Washington Üniversitesi’nde bilgisayar bilimleri alanında çalışmalar yürüten Muhammed Aurangzeb Ahmed, bilimkurgudaki ve spekülatif kurgudaki müslüman geleneğe değindiği yazısına şu soruyla başlıyor:
“Görünmez adamların, zaman yolculuğunun, uçan makinelerin ve diğer gezegenlere seyahatlerin yalnızca Avrupalı veya Batılı hayal gücünün ürünleri olduğunu mu düşünüyorsunuz? O halde Bin bir Gece Masalları’ndan (M.S. 8-13. yüzyıllar arasındaki İslami Altın Dönemde derlenen halk masalları topluluğu) bir sayfa açıp okuyun. O zaman göreceksiniz ki bu masallar, benzeri pek çok anlatıyı içlerinde barındırmaktadır.”
Öncelikle kendisinin makalesinde bahsini ettiği birkaç tarihsel bilimkurgu ve spekülatif kurgu örneklerini sıralayalım. Bunların ardından ben de hem Osmanlı dönemine hem de günümüze ait birkaç İslami temalı bilimkurgu örneğini sunacağım.
İslam Medeniyeti Tarihinde Spekülatif Kurgu Örnekleri
Ahmed yazısında ilk örnek olarak Farabi’nin 9. yüzyılda kaleme aldığı “El Medinetü’l Fazıla”yı (Türkçe’ye “Erdemli Şehir” olarak çevrilebilir) veriyor. Farabi, Arap yarımadasından Hindistan ve İspanya bölgelerine dek yayılan İslam İmparatorluğundaki çeşitli kültürlerin ve halkların bir arada, barış içinde yaşamalarının formülünü bu metinde öneriyor. Platon’un “Devlet” kitabındaki önermeden esinlenerek, müslüman filozoflar tarafından idare edilen bir ideal ülke, yani ütopya tasvir ediyor. Bu eser için, siyaset felsefesi alanında İslami geleneğin ürettiği en önemli metinlerden biri denilebilir. Ahmed’in geçmiş dönemlere dair verdiği bir diğer örnek, 12. Yüzyılda Endülüs İspanyası’nda yaşamış İbn Tufeyl’in yazdığı “Hayy Bin Yakzan” adlı eser. Anlamı, “Uyanmış, Farkındalık Kazanmış Kişinin Oğlu: Yaşayan” diye çevrilebilir.
Robinson Crusoe’dan yüzlerce yıl önce yazılmış olan bu romanesk, çocukluğunda bir ceylan tarafından bakılan ve bir adada tek başına büyüyen bir insanın hayatını anlatmaktadır. Romaneskin başlangıcında, Hayy’ın adaya gelişine dair iki varsayım aktarılır. İlkinde Hayy, adadaki balçıktan adeta evrimleşerek kendi kendine topraktan türeyerek dünyaya gelmiştir. Diğer varsayıma göre ise Hayy, adaya komşu başka bir adada bir ana babaya sahip olarak normal doğumla dünyaya gelmiş, fakat yasak bir aşkın meyvesi olduğu için annesi tarafından bir sandığın içine koyularak açık denize, Tanrıya emanet edilerek bırakılmıştır. Sandık, Hayy’ın sonradan büyüyeceği adanın kıyısına vurmuş ve Hayy bu adaya böyle bir yolla gelmiştir. İbn Tufeyl, bu iki varsayımı sıraladıktan sonra, dış toplum etkisi olmadan doğanın içinde tek başına büyüyen Hayy’ın öyküsü üzerinden insan doğası, hayatın anlamı, Tanrı inancının toplumsal bir etki mi yoksa bireyin tek başına da ulaşabileceği bir düşünce mi olduğuna dair felsefi konuları irdelemektedir.
İlk İslami Feminist Bilimkurgu: Hanımlar Diyarı
Ahmed, bu iki spekülatif kurgu örneğinin ardından modern zamanlarda kaleme alınan İslami bir bilimkurguya değiniyor. Bengalli feminist aktivist yazar Rokeya Sakhawat Hussain (Rukiye Şekavat Hüseyin), 1905’te yazdığı “Sultana’s Dream” (Sultana’nın Rüyası) eserinde, erkeklerle kadınların rollerinin ve toplumsal konumlarının değiştiği “Ladyland” (Hanımlar Diyarı) adlı hayali bir ülkedeki düzeni anlatmaktadır. Romanda, kadınlar önceden öğrenim olanaklarından yoksun oldukları için gizlice kendi kendilerini bilimsel yöntemlerle eğiterek bir devrim yoluyla iktidarı ele geçirmektedirler. Devrim sonrasında kurulan Hanımlar Diyarı’nda toplum artık son derece barışçıldır ve şiddet, tecavüz gibi olaylara rastlanmamaktadır. Fakat her ütopyanın bağrında bir distopya çekirdeğini barındırması gibi, bu yeni düzende bu sefer erkeklerin sokağa çıkması kısıtlanmış ve erkekler toplumda sindirilmiş ve utangaç karakterler olarak bilinmektedirler. Romanda, Hanımlar Diyarı’nı ziyaret eden Sultana adlı yabancı bir kadın karakter, ülkedeki cinsiyet dengesizliğini fark edince orada yaşayan başka bir kadınla aralarında şöyle bir diyalog geçer:
– Bütün erkekler nerede?
– Olması gerektikleri yerde.
– Ne demek olması gerektikleri yerde?
– Ah, tabii, sen daha önce buraya hiç gelmediğin için bizim geleneklerimizden haberdar değilsin. Biz erkeklerimizi dışarı salmayız, evin içine kapatırız.
Bu haliyle Sultana’nın Rüyası romanı için İslami bir toplumda baskılanan kadınların adeta bir çığlığı olduğunu söyleyebiliriz.
Sömürgeciliğe Karşı Bilimkurgu Örnekleri
20. yüzyıl başlarında, sömürgeciliğe bir tepki olarak alternatif tarih kurgularına da rastlamaktayız. Nijeryalı yazar Muhammadu Bello Kagara’nın 1934’te yazdığı Gand’oki adlı romanda, alternatif bir Batı Afrika tasviri yer almaktadır. Yerliler, İngiliz sömürgeciliğine karşı bir direniş ve ayaklanma yürütmektedir. Romanda fantastik öğeler de bulunmaktadır, çünkü bu alternatif Batı Afrika’da cinler ve sihirli yaratıklar da mevcuttur. Sonraki on yıllarda, sömürgecilik sonrası dönemde yazılan alternatif tarih kurgularında politik eleştirilerin ekseni Marksist dönüşüme uğramaya başlar.
Faslı yazar Muhammad Aziz La’bab‘ın 1974’te yazdığı Iksir al-Hayat (Hayat İksiri), içildiğinde insana ölümsüzlük veren kimyasal bir sıvının icadını anlatır. Sanıldığının aksine bu sıvının icadı insan toplumuna mutluluk ve barış getirmez, tersine sınıf ayrımları keskinleşerek (çünkü bu iksire sadece zenginlerin erişimi vardır) sosyal doku çözülmeye başlar. Bireylerin ölümsüzlük kazanması, toplumu öldürmüştür.
Franskenstein Bağdat’ta ve Birkaç Güncel Politik Bilimkurgu
Muhammed Aurangzeb Ahmed, yazısında günümüzde yazılan politik bilimkurgulardan da örnekler sunuyor. Ahmed Saadawi’nin 2013’te yazdığı “Frankenstein in Baghdad” (Frankenstein Bağdat’ta) romanı, 2001’de ABD’nin Irak’ı işgali sonrasını anlatan bir kurgu. Bu yeniden anlatımda, Mary Shelley’in orijinal eserindeki canavar bu sefer etnik ve dinsel şiddet sonucu ölen insanların vücut parçalarından yaratılıyor. Saadawi, bu eseriyle savaşın anlamsızlığını ve masum insanların maruz kaldığı yıkımları okura sunuyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nden Noura Al Noman’ın, 2012’de yazdığı Ajwan, hem karada hem suda yaşayabilen genç bir uzaylının insanlar tarafından kaçırılan çocuğunu kurtarmasını konu edinmiş. Eserde ana tema olarak mülteci sorunu ve politik güdümleme konuları işleniyor.
Bir bilimkurgu da Suudi Arabistan’dan. Ibraheem Abbas ve Yasser Bahjatt’ın birlikte 2013’te kaleme aldığı HWJN, cinlerin varlığına bilimsel bir açıklama getirmeye çalışmasıyla dikkati çekiyor. Cinleri evrenimize paralel bir boyutta yaşayan enerji formlu yaratıklar olarak tasvir eden romanda, cinsiyet ilişkileri ve dini bağnazlık konuları da ele alınmış. Muhammed Aurangzeb Ahmed, yazısında Mısır’dan da iki güncel eser örneği paylaşıyor. Ahmad Towfiq’in 2008’de yazdığı “Utopia” (Ütopya), 2023 yılındaki Mısır’da geçiyor. Romanda, sosyal ve ekonomik bir çöküşün ardından, toplumun sömürgen elit tabakaları Mısır’ı terk etmiş ve geriye kalan halk kendi topluluklarını kurmuştur. Basma Abdel Aziz’in Kafkaesk bir atmosfere sahip 2016 tarihli “The Queue” (Kuyruk/Sıra) romanında ise, absürt bir diktatörlüğün pençesinde kıvranan bir halkın başarısız bir ayaklanma girişimi ardından başlarına gelenler anlatılmakta.
Osmanlı’da Bilimkurgu: Fenni Edebiyat
Osmanlı döneminde de İslami temaları ele alan bilimkurgu metinlerine rastlıyoruz. Seda Uyanık’ın bu konuyu akademik seviyede ayrıntılı biçimde işlediği Fenni Edebiyat kitabında yer verdiği metinler arasında çarpıcı bir örnek, Molla Davudzade Mustafa Nazım’ın 1913 yılında yayımlanan Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyye-i Rü’yet adlı romanı. Bu romanda, Balkan Savaşları esnasında oldukça zor ekonomik ve siyasi koşullar yaşamaya başlayan Osmanlı’nın 23. yüzyıldaki gelişmiş bir kurgusu anlatılmaktadır. Eserde Molla Nazım, rüyasında dedesi Molla Davud’u görmekte ve ona 19. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı’nın perişan halini umutsuzluk içinde anlatmaktadır. Dedesi ise torununa umut aşılamak için onu 400 yıl sonrasının İstanbul’una götürmektedir. O yüzyılda İstanbul dünya medeniyetinin başkenti olmuş, büyük teknolojik ilerlemeler kaydetmiştir. Fakat bütün bu tekno-ütopyaya ek olarak, yazarı Molla Davudzade Mustafa Nazım tarafından yine bir ütopya gibi anlatılan ama günümüzde bizlere tam bir distopya örneği olarak gelecek totaliter unsurlara da rastlarız.
Romanda İstanbul’un bu teknolojik gelişmişlik seviyesine, uyguladığı katı İslam şeriatı sayesinde varmış olduğu iddia edilmektedir. 23. yüzyıl İstanbul’unda erkekler ve kadınlar, genel ahlakı korumak adına kamusal alanda asla bir arada bulunamamakta; günün belli zamanında erkekler şehrin meydanlarını iki buçuk saatliğine sadece kadınlara bırakmakta ve kadınlar erkeklerin yaptığı bütün işleri devralmaktadır. Nargile ve kahve, insanları tembelliğe sevk ettiği düşüncesiyle yasaklanmıştır. Binalar camla kaplıdır ve tıpkı yollar ve köprüler gibi çok katlıdır. İstanbul’un nüfusu 10 milyona ulaşmıştır. Şehrin bahçelerindeki ağaçlar türlerine, renklerine ve boylarına göre sınıflandırılmış olup her şey tıpkı cennet bahçesi tasvirlerini andırırcasına düzenlidir. Bu düzen sadece şehrin mekânlarında değil, insanların davranışlarında da görülür. İnsanlar sokakta “sanki hep bir fabrikadan çıkmış kumaşlardan yeknesak elbiseler giymişler; hepsi bir ana babanın taht-ı terbiyesinde büyümüşler gibi kemal-i süratle muntazaman yürümektedirler”. Bu yüzyıldaki İstanbul’da gayrimüslim yurttaşlar toplumsal alandan tamamen dışlanmışlardır. Kendi özerk arazilerinde küçük topluluklar halinde herhangi bir ekonomik veya politik güçleri olmadan yaşamalarına izin verilmiştir.
İslampunk Bir Bilimkurgu Mümkün mü?
Türkiye’de son yıllarda İslami temaları işleyen bilimkurgu var mı denildiğinde, 2015 yılında hayatını kaybeden, İslami Edebiyat Vakfı onursal başkanı şair ve yazar Ali Nar’ın 2002’de yayımlanan Uzay Çiftçileri adlı romanı ile yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun 2017 yapımı Buğday filmi aklıma geliyor. Uzay Çiftçileri’nin kapağında şöyle denilmiş:
“Ruhu fetih arzusuyla dolu, kendine güvenen, tarihine, inancına ve coğrafyasına sahip çıkan genç insanların uzay macerası nasıl olur? Uzaydaki uyduların, galaksilerin ve komuta merkezlerinin isimleri bu gençlerin verdiği isimlerle anılıyor. Uzay yolculuğu bu kitapta sadece kuru madde ve bildik yalnızlık temasıyla işlenmiyor; daha da öteye gidilerek insan ruhunun engin denizlerine yelken açıyor ve bize ruhi bir mirac da sunuyor.”
Kitabın tanıtım bülteninde ve hakkında İslami medyada çıkan yazılarda ısrarla “Türkiye’nin ve İslam dünyasının ilk bilimkurgusu” denilmesi, sadece konuya ilişkin cehaleti ortaya seriyor.
Aklıma gelen bu örneklerden başka, İngilizce yayın yapan Islam Sci-fi internet portalını saymak lazım. İslami temaları işleyen bilimkurgu eserlerine ve bu konuda yapılan tartışmalara yer veren site, 2016 yılında ilk öykü antolojisini de yayımladı.
Yazımın alt başlığındaki “İslampunk bilimkurgu mümkün mü?” soruma dönecek olursam, evet, bence mümkün. Çünkü yukarıda verdiğimiz tarihsel ve güncel örneklerin varlıkları, böyle bir alt türün gelişmesi adına umut vaat ediyor. Paylaştığım eserlerin çok büyük çoğunluğunun politik yanlarının ağır basması ise hiç tesadüf değil. Çünkü fen bilimlerinin gelişmediği, düşünce özgürlüğünün eser miktarda olduğu, kadınların ezildiği, tarihsel bir komploya uğradıklarını düşünen İslami toplumların bilimkurgu yazarlarının da, sosyal bilimkurgu, ütopya/distopya örneklerine ve alternatif tarih kurgularına yoğunlaşmaları kaçınılmaz bir sonuç.
İslam inancının bir kültür olarak baskın olduğu ülkelerde artan bilimkurgu ve spekülatif kurgu örnekleri sayesinde toplumsal uyanışın hızlanacağına inanıyorum. Unutmamak gerekir ki, bilimkurgu özgürleştirir…