Raymond Douglas Bradbury, 1920 doğumlu ABD’li öykü, roman ve oyun yazarı. Özellikle bilimkurgu, korku ve fantastik türlerinde olmak üzere birçok türde önemli eserler verdi. Bilimkurgu alanında SWFA tarafından, fantastik edebiyat alanında ise WSFS tarafından “Büyük Usta” ünvanına layık görüldü. Korku edebiyatı için en önemli ödüllerden biri olan Bram Stoker ödülünü birçok kez kazandı. Hugo’dan Pulitzer’e, Prometheus’tan Emmy’e kadar sayısız birçok ödülün sahibi oldu. En bilinen eserleri, önemli distopyalardan biri olan Fahrenheit 451 ve birbiriyle bağlantılı öykülerden oluşan Mars Yıllıkları’dır. 2012 senesinde vefat ettiğinde, New York Times onun için “Modern bilimkurguyu edebiyatın ana akımına çekmekten en çok sorumlu olan yazar.” dedi.
Ateş ve Buz, 1986’da Nisan Yayınları tarafından basıldı. Göl ve Cenazeci adlı iki kısa ve Ateş ve Buz adlı bir uzun öyküden oluşan kitabın pek beğendiğim çevirisi İrma Dolanoğlu’na ait. Kapağı tasarlayan kişiye de teşekkürlerimi sunarım, pek şahane olmuş. Göl ve Cenazeci öyküleri, ölüm temalı gotik öyküler. Göl ve Cenazeci, 1944 ve 1947’de ilk kez Weird Tales’de yayımlandılar. Göl, bu kitap haricinde İthaki’nin bastığı Sonbahar Ülkesi isimli kitapta da yer alıyor. Asıl bahsedeceğim ise şahane bir bilimkurgu öyküsü olan, kitaba da ismini veren Ateş ve Buz. Öykü ilk kez 1946’da Planet Stories’te yayımlandı. Ayrıca Klaus Janson tarafından 1985’te DC Comıcs bünyesinde çizgi romana uyarlandı.
Bir grup bilim insanı uzun çalışmalar sonucu yaptıkları uzay araçları ile dünyadan kaçıp başka bir gezegene giderler. Gezegende günlük sıcaklık farkı inanılmaz yüksektir. Gezegen aynı gün içinde hem buzul çağını yaşar hem de alevler içinde kalır. Malumunuz insan yaşamı için elverişli bir ortam yoktur. Yalnızca günün tek bir saati dünyadakine benzer şartlar oluşur. O bir saatte karlar erir nehirler gürlemeye başlar, ağaçlar bir anda yeşerip meyve verir. Bunun haricindeki zamanlarda insanlar hayatta kalabilmek için mağaraların en derin yerlerinde barınırlar.
İnsanlar, mevcut fiziki şartlardan daha büyük bir probleme sahiptir; ömürleri yalnızca 8 gündür. Bu, öyküdeki kilit noktadır. Böylesine hızlı bir yaşam döngüsünde buna bir çözüm bulunamaz. Çünkü bu sürede yeterli bilgi birikimine ulaşılamaz. Çözüm için çalışan kendilerince “bilim insanı” olan ufak bir grup insan vardır. Bu gezegene gelinmesinden bilim ve bilim insanlarını sorumlu gören insanlar yeterince destek vermezler. Gönüllü bulamayan bilim insanlarının da çalışmaları yetersiz kalır.
Toplumdaki kimse kısa ömrünü sorunu çözmek için harcamak istemez. Çünkü çözüm ancak gelecek nesillerde bulunabilecektir. Doğrudan fayda görmeyen kimse de bu işe yeltenmez, kayıtsız kalır. Bu bencil toplumdaki herkes, doğar, büyür, yeyip içer, çocuk yapar ve daha çocuklarının geliştiklerini bile göremeden buruşarak ölürler. Böylece döngü tekrarlanır ve çıkmaza girer. Ayrıca ömrün bu kadar kısa olmasının getirdiği bir adaptasyon vardır: Çocuklar henüz anne karnındayken bazı görüntüleri ve imgeleri görerek temel şeyleri hızla öğrenirler.
Her an gözle görülür şekilde yaşlanan insanlar barındıkları mağaralardan pek çıkmazlar. Zaten yaşam şartlarının elverişli olduğu bir saat vardır ve en fazla yarım saatlik mesafe kadar uzaklaşabilirler. Bunu bile kimse denemez. O elverişli zamanı herkes durmaksızın yemekle geçirir. Bu gezegene adımını atan ilk insanların geldikleri uzay gemisi uzakta güçlükle görülür. Dediğim gibi süre kısıtlı olduğu ve mesafe fazla olduğundan kimse gitmeyi denemez, gidenlerden ise ulaşan ya da dönen olmamıştır.
Sim, öykünün başında gözlerini açar ve gözlemlerini aktarmaya başlar. Zamanla farkındalığı artar ve öğrenme zorunluluğu hisseder, bilgi açlığı çeker. Toplumun geri kalanından biraz farklıdır. Diğerlerinin davranışlarını sorgular ve yadırgar. Biraz daha büyüdüğündeyse yaşamın kısalığının farkına varır. Sorunun çözümü üzerine kafa yorar. Kendi gibi düşünen insanlar aramaya başlar. İşte öykü Sim’in farkındalığından doğan merakının onu götürdüğü yolu, macerayı anlatıyor.
Bradbury yarattığı bu ufak ama zekice dizayn edilmiş ekosistemde, okurlarını Sim’in yerine koyuyor. Bilimkurgu okuyucusunun hemen her zaman toplumdan farklı hissettiğinin ayırdında olarak yapıyor bunu. Toplumun yeni fikirlere kapalılığını, bağnazlığını ortaya koyuyor. Gelişimi için hiçbir girişimde bulunmayan bencil insanların, gözlerinin önündekini bile görmekten aciz oluşlarını sergiliyor. İnsanın doğuştan sahip olduğu zayıflıkları da sorgulayan öykü, toplumun bilim karşısındaki tutumunu da yansıtıyor. Yazar tüm bunları yaparken aslında öyküdekinden çok farklı bir dünyada yaşıyor olmadığımızı da düşünmemizi amaçlıyor.
Neresinden tutarsanız tutun harika bir öyküyle karşı karşıyasınız. Eminim ki burada bahsettiklerim ve farkında olup size bıraktıklarımdan bile fazlasını bulacaksınız öyküde. Ateş ve Buz, Bradbury’den okuduğum onlarca öykü arasından en hayran olduğum.
Hazırlayan: Canberk İleri