“Yaşam sürdükçe hiçbir ruh geri dönülemez bir şekilde kaybolmuş değildir” -Birader Parvus
En üretken bilimkurgu yazarlarından biri olan Poul Anderson, aynı zamanda fantastik öykü ve romanlar da kaleme almasıyla bilinir ve her iki türün de usta isimleri arasında yer alır. 1926 yılında doğan Anderson, Amerika vatandaşıdır. İskandinav bir aileden gelen yazarın ismi bu yüzden “Paul” değil, “Poul”dür. İskandinav mitolojisine olan ekstra ilgisi fantazya eserleri başta olmak üzere birçok eserine yansımıştır. 2001 yılında aramızdan ayrılan yazar 5 Hugo, 3 de Nebula Ödülü kazanmayı başarmıştır. İlk öykülerini 1940’lı yıllarda yayımlamaya başlayan Anderson’ın dilimize çevrilen yalnızca 3 romanı vardır. Buna ek olarak bazı öyküleri de ülkemizde çeşitli öykü derlemeleri veyahut dergilerde yayımlanmıştır.
Orijinal adı The High Crusade olan ve Çağla Ünal çevirisiyle, İthaki Yayınları tarafından 1999’da yayımlanan bu roman, Anderson’ın en sevilen yapıtları arasında yer alır. 1984 yılında Baskan Yayınları’ndan çıkan “Dünyamızı Kim Yok Etti?” ve 1995’te Metis Yayınları’ndan çıkan “İki Dünya Savaşıyor” isimli kitaplarına oranla Uzaya Haçlı Seferi daha oturaklı bir roman görünümü çiziyor. Eserlerine bir tutam absürdlük dozu ekleyen Poul Anderson’ın bu eserinde de bunu görmek mümkün. Buna ek olarak, hiciv, mizah ve ironi ise epey fazla. Ve zaten Uzaya Haçlı Seferi’ni “iyi bir roman” sınıfına sokmamızı sağlayan en önemli olgu da şüphesiz ki bu. İnsanlık üzerine yaptığı eleştirilerle eserin gücüne güç katan yazar, savaş sahneleriyle de bilimkurgu edebiyatında aksiyon da arayan okurların ağzına bir parmak bal çalmayı ihmal etmiyor.
Uzaya Haçlı Seferi bir “ilk karşılaşma” öyküsü. Amerikan bilimkurgusunun altın çağında dahi yazarların vazgeçemediği bir bilimkurgu alt türü olan bu dalda kalem oynatmak biraz risklidir zira insanların karşılaşacağı diğer uygarlık için ciddi bir hayal gücü gerekmektedir. Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, H.G. Wells, Douglas Adams, Stanislaw Lem ve Robert A. Heinlein gibi ustalar başta olmak üzere, birçok başarılı örnek sayabileceğimiz “ilk karşılaşma” hikayelerine Anderson’ın Uzaya Haçlı Seferi’ni de rahatlıkla katabiliriz.
Kitap esasen “öykü içinde öykü”den oluşuyor ve Anderson olayları bir kitap aracılığıyla okuruna aktarıyor. Öyküyü kısaca, insanlığın kılıç, mızrak, kalkan ve iman güçleri ile uzaya açılma öyküsü olarak adlandırabiliriz.
Şöyle ki, üstte de belirttiğim üzere, eser gücünü eleştiriden aldığından mütevellit, ilk etapta biraz sönük bir kurgu gibi gözükse de, yazarın aslında bu uçsuz bucaksız evrende farklı ırkların buluşmasını son derece gerçekçi bir şekilde hayal etmeyi başardığını görüyoruz. İki farklı uygarlık arasındaki iletişim sorunu okurun kafasında bir soru işareti olarak kalsa da, mizah ve ironik yaklaşımların getirdiği bakış açısıyla birlikte bu sorun ortadan kalkıyor. Okur ise bu andan sonra eserin tadına daha çok varmaya başlıyor, çevirdiği her sayfa ile birlikte mensubu olduğu insan ırkını daha iyi tanıyor.
Öykü 1345 yılında başlıyor. Bir bilimkurgu kitabı için hikayenin geçtiği yılın Orta Çağ’a ait olması son derece garip görünse de, Anderson romanını türün içine sokmayı başarmış. Ansby isimli bir İngiliz köyünde o gün sıra dışı bir hareketlilik söz konusudur zira Sir Roger, Fransa’ya karşı savaşta olan Kral 3. Edward’a destek amacıyla bir ordu toplamaktadır. Fakat tam o anda, gökyüzünde büyük gümüşi bir cisim belirir. Evrenin farklı bir yerinde yaşayan ve insanlara oranla daha gelişmiş bir uygarlığa sahip olan mavi renkli Wersgorlar gözlerine Dünya’yı kestirmiştir. Köyün yakınlarındaki bir otlağa iniş yapan uzay gemisi, son derece ilkel olan insanlar tarafından endişe ve şaşkınlıkla karşılanır.
O da ne! Bu bir mucizeydi! Gökyüzünden, alçalmanın hızıyla canavar misali büyüyor gibi görünen, her tarafı metal bir gemi geliyordu. Cilalı yanlarından yansıyan güneş öylesine göz kamaştırıyordu ki, şeklini tam olarak göremiyordum. Uzunluğunun rahatlıkla altı yüz metreyi bulduğunu düşündüğüm kocaman bir silindirdi. Rüzgârın ıslığını saymazsak, hiçbir gürültü çıkarmadan hareket ediyordu.
Wesgorlar için bu sıra dışı bir gezegendir, çünkü fethettikleri tüm o öteki gezegenlerdeki canlılar bu tip bir istila karşısında korkup teslim olmayı seçmişlerdir. Bu, şimdiye kadar hep böyle olmuştur. Fakat Dünya canlıları, hele de bunlar Orta Çağ’da yaşayan ve savaşmaya aç insan toplulukları olunca, bu tablo karşısında kaçmaktansa savaşmayı tercih edeceklerdir. Wersgorlar da neye uğradıklarını şaşıracaklardır haliyle.
Hikayenin anlatıcısı Birader Parvus diye hitap edilen bir İngiliz’dir. Rehin aldıkları Branithar isimli bir Wersgor’u sorgulayan İngilizler, havada süzülen garip nesnenin nasıl çalıştırılacağını bulurlar. ilk hedefleri Fransa’daki savaşa yardıma gitmektir, sonrasında ise “kutsal topraklar”a hareket edip kafirleri savuşturmaktır. Fakat işler umdukları gibi gitmeyecektir…
Dini saplantılı bir hale getirmiş olan Orta Çağ insanlarının hayata bakış açısını ustalıkla gözler önüne seren Poul Anderson’ın bu eseri bilimkurgu okurlarını tatmin edecek cinsten.
“Fakat sanıyorum, bizler bu dünyadan olmayan güçler üzerindeki başarımızın sarhoşluğuyla, kendimizi cesaretlendirmiş hissediyorduk.”
Son olarak, romanın 1994 yılında Klaus Knoesel, Holger Neuhäuser yönetiminde sinemaya uyarlandığını da belirtelim.
[imdb id=”tt0110024″]