Bir bilimkurgu klasiği haline gelen 2001: Bir Uzay Efsanesi ile başlayıp, 2010 ve 2061 ile gelişen olayların en gizemi tarafı, tektaşı (monolith) yaratan uzaylılar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmememizdi. Neyse ki bu hikayede birçok şey öğreniyoruz. İnsanın maddeden yaratılmış olması ve maddenin sınırları düşünüldüğünde bu sınırları aşmak için hangi özelliklerin zorunlu olduğu hakkında oldukça kafa yormamız gerekiyor. Yazar bu konu hakkında otuz yıldan fazla kafa yormuş ve 2001 serisi dışında başka hikayelerinde de bu fikri irdelemiştir. İlk çıktığı yıl olan 1968’den itibaren, okuyucularını birçok konuda derin düşüncelere sürükleyen yazar, onların beklentisini otuz yıl sonra, 1997’de yayımlanan 3001: Son Efsane ile karşılayarak hikayedeki soruların birçoğuna cevap veriyor.
Hikaye monolitleri yaratan biyolojik formlu İlk Doğanlar ile başlıyor. Milyonlarca yıllık evrimden sonra vardıkları “Evrende bilinçten daha değerli bir şey yoktur” temel fikri ile hayatlarını sürdürmektedirler. Bu temel fikir ile evrende gittikleri her yerde bilincin tohumlarını atarlar. Bu bir şekilde bilincin evrende devamlılığını sağlayarak bilincin sürekli bir şekilde hayatta kalmasını sağlama eylemidir. Dünyayı ziyaret eden ilk doğan, daha sonra bir şekilde kendisini uzay zamana bağlayacak dönüşümü geliştirir ve ölümsüz olur.
3001’de, 2001: Bir Uzay Macerası’nda HAL 9000 tarafından öldürülen astronot Frank Poole ile ilgili hikayelere tanık oluyoruz. 2001’de Frank Poole’un Hal tarafından kasıtlı olarak öldürülmesinin ardından cesedi uzayda sürüklenmeye başlamıştır. Bu kazadan bin yıl sonra, asteroid toplayıcısı Goliath adlı bir gemi tarafından Kuiper Kuşağı’nda Frank Poole’un donmuş bedeni bulunur. Frank uyandığında aradan geçen zamana inanamaz, ama içinde bulunduğu duruma da ayak uydurmayı başarır. Bin yıl içinde İngilizce bile değişmiştir. Eski İngilizce’ye hakim olan Dr. Indra iletişim konusunda ekibe yardım eder.
Eski bilim insanları inatçılığıyla meşhurdur ve Poole da onlardan biridir. Başladığı işi bitirmek için Europa‘ya giderek Bowmann ve HAL ile irtibata geçer. Bowman ile HAL aradan geçen zaman içinde tek bir varlık olmuş gibidirler. Dünyanın yörüngesinde büyük bir koloni kurulmuştur ve dünyalı hayatın büyük bir çoğunluğu artık burada devam etmektedir. Poole, koloniye döndüğünde Dr. Indra ile evlenir. Bir süre sonra Dave ile tekrar iletişime geçer. Bilinen tektaşların en büyüğü Europa’dadır ve bu zaman içinde bir şeyler planlamaktadır.
Aradan geçen bin yılda beyin ile bilgisayar arasında iletişim sağlayacak BrainCap teknolojisi oldukça geliştirilmiştir. Bununla da kalınmayıp genetik olarak geliştirilmiş köle dinozorlar, uzay sürücüsü, Ekvator’a yerleştirilmiş dört adet uzay asansörü gibi gelişmeler yaşanmıştır. Aynı zamanda insanlar Jüpiter‘in uyduları olan Jovian ayları, Ganymede ve Callisto‘ya yerleşerek koloni kurmuşlardır. Bu arada 1999’da ayda bulunan monolitin artık tarihi bir anlamı vardır ve 2006 yılında Birleşmiş Milletler binasının önüne dikilir.
Birçok okuyucunun görüşü, serinin son hikayesinin vasat olduğu yönünde. Ancak yazarın edebiyatı bilim ile harmanlama yeteneği eşsiz bir eser yaratıyor. Bazı özlü sözlerinde dediği gibi, gelecek öngörüsünde dini tamamen devre dışı bırakmaz, ancak bilimi kullanarak sürekli gözden düşürücü bir etkiye maruz bırakır. Hikaye de bu bakış açısı ile ilerler. Bin yıl sonunda insanlık çok tanrılı bir yapıyla, daha da çok ateist bir noktada konumlanmıştır. Tek taş teknolojisi konusunda oldukça ilerlemiş olan Dünyalılar, Europa’daki tektaşın aksiyonuna karşı truva atı yöntemi ile karşı plan geliştirmeyi düşünmektedirler. Ay’daki mahzende birçok silahın yanında, bilgisayar virüsleri de vardır, ancak bu işe yarayacak mıdır?
Bilimkurgunun efsaneleri arasında yer alan Bir Uzay Efsanesi, türün en büyük yazarlarından Arthur C. Clarke‘ın insanlığın geleceği, uzaylılar ve bilinç konusundaki öngörülerini son noktaya taşıdığı 3001: Son Efsane ile noktalanıyor.