2018 yılında Netflix Altered Carbon’u ekrana taşıdıktan hemen önce Değiştirilmiş Karbon dilimize çevrilerek okuyucular ile buluştu. Takeshi Kovacs’ın maceraları tek bir kitap ile bitmiyordu ve İthaki Yayınları Değiştirilmiş Karbon’u sevenleri fazla bekletmeden Düşmüş Melekler’i yayınladı. Değiştirilmiş Karbon’daki olaylardan yaklaşık olarak 30 sene sonra geçen Düşmüş Melekler’de yazar Richard K. Morgan kurguladığı dünyayı detaylandırıyor ve sevilen karakteri Takeshi Kovacs’ı farklı bir maceranın içine bırakıyor. İlk kitabın dedektif/noir tarzından farklı olarak bu kitap, askeri bilimkurgu tarzına yaklaşıyor. Ancak tam olarak türü yansıtmıyor ve bir nevi uzayda geçen Indiana Jones romanına evriliyor.
İlk kitapta eski bir asker olarak gördüğümüz Takeshi Kovacs, askerlik mesleğini uzak bir koloni gezegeni olan Sanction IV’te icra etmeye devam ediyor. İsyancı şirketlere karşı verilen bir savaşta hükümet destekli Carrera’s Wedge şirketi için paralı asker olarak görev yapıyor. Kötü sonuçlanan bir görev sonrası Kovacs’ın hasar gören kılıfı tedavi edilirken, kendisine yaklaşan pilot Jan Schneider, kadim Marslılar tarafından bırakılmış bir hazineden bahsediyor. Hiçbir zaman bir tarafa bağlı kalmayan Kovacs, paranın nereden geldiğini önemsemeden farklı bir maceranın içerisine atlıyor.
Savaş bölgesinde bulunan ve Marslılar tarafından bırakılan, belki de çalışan tek eser olan hazineyi bulmak için Kovacs ve Schneider bir plan yaparlar. İlk olarak savaştan önce kazı çalışmalarında bulunan ekibin lideri arkeolog Tanya Wardani’yi bir esir kampından kurtarırlar, ardından da dikkat çekmeyecek bir şirket ile anlaşma sağlarlar. Bu sayede kendi imkanlarıyla ulaşamayacakları bölgeye ulaşmak için destek bulurlar.
Kovacs ve şirketin yöneticisi Matthias Hand, riskli bölgeye gidebilmek için “Ruh Pazarı” adı verilen yerden eski askerlere ait kilolarca kortikal bellek satın alır. Bu noktada, Richard K. Morgan, ilk kitapta olduğu gibi ölüm ve ölüm sonrası yaşam ile ilgili kafamızı kurcalamaya devam ediyor. Her bellekte yer alan askerler tekrar kılıflanmak için uygun olmayabiliyor. Travmatik bir şekilde ölmüş olanların zihinsel yaraları kolay iyileşmiyor. Hatta bir kısmı yeni kılıfı kabul etmiyor. Şirketler ise ellerinde bulunan iyi askerleri tekrar tekrar kullanabilmenin nimetlerinden faydalanmaya çalışıyor. Kovacs gibi sayılı askerler ise asla savaşlardan kaçamıyor. Eğer zihinsel olarak hazırlarsa tekrar tekrar satın alınıp savaşın içine atılıyorlar.
“Savaşın diğer kötü ilişkilerden farkı yoktur. Kendinizi sıyırmak istersiniz ama bedelini ödemeye hazır mısınız? Ve daha da önemlisi, sıyrılmayı başardığınızda her şey daha iyi olacak mı?” –Quellcrist Falconer, Savaş Günlükleri
Kovacs ve toplanan ekip, savaş bölgesinin ortasında tarihi eser avına çıkıyorlar ve buldukları, onları maceranın daha da derinlerine sokuyor. Ekip bilmedikleri gizemli bir teknoloji üzerinde çalışırken, bir taraftan kılıflarını tüketen radyasyon, diğer taraftan kendi kendine öğrenen ve her türlü saldırının üstünden rahatlıkla gelen nano teknoloji ile savaşıyor. Hikaye bundan sonra ihanet, sabotaj, çeşitli tehlikeler ve bilinmeyene yapılan yolculukla ivmeleniyor ve ilk kitabın William Gibson benzeri ortamından oldukça farklı bir noktaya taşınıyor. Bu aşamada Marslı eserler, eski yerleşim yerleri ve teknolojileri kitabın geçtiği evrende uzun süredir bilinen bir gerçek. Değiştirilmiş Karbon’da fazla üstünde durulmayan ve kısa da olsa bahsedilen bitkiler ve Marslı teknolojileri bu kitabın temellerini oluşturuyor. İnsanlar bütün teknolojilerini Marslı diye bildikleri ırkın eserlerinden ve yazdıklarından öğrendikleri ile geliştirirken, bu teknolojinin Marslılar tarafından çalıştırılmış halini hiç görmemişler. Bu yüzden, Marslıların ışık hızını nasıl aştığını henüz keşfetmediklerinden, genellikle dijitalleştirilmiş kişilikleri bir gezegenden diğerine göndererek ve onları yeni kılıflara yerleştirerek uzayda seyahat ediyorlar.
Richard K. Morgan, kitap boyunca savaşın sadece farklı bir çeşit ticaret olduğu üzerinde duruyor. Kovacs, seçimleriyle yazarın fikirlerini çok iyi yansıtıyor ve konu hiçbir zaman adalet olmuyor. Sadece para ve güç. Değiştirilmiş Karbon’dan farklı noktalara gitmiş olsa da Düşmüş Melekler genel olarak benzer temaları da içinde barındırıyor. Ölüm, ölüm sonrası yaşam, bir miktar cinsellik ve bolca aksiyon. Yazarın aksiyon anlatımındaki başarısı sayesinde kitaba kolayca bağlanılıyor. Her ne kadar Kovacs’ın yüksek teknolojili silahlarda ve savaş sanatlarında ustalığı aksiyona büyük katkı sağlasa da, yan karakterler ve Kovacs’ın empati kurma yetenekleri sayesinde yazar hikayenin insancıl yönlerini de okuyucuya aktarmayı başarıyor.
“Sanal boyut ve hayat arasındaki fark çok basittir. Kurmacanın içindeyken her şeyin güçlü bir makine tarafından yönetildiğini bilirsiniz. Oysa gerçeklik size böyle bir güvence vermez. Bu yüzden kontrolün sizde olduğu gibi yanlış bir izlenime kapılmanız işten bile değildir.”– Quellcrist Falconer, Uçurumun Etkileri
Klasik dedektif/noir tarzından uzaklaşmış olsa da bu hikayede de gizem önemli bir unsur. Kitap içerisinde yer alan bütün kovalamaca ve aksiyonun arasında Kovacs’ın beyninde oluşan gizemler yavaş yavaş çözülüyor ve hatta daha sonra gelecek olan serinin diğer kitaplarına başka gizemler bırakılıyor. Richard K. Morgan kitabı tıpkı bir önceki kitapta olduğu gibi kolay anlaşılır bir dille yazmış. Hiç bilmediğimiz, belki hiçbir zaman mümkün olmayacak karmaşık teknolojileri anlattığında bile zorlanmadan okunabilecek bir macera ortaya koymuş. Başından sonuna kadar din, felsefe, ölüm, ruh gibi alt konular kitaba yerleştirilmiş.
Bilimkurgunun alt türleri kendi içerisinde yeni kombinasyonlar ile gelişimini sürdürüyor. William Gibson’ın Neuromancer’ı siberpunk alt türünü, sanal ortamlar, yer altı dünyası, karaborsa, bilgisayar donanımları ve suç üzerine kurmuştu. Richard K. Morgan, bu geleneği Değiştirilmiş Karbon’da kısmen devam ettirip, bizleri fiziksel vücudun sadece bir donanım olduğu, kişiliklerin dijital olarak kaydedildiği ve tekrar tekrar kullanıldığı bir ortam ile tanıştırdı. “Düşmüş Melekler” ise klasik siberpunk’tan uzaklaşıp farklı türleri de içinde barındıran keyifli bir bilimkurgu romanı.
Genel olarak bakıldığında yazar, ilk kitapta yarattığı evrende geçen ve ana karakteri aynı ancak tamamen bağımsız bir hikaye anlatmış. İlk kitapta yakaladığı başarıyı bunda da devam ettiriyor ve bu kitap ile ilk kitapta bıraktığı boşlukları dolduruyor. Kitabı orijinal dilinde okumadığım için çeviri konusunda bir şey diyemeyeceğim ancak editöryal olarak gayet başarılı gözüküyor. Birkaç noktada ufak hatalar göze çarpsa da 490 sayfalık kitapta anlaşılmayan hiçbir yer yok.
Sonuç olarak Değiştirilmiş Karbon evrenini ve en önemlisi ana karakteri sevdiyseniz bu kitabı da kesinlikle seveceksiniz. Düşmüş Melekler de kesinlikle bir Takeshi Kovacs romanı.