Edebiyatta en sevilen karakterler genellikle başkaldıranlar, kurallara uymayanlar, mevcut düzeni bozanlardır. Tom Sawyer‘dan beri bu böyledir. Hanım hanımcık kızları veya izci oğlanları kimse önemsemez. Hatta bunu bilen sinemacılar yakın zamanda çocuk kitaplarının küçük hanımefendisi Nancy Drew‘ı kaykaycı, asi bir karaktere dönüştürdüler. Ortaya eğlenceli bir film çıktı o ayrı… Aslında, Nancy yakın zamanlarda çizgi romanlarda da bu yöne kaymıştı ama çizgi roman dünyası oldukça farklıdır. Amerikan çizgi roman piyasasını temsil edecek iki karakter seçmem istense bunlar kostümlü kahramanları temsilen Superman ve çizgi romanların karikatürümsü yanını temsilen Archie Andrews olur.
Archie’yi Riverdale dizisinden tanıyorsanız şunu söyleyeyim, gerçek Archie bu değil! Tabii gidip çizgi romanlarını okumanızı falan önermeyeceğim, çünkü Archie kaliteli hikayelerin kahramanı değildir. Çocuklar için yapılmış ve konusu onun Betty ile mi Veronica ile mi sevgili olmak istemesi üzerine kurulu karikatürlerin kahramanıdır. Archie de Superman de doğru düzgün, kurallara bağlı karakterlerdir. Peki niye genelin aksine, çizgi romanlarda böyle karakterler sahiplenilmiştir? Süper kahramanlar kanunların koruyucuları, otoritenin destekçileriyken bu kadar sevilmelerinin sebebi nedir? Örneğin muhtemelen en sevilen kahraman Batman… Karakolun üzerinde onu çağıran yarasa sinyali vardır, polisin yardımına koşar, geçmeyeceği çizgiler vardır, sadece yakalar, yargılamaz, devletin tımarhaneye kapattığı suçluların tekrar, tekrar, tekrar kaçmasına göz yumar…
Aslında görünenin aksine süper kahramanlar otorite ile bitmek bilmeyen bir mücadele içindedir. Her süper kahraman filminde gördüğümüz şu klişeyi tekrarlayalım. Maskeli kahramanımız ortaya çıkar, birtakım önemli kimseler tarafından vigilante olmakla suçlanır. Kendini ispatlayan bir iş yapar. Resmi kurumlarca sahiplenilir. Olay bununla bitmiyor, süper kahramanlar pek çok defa başkalarının yaptığı şeylerle suçlanır, hatta tutuklanır. Marvel evreninde bu durumdakilerin yardımına koşan biri vardır: Avukat Matthew Murdock, namıdiğer Daredevil… Çoğunuzun Netflix dizisiyle, belki de Ben Affleck’li ‘tuhaf’ filmle tanıdığı karakter aslında temel bir alegori üzerine kuruludur.
Avukat Matt Murdock kördür çünkü adaletin gözü kördür. Aslında Daredevil konumuzun önemli bir bölümünü oluşturduğu için felsefesine değinsek iyi olur. Matt bir dindardır. Suç oranının yüksek olduğu Katolik-İrlandalı mahallesinde büyümüştür. Sık sık kiliseye gidip günah çıkarır. Fakir, cahil ve zavallı insanların arasında yetiştiği için merhametlidir. Çürümüş dünyada şerefli bir insan olmaya çalıştığı için ölen babasından onuru öğrenmiştir. Bir alkolikken düzelmiş, iyi bir adam haline gelmeye çalışmıştır babası, bu yüzden insanların değişebileceğini bilir. Daredevil, halkın koruyucusudur. Bunun için otoriteyle çatışmıştır.
Süper kahramanların devletle mücadelesinin zirve noktası kötü adamların ülkenin başına geçmesidir. Marvel evreninde Norman Osborn, DC’de Lex Luthor Amerikan başkanı olmuştur. Luthor’a birazdan geleceğiz. Jargonda Osborn’un hükümdarlığına “Dark Reign” denir. Çoğu okuyucuya göre bu dönemin en iyi hikayesi Şeytanın Eli‘dir. Bu Daredevil hikayesinde kahramanımız, baş düşmanı olan ninja klanı Hand’in yıllardır süregelen teklifini kabul edip örgütün başına geçer. Amacı Hand’i kendi görüşüne uydurmaktır. Radikal bir yöntem… Ama sıra dışı zamanlarda sıra dışı çözümler gerekir. Ve süper kahraman – devlet / hükümet çatışmasının belki de en güzel örneğini görürüz. Daredevil, terör örgütüyle birlikte mahallesinin bağımsızlığını ilan eder. O artık bir kanun kaçağıdır, çünkü kanunu koyanlar kötü adamlardır. Bu hikaye devam edip Marvel’ın en büyük sokak seviyesi eventi Shadowland‘e bağlanıyor ama olay büyüdükçe etkileyiciliğini yitiriyor.
Bu yıl başlayan yeni Daredevil serisi çok başarılı. Yazar Chip Zdarsky (kendisini Sex Criminals’ın çizeri olarak tanıyabilirsiniz.) Daredevil’i bir kez daha otoritenin karşısına koyuyor. Bu defa suç lordu, Matt Murdock’un babasının katili ve Daredevil’in baş düşmanı Kingpin, Hells Kitchen valisi olmuş. Kingpin, Daredevil’la çatışmıyor, aksine onu büyük bir kahraman olarak gördüğünü söylüyor. Yani Matt için durum şimdilik oldukça zorlu. Zdarsky, süper kahraman – devlet çatışmasına güncel olarak yazdığı bir seride daha değiniyor. Spider-Man‘in ortaya çıktığı yıldan günümüze kadar yaşlandığı bir evreni konu alan Life Story‘nin henüz ilk sayısı yayımlandı. Sayının dehşet verici finalinde Captain America‘nın devlete isyan edip Vietnam’da Amerikalılara karşı savaştığını görüyoruz. Devletin yanında da Iron Man var. İlerleyen sayılarda o evrenin Civil War’unu okuyacağız gibi duruyor.
Mark Millar’ın klasik eseri Civil War konumuzu en doğrudan işleyen hikaye. Film uyarlamasında bu yönü pek yansıtılmasa da Marvel’ın belki de en büyük olayı. Devletin bir kararını destekleyen ve buna karşı çıkan kahramanların çatışmasını anlatıyor. Yakın zamanda bir de Civil War 2 yayımlandı ama o konuyla bağlantısı olmayan çok başarısız bir seri. Kaptan Amerika Civil War’da devletin karşısında, çünkü Steve Rogers propaganda malzemesi olarak yaratılsa da günümüzde Amerika’nın değil insani değerlerin bir temsilcisi haline gelmiştir. Yeri geldiğinde kuralları hiçe sayar, inandığı değerler uğruna kimseyi tanımaz. Tabii bu çizgi roman dünyası, ironik bir şekilde ultimate evrenini Kaptan Amerika’sı çok otoriter bir adamdır, başkan olup süper kahramanların üzerinde baskı kurmuştur. O zaman da başka kahramanların otoriteye karşı çıkması gerekmiştir.
Mark Millar’ın bir başka eseri olan Jupiter’s Legacy süper güçlü insanların inandıklarının ne anlam ifade ettiğini sorgular. Yani kendi hikayelerinin kahramanı, haklı tarafı olmaları bir yandan da halkın iradesini temsil eden devlete karşı çıkmalarını haklı kılar mı? Bu süper kahraman destanı konuyu ilginç bir biçimde, kuşak çatışması üzerinden ele alıyor.
Şimdi DC’ye gelelim. Lex Luthor‘un Amerikan başkanı olması evrenin en ikonik olaylarından biridir ve pek çok uyarlamada işlenmiştir. Kahramanlar ne yapacaklarını bilemez, halkın seçimine saygı mı duymalılar, yoksa bildiklerini mi okumalılar? Bunun dışında bu evrende bizi konumuzun çıkış noktası olan Superman bekliyor, otoritenin dostu Superman… Aslında Superman otoritenin dostu olmaktan ziyade otoritenin bir temsilidir. Kızıl Evlat‘ı okursanız, alternatif evrende mekiği Sovyet Rusya‘ya düşen minik Kal-El’in önce Stalin’in sağ kolu, sonra da halefi olduğunu görürsünüz. Zaten aralarında bir paralellik vardır, ikisinin de lakabı Çelik Adam’dır. Bu çizgi romanın da yazarı Mark Millar. Kendisi konu üzerine epey kafa yormuş olsa gerek. Yazarı Kick-Ass, Kingsman ve Wanted gibi serilerden tanıyor olabilirsiniz.
Superman’in karşısına konulan karakter genelde Batman olur. Yarasacık bu yüzden anarşist konumunda bulunmuştur. Efsanevi yazar Frank Miller, Dark Knight Returns serisinde Batman’i düzene karşı isyan ettirir. Onun karşısına ise Superman’i çıkarır. Miller tuhaf bir adam, Superman’den nefret ettiği ortadadır. Onu otorite sembolü haline getirip çeşitli kahramanlara dövdürmüştür. Buradan otorite karşıtı bir yanı olduğunu anlayabiliriz. Ama kendisi hakkında her geçen gün ayrı bir faşistlik iddiası çıkar ve genelde insanlar Frank Miller’a faşist derken haksız değildir. Hem yazdıklarının hem de çizdiklerinin o yaşlandıkça ucubeleşmesi bu tuhaf duruma tuz biber ekiyor. Kendisinin yukarıda epeyce bahsi geçen Daredevil’a bugünkü alt metnini kazandıran adam olduğunu da ekleyelim ki iyice kafanız karışsın.
Çok daha net bir hikayeye geçelim. Injustice serisinde Batman düzeni savunur, Superman’in diktatörlüğüne karşı isyan eder ama eski düzeni getirmeye çalışmaktadır. Superman iktidarı ele geçirdikten sonra yarasa ve destekçileri terörist ilan edilir. Biraz zıt bir şekilde Nolan’ın filmlerinde Batman otoriteyi temsil eder. Özellikle The Dark Knight filmi düzen (Batman) ile kaosun (Joker) çatışması hakkındadır. Joker’in bariz anarşizminin yanında Bruce Wayne’in Gotham’daki herkesi gözetleyebilecek bir sistem kurup bunu uygun gördüğü birine vermesi üzerinden dönen felsefi tartışmalar oldukça dikkat çekicidir. Ve evet, Heath Ledger çok iyiydi…
Injustice aslında Mark Waid‘in klasik elseworlds hikayesi Kingdom Come‘ın modern bir versiyonu gibidir. Ancak orada otoriteyi ele geçirmeye çalışan Shazam (aslında rakip şirket Marvel’ı temsil eder) ona karşı duran Superman’dir. Mark Waid yakın zamanda yazdığı Irredeemable serisinde de benzer bir konuyu işler ama bu sefer mesele iktidar değil, en güvenilen kahramanın davasından dönmesinin, hatta kötü adam olmasının yarattığı hayal kırıklığıdır. Kingdom Come’da ise olaya bir miktar Hıristiyan sembolizmi dahil etmiştir efsanevi yazar.
Otorite deyince ilk akla gelen çizgi roman tabii ki Authority‘dir. Burada çok güçlü kahramanlar, dünyanın gidişatından memnun kalmayıp onu değiştirmeye karar verirler. Kendilerini birleşmiş milletlerin üzerinde ilan ederler ve iç savaşları bitirmeye, sadece süper kötülerle değil, terör örgütleriyle, uyuşturucu kartelleriyle, silah kaçakçılarıyla ve diktatörlerle savaşmaya başlarlar. Onların deyişine göre “yeni yüzyıl şerefsiz olmak için çok kötü bir zamandır.” Diğer şirketlerin kahramanlarının aksine davaları yolunda öldürmekten çekinmezler. Biraz DC evreninin Earth-3‘sini hatırlatıyor. O evrende Irredeemablevari bir biçimde bizim kahramanlarımızın kötü versiyonlarından oluşan Crime Syndicate dünyayı ele geçirmiş, kafalarına göre yönetmektedir. Syndicate gerçekten kötüdür, bu yönüyle Authority’den ayrılır. Onlara karşı çıkan kahramanlar vatan hainidir. Aynı şey Nazilerin dünyayı ele geçirdiği Earth-X‘te de vardır. Sam Amca ve kahramanlar terörist olarak tanınır.
Son olarak Alan Moore‘un efsanevi maskeli devrimci-teröristi V‘yi hatırlayalım. Moore bir distopyayı, süper kahraman janrı çerçevesinde ele almıştır unutulmaz grafik romanında. Aslında V for Vendetta çok başarılı bir distopya sayılmaz. Kötü adamların (ülkenin yönetimi) kötü oldukları için kötü olması hikayenin gerçekliğini yitirmesine sebep olsa da çizgi romanın derdi zaten bu değildir. Amaç, Guy Fawkes gibi bir teröristin kahraman, İngiltere gibi bir devletin kötü adam olabileceğini göstermektir. Böylece süper kahramanların otorite ile mücadelesi sürer gider… Unutmayın, fikirlere kurşun işlemez!