” diyerek belirtir ve şöyle devam eder, “Klasik eserlerin de yeniden gözden geçirilmesi ve fazlalıkların atılması gereklidir. Çünkü, ancak bu şekilde yeni çağın okuruna hitap edebilirler.” Zweig’in değindiği modern okur, kendi çağının sesini aramaya başlar. Böylece alternatif arayışlar bilimkurguya olan talebi ortaya çıkarır.
Talebin diğer bir sebebi ise, teknoloji çağının yarattığı çılgınlıktır. Sürekli olarak gelişen cihazlar, her insanın merakını cezbedecek ölçüde baştan çıkartıcıdır. Cep telefonu, araba ve bilgisayar gibi her evde ve insanda hayatı önemi olan cihazların ortaya çıkışıyla birlikte, kurgusal düzlemde yansımalar da kaçınılmaz olur. Örneğin, uçan araba tasarımının eserlerde işlenişi fikri, arabaların yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan trafik sorununa dair bir çözüm arayışıyla olmuştur. Ya da kablosuz iletişim teknolojisi, hasar gören kabloların yol açtığı sorunların çözümüne yönelik ihtiyacı gidermek üzerine bulunmuştur. Yani bilimkurgu ve teknolojik arz, görünmez bağlarla kenetlidir.
Fütürizm kelimesinin kökeni, Latince “futurus” kelimesine dayanır. Anlamı “olacak olan” diye çevrilen bu kelime daha sonra İtalyanca’ya geçerek edebi akım olarak sesini duyurur. İtalyan Şair Tommaso Marinetti (1876-1944), geleceği konu alan şiirler kaleme almaktadır. İtalyanca “futurismo” yani gelecekçilik adını alan akımın kaynağı da, onun eserlerinin ta kendisidir. Türkçe’de ise Nazım Hikmet’in de son dönem şiirlerinde etkileri görülmektedir. Fütürizm daha sonra 20.yüzyılın önemli akımlarından biri olarak öne çıkar. Buna paralel kaleme alınan eserler de geleceğin dünyasına dair hayalleri anlatır. Elbette eski dünyanın diliyle oluşan çatışmalar da değindiğimiz üzere yaşanır; lakin modern toplum modern anlatımın kalıcılığını temin altına alır. Bu noktada bilimkurgu metinleri, toplumsal bir kimlik ve temsil hakkı kazanır. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş nasıl ki kurgusal boyutta da tezahür etmişse; sanayi toplumunun evrildiği nokta da aynı etkiyi yapmaktadır.
Peki, bu etki nedir? Köy romanlarına değinirken, paradigma değişimine direnen bir tutumdan bahsetmiştik. Buna ek olarak değişimin önünde durmanın abes olduğunu da eklemiştik. Bahsi geçen eserlerin ve yazarlarının direnme sebebi, toplum üzerinde sahip oldukları gücü yitirme korkularıdır. Eğer köy romanı okunmazsa ya da şehir insanının yalnızlaştığı hikayelerin hükmü kalmazsa; nereden ekmek yiyeceklerdir! Bu noktada bilimkurgu edebiyatının ötekileştirmeye uğrayışının bir sebebi daha karşımıza çıkar. Ama aydının rolü toplumun ihtiyacına göre şekilleniyorsa, aydının yolu ve rolü belirleyici değil midir?
Bilen bilir, 70’lerde Çetin Altan’ın köşe yazıları kitleler üzerinde hatırı sayılır bir etki uyandırırmış; veya Fethi Naci ve Doğan Hızlan gibi eleştirmenlerin edebi dergilerde mercek altına aldığı kitaplar anında çok satan haline gelirmiş. Bu muazzam bir güçtür ve sahip olanın otoritesi değişim noktasında kilit öneme sahiptir. Ama zamanın getirdikleriyle birlikte, söz hakkı zamanı iyi okuyanların olmaya başlamıştır. Ki tarihte de böyledir, okur kendini görmek ister. İşte bilimkurgu yazarlarının fütürist gözlemleriyle öncülük edeceği hususu, bu kaideye bağlıdır. Teknolojinin damarlarımıza değin işlediği bir çağda, serüvenimizi bilmek ihtiyacı aydının en büyük görevidir.
Türkiye’de ise, bilimkurgu edebiyatının yeri ne yazık ki Batı ülkelerinin epey gerisinde bulunmaktadır. Bunun birçok sebebi olmasına rağmen en temelde aslında okur-yazarlık ile ilgili açmaz bulunmaktadır. Yıllardır bilimkurgu eserleri veren ve ilgili çalışmalarda emektarlık yaparak ömrünü vakfeden birçok insana rağmen, okumak eylemi halen ajitenin ve hamasetin pek ötesinde değildir. Haliyle durum böyle olunca, sorumluluk yükleyen ve yol gösteren eserlerin öteki haline gelmesi normaldir. Bununla birlikte, büyüyen bilimkurgu ailesinin yaydığı ışık gitgide genişlemektedir. Müfit Özdeş, Bülent Akkoç gibi duayenlerin aktardığı fikirler, bulunduğumuz zamanı tahlilde harita olacak ve bizlere geleceğe doğru emin adımlar atmamızda kılavuzluk edecektir. Bilimkurgu yazarının aydın olarak görevi de tam olarak budur; yeter ki onların sesine kulak vermeyi ve açtıkları yolda yürümeyi bilelim.
Kaynakça:
- Tanpınar, Ahmet Hamdi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul.
- Isaac, Asimov, Sonsuzluğun Sonu, Çev. Yosun Erdemli/Alperen Keleş, Monokly Yayınları, Şubat 2017, İstanbul.