Samsatlı Lukianos, bir grup kahraman yandaşı ile batıya, Cebelitarık Boğazı‘ndan ileriye yelken açıp, okyanusun ötesindeki diyarları keşfetmeye karar verir. Yolculuk sırasında güçlü bir fırtına, gemilerini rotadan çıkarıp 79 gün boyunca savrulmalarına sebep olur ve sonunda tuhaf bir adaya varırlar. İlk gözlemlerinde, bir şarap nehri ve bu nehirdeki balıkları avlayan ayılar görürler. Çeşitli ayak izlerini incelediklerindeyse, adada insanlarla birlikte kocaman ayak izlerinin sahibi devlerin yaşadığı sonucuna ulaşırlar. Şaraptan oluşan nehir, elbette Herakles ve Dionysos‘un buralardan geçip gittiğine delalettir.
Adadan ayrıldıktan bir süre sonra Lukianos ve dostları, başka bir kasırga tarafından bu kez yukarıya, Ay’a doğru savrulup kendilerini gezenlerarası bir savaşın ortasında bulurlar. Görünüşe göre sömürge savaşları Dünya dışında da sürmektedir ve Güneş Kırallığı ile Ay Krallığı Venüs’ü henüz bölüşemememişlerdir. Bu Dünya dışı savaşın askerleri yürüyen ölümcül mantar-kafalar, palamut-tazılar ve insan başlı atlardan oluşmaktadır. Güneş Krallığı’nın galip gelmesiyle Ay nüfusunda kadınların yok olup erkeklerin doğum yapmaya zorlanması sonucu, kahramanlarımız Yerküre‘ye dönerler.
İsmi ironik bir şekilde Gerçek Bir Hikaye (True History) olan bu öykünün yazarı, aynı zamanda ana karakter olarak karşımıza çıkan Samsatlı Lukianos’tur. Yazarın asıl amacı taverna, bar, salon vb. mekanlarda, uzak diyarlarda yaşadıkları maceraları ballandıra ballandıra anlatırken abartılı fantastik elementler kullanmaktan çekinmeyen insanların parodisini resmetmektir. Ancak Gerçek Bir Hikaye’yi özel yapan asıl etken, içerdiği Dünya dışı elementler ve gidilip görülmemiş yerlerin hayali tasvirleriyle tarihin bilinen ilk bilimkurgusu sayılmasıdır.
Hikaye, kahramanların Dünya’ya dönüşüyle sonlanmamıştır elbette. Ayaklarının yerküreye basmasıyla geçici bir rahatlık yaşayan mürettebat, daha sonra kendilerini 300 km’lik bir balinanın karnında bulurlar ve Truva Savaşı‘nın kahramanlarıyla tanışırlar. Ardından bir süt okyanusuyla karşılaşmak ve ilk tarihçi olarak bilinen Antik Yunanlı Herodotus‘un kaderine tanıklık etmek gibi başka maceralar da yaşarlar ama, hikayeyi henüz okumamış olanlar için fazla detay vermemekte fayda var. Hikayenin daha yakın tarihli ve popüler bir başka öyküyle benzerlikler içerdiğini fark etmiş olmalısınız: Gulliver’in Gezileri. Jonathan Swift‘in bu ünlü romanı da, tıpkı Lukianos’unki gibi satir amaçlı yazılmıştır ve Gulliver’in Gezileri de tıpkı Gerçek Bir Hikaye gibi tarihin ilk bilimkurgu eserlerinden sayılır.
Artık canı sıkılan herkesin oturduğu yerden Google Maps‘i açıp, Yerküre üzerindeki herhangi bir noktayı seyretme imkanı bulduğu günümüzde, böylesi abartılı hikayeler en kaba tabiriyle zevzekçe geliyor olabilir. Şimdiki jenerasyonun deli saçması bulduğu elementlere vaktiyle birçok insanın inanması gülünç olsa gerek. Ama bu ilk örnekleri bugünkü bilgilerimizle değerlendirme hatasına düşmeden önce, bilginin ve hayal gücünün sınırlarını belirlememiz gerekir. Evet, ne bilginin ne de hayal gücünün sınırı var; eskiden de yoktu, şimdi de yok. Uzay yolculuğu fikri o zamanlar pek popüler olmamasına rağmen, insanlar tıpkı şu an bizim yaptığımız gibi, bildiği diyarların dışındaki yerleri merak edip hayal kurmuyor muydu?
Tıpkı, vakti zamanında Samsatlı Lukianos’un yahut Lemuel Gulliver‘in yaptığına benzer seferleri, Uzay Yolu‘nun Kaptan Kirk‘ü, Mass Effect‘in John Shepard‘ı, Stargate‘in Jack O’Neill‘ı veya Andromeda‘nın Dylan Hunt‘ı yapmadı mı? Hepsinin kesiştiği nokta hayal gücüdür ve bu eserlerin tümü yazıldıkları dönemde hayal kurmaktan keyif alan insanları tatmin etmiştir. Bilinen bilginin sınırlarının genişlemesiyle bu eserlerin bilimselliğini yitirip fantastik birer öyküye dönüşmesi, sizce merakla güdümlenen insanoğlunun hayal kurmasına engel midir? Bir gün uzaylı bir ırk çatkapı bizimle iletişime geçse ve bu ırk günümüz bilimkurgusunda tasvir edilenlerden hiçbirine benzemese, tüm bu eserleri raflardan indirip alay konusu yapmamız sizce olası mıdır?
Bilimkurguyu tanımlayabilmek bir hayli güç, yorumlanması ve sınıflandırılması ise tanımından daha zor olan bir edebi türdür. Bir edebi tür olarak kabul gördüğünden bu yana kat ettiği yol göz önünde bulundurulduğunda, zaten artık tek bir tanıma sığmayacak kadar karmaşıklaştığı söylenebilir. Onca karmaşıklık içinden tek bir tanım çekip çıkarılacaksa, o tanım illa ki insanın bilinmeyene olan mutlak açlığını içermelidir. İster bilginin sınırlarının şimdikinden çok daha dar olduğu çağlarda yaşayan Süryani bir yazar olun, ister İnternet çağında farklı gezegenlerdeki yaşamı merak eden sıradan bir birey, isterseniz de evrene dört bucağına yayılmış bir medeniyetin vatandaşı; mutlaka o henüz görülmemiş, bilinmemiş yerlerde olup bitenleri her an merak edeceksiniz.
Bilimkurgu ise, şimdiki ismiyle anılsın ya da anılmasın, bizi o cephelere taşıyacak bilgiye erişmemiz için merakımızı güdüleyen yegane ilham kaynağımız olmaya devam edecektir…
Hazırlayan: Burak M. Kılıç