Kitap okumanın faydası devamlı olarak tekrar edilen ve üzerinde tartışılan bir konu. Kitap okumanın faziletinden, okuyan insanın erdeminden ve bilgiyi aktarmanın kıymetinden durmadan dem vuruluyor. Oysaki okumak yalnızca bilginin biriktirilmesinden ya da boş zamanın giderilmesi için iştigal edilen bir eylemden ibaret değildir. Nitekim, “Hobileriniz ne diye?” sorulduğunda, “Kitap okumak,” diye cevaplamak okumayı aşağılamanın yanında, kişinin eylem ile alakalı algısının da kısıtlı olduğunu gösterir. Böylece saygısızlık kendisine de sirayet eder. Bunun haricinde ortaya konulan ürünün salt tüketim malzemesi olarak görülmesi de ayrı bir sorun. Yeşilçam’ın melodram bezeli dram filmlerinin yanına Godot’yu Beklerken‘i koyarsak nasıl bir görüntü çıkar sizce? Elbette şartların ortaya çıkardığı public fiction, yani halka yönelik kurgular mevcut, lakin edebiyatın asıl maksadı insana insanı insanca anlatmaktır! Bunu da ancak hayatın içinde gözden geçirdiği detayları zihnindeki buzları parçalayacak denli bir tutumla önüne sererek yapar…
Kitap okumakla ilgili yanlışa değindiğimize göre, sormak gerekir: Gerçekleştirilen eylemin faydası nedir? Hayatımız anların ardı ardına sıralanarak oluştuğu bir parçalar bütünüdür. Bu anlar içerisinde gözümüzden kaçan detaylar bazen önemli hususlarda eksik kalmamıza, üstüne üstlük hatalar yapmamıza dahi sebep olabilir. Diyelim ki ağır aksak merdivenin başına yürüyen bir çocuk gördünüz. Yanında kimse olmadan yürüyen bu çocuk eğer yeterince dikkat etmezsiniz oradan yuvarlanarak ağır şekilde yaralanacaktır, hatta ölme ihtimali de azımsanmayacak kadar çok. Burada odaklanılması gereken nokta nedir? Kimilerine göre çocuk yalnızca ne yaptığını bilmeyen ve eyleminin sonucunu hesaplamaktan aciz bir bireydir. Ancak görmesini bilene kendi gerçekliği içerisinde tutarlı kararlar aldığını söylemek de pekâlâ olası. Tüm bunların keşfi için odaklanılması gerekense şüphesiz çocuğun hâl ve hareketi olacaktır. Ya da diğer yandan, gerekli açılardan doğru noktalara bakılarak uzun vadede sosyal olayları tahlil edebilme ve gelecekte yaşanması muhtemel olayları şimdiden öngörebilme yeteneği de kazanılabilir. Edebiyatın insanı şekillendirişinin ortaya çıkardığı netice de budur: Vukufiyet.
Vukufiyet, vakıf olmaktan gelir. Yani, bir konuya derinlemesine hakim olmak demektir. Söz gelimi, birçok farklı perspektiften faydalanarak muhtemel kararlarımızın olası sonuçlarını daha tutarlı tartmamızı sağlar. Böylece, hayatın akışı içerisinde daha itidalli ve kontrollü hareket ederiz. Zira hayatın her alanında sürekli olarak kararlar vermek zorundayız. Bu sebeple sonuçları hatasız hesaplama oranımızın artması, başarı oranımızı da arttırır. Diğer yandan kararları almamızı sağlayan etmenleri de doğru seçmemizi sağlar. Sosyal bir canlı olarak dış etkenlere fazlasıyla açık olmamız, iç etkenlerin de ötesinde belirleyici etken olmalarını sağlayabilir. Bu sebeple, çevremizde yaşayan insanları romanlardaki karakterlerle bağdaştırarak onların karakterleri hakkında çıkarım yapabiliriz.
Örneğin vicdan yükünü ve nevroz gibi sorunlarla baş eden birini anlamak için Suç ve Ceza‘yı okuyabiliriz. Raskolnikov karakterinin hissettiği, düşündüğü ne varsa gerçeklikte karşılığına denk gelecektir. Buradan hareketle, zarar görmemiz muhtemel birlikteliklerinden uzak durur ve çevremizdeki insanlarla ilişkilerimizi zedeleyecek davranışlardan sakınabiliriz. Hatta ahlak gibi temel davranış kurallarını da kendi başımıza şekillendirebilecek yetkinliğe ulaşabiliriz. Sonuçta ahlak ve etik gibi kavramlar davranış biçimlerine ve iletişim dayalı olduğundan, öğrenilen ve tecrübe edilen her şey birikim olarak hayatın içinde karşımıza çıkması gayet doğal. Tıpkı Sherlock Holmes‘un “Çıkarım Yapma Sanatı” gibi. Doğru detayları öğrenerek, işe yarar bütüne ulaşmak…
Bilimkurgu Edebiyatı Neden Gereklidir?
Bilimin TDK sözlüğünde üç adet tanımı vardır. En çok ilgimi çeken ise, “Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci,” olarak verilen üçüncü tanımdır. Bilme isteği ve meraklı akıl insanlığın medeniyeti kurmasını sağlayan en temel itki olmuştur. Tarih boyunca görünenin ardındaki sırrı bilme isteğiyle hareket etmiş ve ıssız denizleri aşarak, bilinmeyenin üzerindeki örtülü perdeyi aralamayı ya da başarabilirse kaldırmayı hedeflemiştir. Bilimkurgu ise bilimin özellikle teknik anlamda çağ atladığı 20. yüzyılda sorduğu sorulara cevaplar arayan, deyim yerindeyse bilimin hayal gücünü ihtiva eden yanıdır. Bilimin teknik anlamda sınırları belirsiz bir ummanda yolculuk yaptığı düşünülürse, hayal gücüne ne kadar ihtiyaç duyacağı zaten ortada. Teknik gelişmeler bir noktadan doğar ve kusurlarını geliştirerek ilerler. Lakin belirli bir seviyeden sonra ivmelenen gelişme ele alınan cihazı çıktığı noktadan bambaşka noktalara götürebilir. Örneğin telefon yalnızca uzaktaki biriyle yapılan görüşmeler için icat edilmesine rağmen, günümüzde maksadını epey aşan ve beklenenin çok ötesinde işlevselleşen bir hâl aldı. Bilimkurgu işte bu sebeple edebiyatın belki de en önemli akımıdır, çünkü çağın akışına göre her daim geleceği okuyan bir disipline sahiptir.
Bilimkurgunun hayal gücü olarak rolünün önemini, teknik gelişmelerdeki doğrudan payına bakarak da anlayabiliriz. En önemli bilimkurgu yazarlarından Jules Verne‘in Denizler Altında 20.000 Fersah adlı eserinde geçen taşıt, daha sonra gerçek hayatta Denizaltı olarak karşılık bulmuştur. Sinemada da bilimkurgu eserlerinin aynı şekilde mülhem niteliğini taşıdığını hatta görece daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Bunun sebebi hikaye anlatıcılığının mecra değiştirmesidir. Örneğin Stanley Kubrick‘in kült filmi 2001: A Space Odyssey tablet Bilgisayarın, Back to the Future serisinin ikinci filmi drone teknolojisinin, 2002 yılı yapımı Star Trek: Nemesis ise 3 boyutlu yazıcının icadına ilham kaynağı olmuştur. Bu ve birçok benzeri örnekle bilimin, bilimkurgudan ne kadar esinlendiği rahatlıkla görülebilir. Yani bilimkurgu bilimsel gelişme için en olmazsa olmaz kaynaktır.
Bilimkurgu edebiyatının diğer bir önemli misyonu ise yerleşik algılara dair duruşu. Bilindiği üzere teknolojik gelişmeler her daim karşıtı, tutucu görüşleri de ortaya çıkarmıştır. Bunun birçok sebebi vardır. Orta Çağ Avrupası’nda gücü elinde bulunduran Katolik Kilise, sahip olduğu gücü kaybetmemek için insanların bilinçlenmesi engellemeye çalışmıştır. Bu sebeple teknolojik çalışmalar yapan insanları yargılamış, aforoz etmiş, hatta cani şekilde öldürmüştür. En bilinen örneği ise Giardano Bruno‘dur. Böylesine bir aklın ve nicesinin yitişi büyük bir acıdır… Elbette öncesinde yine benzeri sebeplerle yakılan İskenderiye Kütüphanesi de Avrupa’nın üzerine örtülen kara örtüye sebeptir. Fakat bilim ve akıl ne pahasına olursa olsun özgürlük uğruna mücadele etmiştir. Doğa bilimlerinin temelinde de “yine de dönüyor” diyen Galileo ve işaret ettiği gerçekler vardır. Gerçekleri geciktirebilirsiniz, ama o illaki kendine bir yol bulur ve açığa çıkar. Bilimkurgunun misyonu da oluşan olumsuz izlenimlere dair çalışmalar yapmak ve teknolojik gelişmeleri cadı işi büyülerden ayırt edecek bilinçliliği oluşturmaktır.
Türkiye’nin en önemli bilimkurgu yazarlarından biri olan Müfit Özdeş de bilimkurgu edebiyatı için şunu söylemiştir: “Bilimkurgu, elmaya dışarıdan bakabilen elma kurdudur.” Edebiyatın insana kattığı perspektif çokluğunun bir başka izahı. Hayatı teknolojik gelişmelerin odağında değişen ve şekillenen günümüz insanlığı için bilimkurgu, kendinden özge olup, haline başka gözden bakabilmek adına gereklidir. Neticede insanı en çok etkileyen ve kararlarını belirleyen etmenlerden biri korkularıdır. Korkuları tetikleyense bilinmeyenin o kesif yoğunluğudur. Tıpkı bir sis gibi ona baktıkça mantığı gölgeler ve yerini içgüdüsel savunma mekanizmalarına bırakır. Bilimkurgunun varlığı bu bilinmeyeni aşikar ederek insanlığa teknolojiye ve gelişmeye karşı duyulan korkunun aslında adi bir kandırmacadan ibaret olduğunu, şayet yeterince istenirse gerçeğin hiç de uzakta bulunmadığını gösterir. Bir izci gibi adımlarını sürer ve gözleyerek aradığına ulaşır. Bu bağlamda bilimkurgu edebiyatı insanlığın yol planını çizen sadık bir yardımcı, geleceğe ulaşmasını sağlayacak mutlak aracıdır.