Uzaylılar Neden Hep Canavar Olarak Gösteriliyor?

Çocukken geceleri yorganı başıma kadar çeker ve karanlık, tekinsiz sokaklarda bir başıma yürüdüğümü ya da okyanusların dibinde, daha önce kimsenin görmediği ışık almaz derinliklerde yüzdüğümü düşlerdim. Bu hayaller beni korkuttuğu kadar eğlendirirdi de. Eğlendirirdi çünkü tam bir korku filmi tutkunuydum. Korkuturdu çünkü karanlık bir sokakta karşınıza kimin çıkacağını veya okyanusun derinliklerinde nasıl bir yaratık ile karşılaşacağınızı bilemezsiniz. İşte korkuyu da bu bilinmezlik sürükler peşinden. Sürüklemekle de kalmaz, korkuyu yüreğinizin topraklarına elleriyle ekip sular.

İnsanoğlu tarih boyunca bilinmeyenden korkmuştur. Nereden geldik, neden varız, hava neden kararıyor, şimşek neden çakıyor, güneş neden ısıtıyor, yanardağ neden patlıyor, neden bir gün ölmek zorundayız, ölüm bir son mu gibi sorulara yanıtlar aramamızın, yanıtları bulamadığımız yerde de hikâyeler uydurup mitler yaratmamızın nedeni budur. Bilinmezlik soru işaretleri doğurur, tedirgin edicidir.

Life (Hayat / 2017)

Elbette günümüzde bilim son sürat ilerliyor ve artık birçok sorunun cevabını öğrendik. Karanlık köşeler gittikçe aydınlanıyor. Yine de sorular tükenmiş değil. Hatta her yanıt, daha büyük bir sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Sorduğumuz büyük sorulardan biri de “Orada ne var?” Carl Sagan’ın deyişiyle orada bir yerlerde bizi inanılmaz bir şeyler bekliyor olabilir.

Peki orada bizi ne bekliyor? Bilimkurgu sineması bu soruya verilmiş yanıtlarla dolu. İşin işinde bilinmezlik olunca verilen yanıtların ürkütücü olması şaşırtıcı değil tabii. Yeni keşfedilen bir gezegen ya da bulutların arasında beliren dünya dışı bir cisim, karanlık bir sokaktan daha çok bilinmezle doludur ne de olsa. Bilimkurgu sinemasına şöyle bir göz attığımızda dünya dışı canlıların genellikle korkunç ve düşman olarak tasvir edilmesinin altında yatan ana neden de budur: Bilinmeyene karşı duyduğumuz o ilkel korku.

The Deadly Spawn (1983)

Beyaz perdeye yansıyan uzaylılar, teknolojileri ne kadar ileri ya da geri olursa olsun, bizi yok etmeye -en azından bunu denemeye- can atarlar. Mars’ın bir gizem olduğu yıllarda İngiliz bilimkurgu yazarı H. G. Wells’in kaleme aldığı Dünyaların Savaşı’ndan (The War of the Worlds) uyarlanan 1953 tarihli yapımda Marslılar, insanoğluna karşı acımasız bir savaş başlatır. Diğer bir roman uyarlaması olan Invasion of the Body Snatchers’ta (Merih’ten Saldıranlar / 1956) bu kez insanoğlu, bedenlerinin peşinde olan dünya dışı bir tür ile karşı karşıya kalır. Zaten türün Altın Çağı sayılan 50’li yıllarda bilimkurgu filmlerinin konusu aşağı yukarı aynıdır. Gökyüzünden gelen düşman değişse de amaç değişmez ve yabancı gezegenlerden kalkıp gelen uzaylılar, bizi yeryüzünden kazımak için uğraşıp dururlar.

E.T (1982), Super 8 (2011), Explorers (1985) gibi çocuk bilimkurgularında aksi olsa da durum genelde yukarıda belirttiğimiz gibi olur. 50’liler, 60’lar, 70’ler, 80’ler… Değişen bir şey yoktur. Bilinmedik gezegenlerde karşılaşılan türler hiçbir zaman bir sincap kadar sevimli çıkmaz. (Yapımcıların, sincap gibi sevimli bir yaratığın keşfini izlemek için bilete para verip sinemaya gitmeyeceğimizi bilmeleri de işin başka bir boyutu elbette.) İlle de zeki, acımasız ve ölümcüldürler. 1979’da yabancı bir gezegeni araştırmak için ziyaret eden Nostromo gemisi tayfası, kâbuslarımıza girecek türde bir Yaratık ile karşılaşır mesela. 1982’de tehlike bu kez buzların içinden çıkıp gelir (The Thing / Şey). 1987’de başka bir dünya dışı varlık, eğitimli askerleri bir bir avlar (Predator / Av). 1988 tarihli ve John Carpenter imzalı They Live’de (Yaşıyorlar) dünyamız çoktan istila edilmiştir de bizim ruhumuz bile duymamıştır. Yine aynı tarihli bir yeniden çevrim olan The Blob’da doymak bilmez jölemsi bir canlı, başımıza büyük dertler açar.

The Blob (1988)

Örnekler çoğaltılabilir. Elbette bilimkurgu sinemasının tarihinin ölümcül yaratıklarla dolu olmasını, tek bir nedene bağlamak da doğru değil. Uzaylıların canavar olarak tasvir edilmesinin altında yatan bir diğer neden insanoğlunun kendinden zayıf olanı yönetme, sömürme ve yok etme eğiliminde olması olarak gösterilebilir. İnsanlık tarihine bakılacak olunursa “medeniyet” getirme bahanesiyle birçok toplum, başka toplumlar tarafından türlü eziyetlere maruz bırakılmıştır ve günümüzde de bırakılmaya devam edilmektedir. O halde dünya dışından gelen ve bizden üstün olan bir tür de bizi yönetmek, sömürmek ya da yok etmek isteyecektir. Düz mantık bunu gerektirir.

Doğru cevabı bizi gerçekten ziyaret etmedikleri sürece öğrenemeyeceğiz. Kim bilir, belki gerçekte bir sincap kadar sevimlidirler. Umalım ki medeniyet götürme konusunda bizden daha başarılı olsunlar.

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

insan

Tüm İnsan Türünü Tek Karede Temsil Etmek Mümkün mü?

1972’de Carl Sagan, insanlığı uzaya göndermeye hazırlanıyordu. Pioneer görevleri insansız olsa da, ola ki bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et