“Bilimin ilerleyişine öncülük edenler” denilince aklımıza ilk kimler gelir? Elbette bu uğurda laboratuarlarda sabahlayanlar, yaşamlarını bir deneyin başarısına adayanlar, sağlıklarını çalışmaları için harcayanlar hatırlanır hemen. Mesela üzerinde çalıştığı radyoaktif maddelerin etkisi sonucu öldüğü söylenen Marie Curie bilimin ilerleyişi hususunda ne büyük bir kahramandır. Onu; bulduğu elementlerle, yaptığı diğer çalışmalarla ve tüm bunların yanında zamanının cinsiyet ayrımcılığına meydan okuyan bir kadın figürü olarak anıyoruz.
Bilim dünyasında akıllarda iz bırakan başka kahramanlar ve başka hikayeler de vardır. Modern kimyanın temellerini atan Antoine Lavoisier’in meşhur hikayesini bazılarımız hatırlayacaktır. Lavoisier vergi borçları bahane edilerek idama mahkum edilir. O dönemde idamlar giyotin denilen kafa kesme makineleriyle yapılmaktadır. Lavoisier idam edileceğini öğrenince arkadaşı Lagrange’ı yanına çağırır. Ona, “Kafam kesildiğinde gözlerime bak; eğer iki kere kırparsam insanın kafası kesildikten sonra beyninin bir süre daha düşünmekte olduğunu anlarız.” der. Lavoisier’in kafası kesilir ve sonrasında iki kez göz kırpar. Büyük bilim insanı öldükten sonra bile bilim dünyasına hizmet etmiş olur böylece.
Peki ama bilimin ilerleyişinde sadece fedakar ve çalışkan bilim insanları mı etkilidir? Aslında daha dikkatli baktığımızda başka alanlardan kahramanlarla göz göze geliriz. Bu kahramanlar bilimkurgu edebiyatı yazarlarıdır. Onlar gerçek manada birer öncüdürler. Bilim dünyasına yeni hedefler sunarlar, onlar için keşfedilmemiş ufuklar hayal ederler ve sıradan insanlara geleceğin büyülü dünyasını göstermeye çalışırlar. Bazıları bu çabaları ve yeni şeyler hayal eden bilimkurgu yazarlarını küçümserler. Onları gerçekçi olmayan şeylerle uğraşmakla suçlarlar. Oysa bugün gerçekçi görmediğimiz şeyler yarının sıradan olguları olabilir. Arthur C. Clarke’ın dediği gibi: “Yeterince gelişmiş teknoloji sihirden ayırt edilemez.”
Bilime yol gösteren bilimkurgu yazarı olarak en çok önce çıkanlardan biri Jules Verne olmuştur. Saygı duyulacak bir ileri görüşlülükle yaşanabilecek bilimsel gelişmeleri hayal etmiş ve bunları macera dolu kitaplarında okuyucularına sunmuştur. En çok da ulaşım teknolojisi ile ilgili öngörülerde bulunmuştur Verne. Bunun en çarpıcı örneği 1865 yılında yazdığı Ay’a Yolculuk’tur. Jules Verne’in zamanına göre bu uçuk kalacak hayali yıllar sonra, 1969’da gerçek olmuştur.
Ya H. G. Wells’in 1897’de yayımlanan kitabı Görünmez Adam’a ne demeli? Bugün hala görünmez adamlar yok, görünmezliği icat edemedik. Ama en azından artık teorik olarak görünmezliğin mümkün olduğunu biliyoruz. Üstelik bu konuyla ilgili pek çok çalışma yapılıyor. Kısmen görünmezliğin başarılabildiği çalışmalar bile var. Kim bilir belki yakın bir gelecekte her birimiz istediğimiz anda bir “görünmez adam”a dönüşeceğiz.
Bilimkurgu edebiyatı daha pek çok bilimsel konuyu ele alıp işledi. Bazı bilimkurgu yazarları eserlerinde olası bir uzaylı istilasını konu ettiler, bazıları ise insanların uzaya yolculuğunu. Ufkumuz sadece kitaplarla açılmadı. Sinema sektörü de bu konuya zaman zaman el attı. Kısa zaman önce izlediğimiz Interstellar filmi dünyadan er ya da geç uzaya açılmak zorunda kalacak olan insanoğluna bu konuda tartışma fırsatı sundu. Daha öncesinde yapay zekayla ilgili filmler bizi bu konuda uyardı. Terminatör serisinin ya da Matrix filmlerinin ana mesajı bu konuya yönelikti. Bilim dünyasına bu konudaki riskleri hatırlattılar bir anlamda. Belki bazı bilim insanları bu yapay zeka tehdidine karşı alınabilecek önlemler konusunda çalışmaya başlamıştır bile, ne dersiniz?
Bilimkurgu kitaplarına dönecek olursak bu kitaplar bilimin sadece ilerleme boyutunu ele almazlar. Etik ve sosyolojik tartışmalarla ilgili de söyleyecek çok şeyleri vardır. Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’i bu konuda çarpıcı bir örnektir. Mülksüzler’de yazar, birbirinin uydusu olan iki gezegen ve bu gezegenler üzerindeki farklı toplumlar üzerinden insana ve siyasete dair çıkarımlar yaptırır. Bu konuda es geçilemeyecek bir diğer eser de meşhur 1984’tür. George Orwell’in bu muhteşem yapıtı adeta distopya kelimesinin ete ve kemiğe bürünmüş halidir. Bu romanı okuyan kişinin topluma, insana bakışı değişecektir. Örnekler çoğaltılabilir. Mesela siz hiç kitapların yakıldığı bir dünya nasıl olur düşündünüz mü? Merak etmeyin Ray Bradbury çoktan düşündü bile. Fahrenheit 451 romanı, adını kağıdın tutuştuğu sıcaklıktan aldı. Bize de bir yandan korkutan ama çözüm konusunda da yol gösteren bu eseri okumak kaldı.
Burada hatırlamadığımız bilimkurguya dair daha pek çok roman, öykü ve film insanlığa yeni görüşler kazandırdı, bilimsel perspektifi genişletti ve belki de en önemlisi milyonlarca insana bilimi sevdirdi.
Dün bilime öncülük bayrağı Jules Verne’in, H.G. Wells’in, Arthur C. Clarke’ın, Isaac Asimov’un ellerindeydi. Bugün ise onların açtığı yolda yepyeni patikalar belirdi. Bu patikaları biz cyberpunk, steampunk gibi isimlerle biliyoruz. Bu alt dallarda bugün yüzlerce eser yazılıyor. Bilimkurgu edebiyatı bilime yol ve hedef göstermeye devam ediyor.
Bilimkurguyu; bilimin öncülerini sevin. Hayalleri sakın küçümsemeyin. Albert Einstein’ın şu sözü her zaman kulağınıza küpe olsun: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.”
Hazırlayan: Mümin Can
tabi ki bilimin öncüleri bi kaç sayfaya sığacak kadar az değil fakat çok güzel bir yazı olmuş , elinize sağlık