Dilimize üç farklı yayınevi tarafından çevrilen (Sonsuzluğun Sonu, Cep Kitapları, Evrenin Çanları, Altın Kitaplar, Sonsuzluğun Sonu, MonokL) The End of Eternity, Isaac Asimov’un zaman düzenlemesi ve değişen gerçeklikler üzerine kaleme aldığı nadide eserlerinden biri. Bu eseri çok daha anlamlı ve önemli kılan özelliği ise Vakıf Serisi‘nin kurucu kitapları arasında yer alması. Ancak bu durumu, “Vakıf Serisi’ne başlanmadan evvel mutlaka okunmalı” şeklinde de algılamamak gerek. Seri için hayati bir işlevi yok; ama Vakıf Serisi’nde anlatılan gerçekliği olanaklı kılan durumlar kitabın ana konusunu oluşturuyor. Bu nedenle Vakıf Serisi’nden önce okunması önerilir. Öte yandan, kitabın ortaya çıkış hikâyesi de bir hayli ilginç. Asimov, 1953 yılında Time dergisinin Mart 1938 tarihli sayısını karıştırırken nükleer patlamanın ardından ortaya çıkan bir mantar bulutu fotoğrafı görüyor. Mantar bulutuna uzun uzun bakıyor ve o an zaman yolculuğu ile ilgili bir kitap yazma fikrine kapılıyor. 1953’te adını The End of Eternity koyduğu romanını yazmaya başlıyor ve bir yıl içinde de tamamlıyor. Ortaya 25.000 kelimelik bir eser çıkıyor. Ne var ki yazar, bir süre romanı yayınevlerine kabul ettiremiyor ve kitap ancak 1955 yılında yayımlanıyor.
Eser, sürükleyici kurgusunun yanı sıra zamanının bilimsel durumunu gözler önüne sermesiyle de değerli. Kitabın kurgusuna göre zaman yolculuğu, 24. yüzyılda yaşamış olan Mallansohn adında bir mucit tarafından icat ediliyor. İlk icat edildiğinde kibrit başı büyüklüğündeki bir cismin zamanda sadece iki saniye ileri ya da geri gitmesi sağlanabiliyor. Çünkü bu işlem hem çok karmaşık ve hem de çok fazla enerji gerektiriyor. Ancak sonraki yüzyıllarda araştırmacılar, saç kılı kalınlığındaki bir zaman alanını Güneşimizin süpernovaya dönüşüp çevresine muazzam enerji yaydığı bir zaman dilimine kadar ulaştırıyor ve söz konusu zaman alanını kullanarak buradan enerji çekimi yapmayı başarıyor. Yani Sonsuzluk’un enerjisi, kelimenin tam anlamıyla milyarlarca yıl gelecekten alınıyor. Bu gelişmenin sonrasında bir Sonsuzluk Birimi oluşturuluyor ve bu birim tarafından zamana müdahale edilmeye başlanıyor. Söz konusu müdahaleler, tamamen kontrollü bir şekilde ve ne yaptığını bilen uzman kişilerce yapılıyor. Bu kişilere ise Teknisyen adı veriliyor. Teknisyenlerin ofislerini de barındıran Sonsuzluk Birimi ise zamanın dışındaki bir alana konumlandırılıyor. Ancak bu durum, kendilerine her ne kadar Sonsuzlar denilse de birimde yaşayanları ölümsüz kılmıyor. Çünkü biyolojik saatten kaçış yok ve her Sonsuz günün birinde emekliye ayrılacağının farkında.
Geliştirilen zaman yolculuğu teknolojisi mükemmel işliyor gibi görünse de, bazı sınırların olduğunu da unutmamak gerek. Örneğin, zamanda en fazla bu teknolojinin icat edildiği 24. yüzyıla kadar geri gitmek mümkün. Geleceğe yolculuktaysa “Yasak Çağlar” adı verilen bir zaman dilimi dışında herhangi bir sınırlandırma yok. Ancak çok fazla ileriye gidildiğinde, üzerinde insanlığın yaşamadığı ölü bir gezegen manzarasıyla karşılaşılıyor. Dolayısıyla Sonsuzluk Birimi‘nin kuruluş amacıyla uyuşmadığı için çok uzak bir geleceğe yolculuk yapmak anlamsız. Yasak Çağlar denilen zaman aralığına yolculuk yapılamamasının nedeni ise tam olarak bilinmiyor. Bu gizem, romanın sürükleyiciliğini arttıran bir husus olarak karşımıza çıkıyor.
Karakterimiz Harlan, kendi zaman çizelgesinden koparılmış bir Sonsuz. Yaptığı başarılı gözlemler ve verdiği yerinde kararlarla en önemli yöneticilerden birinin gözüne giriyor ve özel asistanı oluyor; aynı zamanda teknisyen rütbesi de alıyor. Teknisyenler, gerçeklik değiştirmelerinden sorumlu olan Sonsuzlar. İzole ve duygusuz bir yaşam sürüyorlar. Harlan, elde ettiği her başarısıyla kariyerinin zirvesine doğru emin adımlarla tırmanıyor. Derken hiç olmaması gereken bir şey yaşanıyor: Harlan aşık oluyor! Bu noktadan sonra okuyucunun kafasını meşgul eden en büyük sorun, Harlan’ın aşkı uğruna ne kadar ileri gidebileceği. Artık romanın akışı da durdurulamaz bir biçimde hızlanıyor.
Roman, zaman yolculuğu gibi cesur bir konuyu işlerken o bilindik mantık tuzaklarına düşmeden başarıyla ilerleyebilmesi sonucu haklı bir üne kavuşmuş durumda. Ancak romanın bu başarısı, vermek istediği yaşamsal öneme sahip mesajın da gölgede kalmasına neden oluyor. Zira The End of Eternity‘nin haykırırcasına verdiği mesaj şu: Doğal sürece müdahale etmek tehlikeli ve yanlıştır.
Roman, savaşların çıkmadan önlendiği, kıtlıkların durdurulduğu, zaman çizgileri arasında kontrollü biçimde ithalat ve ihracatın yapıldığı distopik bir evrene sahip. Çoğu kişi, “savaşların, kıtlıkların olmadığı bir evren neden distopik olsun ki?” diye iç geçirebilir ama roman bunun cevabını oldukça sağlam bir şekilde veriyor. Savaşlar, tehlikeli icatlar, kıtlıklar ve daha nice olumsuzluklar, bir uygarlığın doğal süreç içerisinde baş etmesi gereken unsurlar. Bunlara rağmen varlığını koruyabilen bir uygarlık, aynı zamanda gerekli deneyim ve olgunluğa da vakıf olmuş demektir. Eğer siz bir uygarlığı bu deneyim ve olgunluktan mahrum bırakırsanız, o uygarlık gerekli ilerlemeyi ve atılımı gerçekleştiremez. Hiçbirimiz savaşları ve onların yarattığı tahribatı elbette onaylayamayız, ama şu da bir gerçek ki bu savaşların itici gücü sayesinde pek çok teknolojik ve bilimsel gelişme de yaşandı. Bunu da görmezden gelmemek lazım.
Kısacası bu güzide kitap, bir nevi Asimov’a giriş niteliğinde ve konuya ilgisi olan herkesin mutlaka okuması gereken bir eser.
Roman, 1987 yılında Sovyet yönetmen Andrei Yermash tarafından Konets Vechnosti adıyla sinemaya da uyarlandı. Ayrıca Regency Enterprises, olası bir film uyarlaması için romanın haklarını elinde bulunduruyor.