Uzayda Romantizm: Passengers

Ülkesinde (Norveç) çektiği Hodejegerne (Kafa Avcıları – 2011) ile uluslararası arenada dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Morten Tyldum, kısa sürede Batı’ya transfer oldu ve 2. Dünya Savaşı döneminde ünlü matematikçi Alan Turing’i merkezine alan Enigma (2014) ile 87. Akademi Ödül Töreni’nde adından söz ettirdi. Kariyer basamaklarını emin adımlarla çıkan Tyldum’un yeni eseri Passengers, yönetmenin en vasat işi. Film, Avrupalı yönetmenin takipçileri için bir hayal kırıklığı olabilir; fakat Passengers’ın başarılı olamamasının nedenini sadece Morten Tyldum’a mal etmek haksızlık olacaktır. Yapım ekibine baktığımızda, senaryo yazarlığını üstlenmiş olan Jon Spaihts hemen dikkat çekiyor. Spaihts, daha önce Prometheus’un senaryosunu yazmış, ama senaryonun yapım şirketi 21th Century Fox’u tatmin etmemesi üzerine düzeltmeler yapması için Damon Lindelof çağrılmıştı. Uzaylı istilasını konu alan The Darkest Hour (2011) film senaryosu da senaristin eksi hanesinde yer alıyor. Bu açıdan Passengers’ın da konu olarak ilginç ama senaryo bakımından zayıf olması sürpriz olmadı. Fakat filmin vasat olmasını sadece senaryo yazarına bağlamak da kolaycı bir yaklaşım olacaktır.

Gelecekte, artan nüfus ve azalmaya başlayan kaynakların da etkisiyle, yaşanabilir ve yeterli bir ekosisteme sahip olan Homestead 2 gezegenine koloni kurma amacıyla 5000 gönüllü kişi Avalon uzay gemisi ile gönderilir. Işık hızının yarı sürati ile giden geminin, gezegene olan yolculuğu 120 yıl sürecektir. Bu yolculukta kişiler uyku kapsüllerinde uyutulacak ve adaptasyon ile teknik hazırlık süreci için varıştan dört ay önce sistem tarafından uyandırılacaklardır. Fakat geminin hedefe hareket etmesinden 30 yıl sonra istenmeyen teknik bir arızadan dolayı Jim Preston’un (Chris Pratt) uyku kapsülü açılır. Kısa bir süre sonra durumun farkına varan Preston, 90 yıl erken uyandırıldığını anlar. Homestead 2 gezegenine tamirci olarak gidecek olan Preston, teknik becerisine güvenerek teknik arızanın nedenini aramaya koyulur. Fakat tekrar uyutulamayacağını öğrenen Preston, uzun ve yalnız bir süreçle karşı karşıya kalır. Yalnızlığını robot barmenle arkadaşlık ederek ve geminin yolculara sunulan kaynaklarını kullanarak gidermeye çalışır. Kapsülleri tekrar uyutmaya programlayamasa bile, kapsüldeki kişileri nasıl uyandırması gerektiğini çözmeyi başarır. Bu durum Preston’un vicdani ve geri dönülemez bir karar almasına neden olacaktır.

Son yılların yıldızı parlayan oyuncusu Chris Pratt’in canlandırdığı Jim Preston karakteri, bir yazar olan Aurora Lane (Jennifer Lawrence) ile karşılaşıncaya dek, Robinson Crusoe ile paralellikler içeriyor. Daniel Defoe’nun eseri olan Robinson Crusoe’nun modern ve serbest bir uyarlaması olan Cast Away’de (2000) olduğu gibi Jim Preston, aslında kendisini ıssız bir adada bulur. Tek arkadaşı olan robot barmen Arthur’a (Michael Sheen) “Issız bir adaya düşseydin yanına ne alırdın?” sorusu Crusoe ile olan paralelliği destekler. Elbette bu benzerlik bir yere kadar aktarılıyor. Fakat Preston’un hayatına sonradan başka bir karakter dâhil olmasaydı ve geminin Cuma’sı (Crusoe’nun yerli arkadaşı) robot Arthur ile olan ilişkisi üzerine yoğunlaşılsaydı belki daha ilgi çekici bir yapım çıkabilirdi karşımıza. Çünkü Preston, yapımın sonlarında gemi içinde ormanı andıran bir ekosistem yaratmayı başarıyor. Uzay gemisi Avalon’da, Homestead 2’ye götürülmek üzere dünyadan alınan her türlü bitkisel ve biyolojik örnekler bulunuyordu. Uzay gemisinde sonradan oluşturulan orman konsepti, Jim Preston ve Arthur ilişkisi, uzayda geçen serbest bir Robinson Crusoe hikâyesi olabilirdi.

İlk bölüm yalnız bir adamın hikâyesi iken, erken uyandırılan Aurora Lane’in hikâyeye dahil olması ile ikinci bölüm romantizmin sularına yelken açıyor. Birbirine yabancı olan iki insanın duygusal anlamda yakınlaşmaları biraz zaman alıyor. Lane, gemide üst sınıf bir yolcudur. Sınıf farklılığından ötürü yolculara sunulan yiyecek ve materyaller farklılık gösterir. İşçi sınıfını temsil eden Preston’la Lane’in ilişkisi, zengin kız – fakir oğlan ekseninde başlar. Yapım temposunu, Preston ve Lane’in duygusal ilişkisini içeren sahnelerde düşürüyor. Passengers, karakterlerin geçmişleri ve iç hesaplaşmalarını sunamıyor. Kendi aralarında Homestead 2’ye niçin gitmek istedikleri konusunda konuşuyorlar, fakat hayatlarını değiştirecek olan kararı gayet normal bir şeymiş gibi aldıkları sohbetlerinde psikolojik motivasyonları yansıtılamıyor. Genel olarak baktığımızda Jennifer Lawrence ve Chris Pratt’in karşılıklı olarak dengeli bir oyunculuk sergilediklerini görüyoruz.

Geminin teknik ikaz alarmı vermesi ile tempo tekrar yükselişe geçiyor. İkazdan kısa bir süre önce geminin güverte görevlisi Gus Mancuso’nun da (Laurence Fishburne) bir şekilde erkenden uyanması, senaryodaki en büyük çatlak diyebiliriz. Zamanlama olarak Mancuso, Preston’un Lane ile bozulan ilişkisini tekrar düzelttiği bir anda ortaya çıkıyor. Gene bu sırada geminin alarm vermesi ve Mancuso’nun yol göstericiliği ile Preston’un arızayı gidermek için hayatını ortaya koyması, zamanlama olarak, sanki ilişkinin tekrar rayına oturtulması için yazılmış. Ne yalan söyleyelim, Laurence Fisburne gördükten sonra başka bir sahnede, artık hemen her filmde karşımıza çıkan Samuel L. Jackson’la da karşılaşsaydık hiç şaşırmayacaktık. Ama onun yerine filmin son sahnelerinde yalnızca birkaç saniye gözüken başka bir ünlü oyuncu (Andy Garcia) var. Hikâyeye dramatik olarak hiçbir etkisi olamayan ve sonlarda kısacık gözüken oyuncuya, yapımın fragmanında yer verilmiş olması izleyici çekmek için yapılmış bir numaradan ibaret.

Passengers, beklentileri yüksek tutmadan gidilip izlenirse “popcorn” tadında yenilip yutulan bir seyir yaşatabilir. Türün hayranları her koşulda yapımı izleyecektir. Teknik anlamda sıkıntıları olmayan yapım, etkileyici uzay görüntüleri sunmayı başarıyor. Hodejegerne isimli eserinde yönetmenlik anlamında üst düzey bir performans sergilemiş olan Morten Tyldum, Passenger’ta, deneysel numaralara girmeden, standart bir yönetmenlik sergiliyor. Michael Sheen, robot barmen karakteriyle akılda kalıcı bir performans sergiliyor. 2017, bilimkurgu sineması adına hareketli bir yıl olacak. Çok daha iyi yapımlarla karşılaşacak olan seyirci için Passengers, yeni sezon içi bir ısınma turu olacaktır. Yeteneğinden şüphe duymadığımız Morten Tyldum’u daha iyi işlerde görmek için sabırsızlanıyoruz.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgu Filmlerinden Unutulmaz 10 Siyahi Karakter

Bilimkurgu, Amerikan pop kültürünün dayanıklı ve uzun ömürlü bir öğesi. Ütopik (ya da distopik) geleceklerin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et