The Titan: Değişmeden Gelme!

The Titan” konusu ve oyuncu kadrosuyla 2018 yılının merakla beklenen filmlerinden biriydi, ama senaryo ve işleyiş açısından tam bir hayal kırıklığı olmaktan kurtulamadı. Fragmanı izlerseniz, filmi izlemek için zaman kaybı yaşamazsınız. Hatta şunu diyebilirim ki keşke filmi yönetmesi için Lennart Ruff yerine fragmanı kurgulayan kişiyi tercih etselerdi. Avatar’dan Sam Worthington, Orange is the New Black dizisinden tanıdığımız Taylor Schilling, Game of The Thrones’da güzelliğiyle dikkat çeken Nathalie Emmanuel ve deneyimli oyuncu Tom Wilkinson senaryoyu kurtaramamış…

Konuyu şöyle özetleyebiliriz: Dünya yaşanmaz hale gelmek üzeredir. Satürn’ün uydusu Titan’ı kolonileştirme projesi için bir grup seçilir. Amaç Titan şartlarında yaşayacak bir insan türü yaratmaktır. Filmin en önemli sorunu Titan’ı kolonileştirme yerine bu süreçle kesişen Amerikan banliyö yaşantısı hikâyesine dönmesi. Her ne kadar başarısız bir film olsa da konusu üzerine bir yazıyı hak ediyor: Yani bir gezegeni dünyalaştırma “terraforming” yerine, o gezegenin şartlarında yaşayabilecek bir tür oluşturmak…

Bu konu Okat Yayınları’ndan 1971’de çıkan Pihilip K. Dick’in “Yaratılan Dünya(The World Jones Made) romanında da işlenmişti. O romanda bir yandan Venüs şartlarında yaşayacak bir tür oluşturulurken, bir yandan da insanlık fanatik dinci bir oluşum ve uzaydan saldıran bir organizma ile uğraşıyordu. The Titan uzaya nasıl yayılmalıyız sorusunu akla getiriyor… Bu sorunu daha önce bir yazımda işlemiştim. Kendi yazımdan alıntı yaparsam bu konuda akla gelen dört yayılma biçimi var:

1- Klasik düşünce: Gemilerle gidilir. Yaşam sığınakları kurulur. Kubbeler altında yaşanır. Yavaş yavaş gezegen terraform işlemine tabii tutulur.

2- Gezegen size uymaz, siz gezegene uyarsınız. Philip K. Dick’in “Yaratılan Dünya” romanında olduğu gibi, mesela Venüs atmosferinde yaşayabilecek bir insan türü laboratuvarlarda üretilir. Venüs atmosferi bizim için zehirli, bizim yaşayamayacağımız kadar sıcaktır ama bu tür o havayı solur, o sıcaklıkta yaşar.

3- Robotlar kullanılır. Kendini kopyalayan robotları uzayı kolonize etmeye göndeririz. Onlar bizim için gezegenleri yaşanabilecek hale getirir veya madencilik yapar.

4- Uzayı tohumlarız… Yani yaşamın temellerini kaya parçaları içinde galaksiye yayarız. Zaten bu Dünya’daki yaşamı açıklayan bir teori. Yani çok eski bir uygarlık uzayı böyle tohumlamış olabilir. Ve belki biz de bunun bir sonucuyuzdur.

5- Organik gemiler… Uzay gemisi deyince nedense hep akla metal gemiler gelir. Oysa uzayda, içinde insan olan organik, yaşayan gemiler yapabiliriz.

Hangi yolu seçersek seçelim anlaşılan insanlık rahmimizde yani Dünya’dan çıkmak için şu andaki formumuzu feda etmeliyiz. Uzaydaki ergenlik sürecimiz bu açıdan bir feda istiyor: “Değişmeyi göze almadan olmaz” diyor. Uzaya çıktığımızda sadece kendi varlığımızı hesaba katmamamız gerekiyor, vücudumuzda bizimle yaşayan birçok canlı var. Uzay koşullarının onları da nasıl etkileyeceğini düşünmemiz lazım.

Hazırlayan: Orkun Uçar

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

dunyayi ardinda birak

Dünyayı Ardında Bırakmak Mümkün mü?

Netflix’te yayımlanan ve en çok izlenenler listesine girerek tartışmaların odağına yerleşen Dünyayı Ardında Bırak (Leave …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et