The Matrix

Sömürü Düzenine Bir İsyan: The Matrix

Şu ana dek izlediğin en iyi film hangisi?” diye sorsalar, tereddütsüz “The Matrix” diye yanıtlardım. Bu filmi hayatımın filmi olarak nitelememin temelinde zamansal koşulların etkisi olduğunu düşündüğüm olmuştur. On yedi yaşında, yazılım geliştirmeye meraklı bir gencin bu filmden etkilenmemesi imkansızdı. Yıllar sonra yeniden izlediğimde gördüm ki filmin bilimsel, felsefi ve dini göndermeleri ve özgürlüğü yüceltmesinin yanı sıra dozunda kullanılmış aksiyon, The Matrix’i öznel kanaatten öte, nesnel anlamda bir başyapıt kılıyor.

Bana kalırsa matris çeşitli şekillerde yorumlanabilir: (1) İdeolojisini derinlemesine benimsetmiş, egemen dünya düzeni; (2) kişinin özgürce düşünmesine engel olan toplumsal yapı, süperego ve tabular; (3) semavi dinler; (4) -filmdeki düz anlamıyla gerçek olmayan bir dünya; (5) hepsi. Ben (1) ile (5) arasında gidip geleceğim.

Matris her şeydir. Bize sahiptir. Ağlarını öylesine sık örmüştür ki ondan kurtulmak imkansızdır. Sömürüye dayanan bu egemen dünya düzenini idame ettiren çeşitli failler vardır. Filmdeki federal ajanlar, polis teşkilatı ve askerler kaba güç kullanarak matrisin devamını güvence altına alır. Matrisin ayakta kalması için zora dayanan destek kuvvetlerin yeterli olduğu söylenemez. Çalışma hayatı, borçlandırmaya dayanan ekonomik yapı, eğitim, kültür, medya ve aile ile bu düzen ideolojik olarak desteklenir. Bu ideolojik aygıtlarla bireyler matrise uyumlu hale gelirler. Gönüllü kulluk yapan bir bireyi, özellikle sistem içinde uzun yıllar yaşadıktan sonra, bu düzene karşı gelmeye ikna etmek hemen hemen imkansızdır.

Tam da bu nedenle Morpheus, Neo’yu uyandırmakla risk aldıklarını, zira Neo’nun yaşının bir hayli ilerlediğini ve dolayısıyla Neo’nun, matrisin ideolojik çarpıklığının farkına varmasının, başka bir deyişle bilinçlenmesinin zor olduğunu söyler. Egemen ideoloji için potansiyel tehdit çocuklardır aslında, çünkü onlar henüz “ikna edilmemiştir“. Bu yüzden eğitim kurumları ve aile matris için hayati önem taşır: Yeni nesillerin itaatkar hale gelmesi ancak egemen ideolojinin yeniden üretilmesiyle mümkündür.

Matrise karşı direnmek için her bir dokusunda yer edinmiş olan bireylerin bilinçlenmesi gerekmektedir. Filmde bu bilinçlenmenin dışarıdan getirilmesi gerektiğine dair imalar var. Leninci anlamda bir önderliğin gerektiğine işaret ediliyor. Egemen ideoloji içinde yıllarını geçirmiş bir bireyin kendi başına direnişe geçmesi, mevziler kazanması ve mümkünse sisteme darbe indirmesi beklenemez. Bu nedenle Neo “o kişi”dir. Özeldir. Nasıl ki Morpheus ve tayfası tarafından uyandırılmışsa o da başkalarını uyandıracak, başkalarına bilinç götürecek, onları kurtaracaktır. Filmin bu bakımdan elitizm tartışmasını alevlendirecek bir içerik taşıdığı söylenebilir.

Günümüzde her önderliğin doğal olarak önderlik kültü ve faşizm ile sonuçlanacağı, “bilinçsizlere bilinç taşımak” gibi eylemlerin eski moda seçkinciliğin bir yansıması olduğu düşüncesi yaygın. Belki de bu konuları yeniden düşünmemiz gerekiyor: The Matrix bu konuda bir çağrıda bulunuyor. Öte yandan, filmde Neo’ya abartılı bir görev yüklendiğini düşünüyorum. Burada dinsel temaları seziyorsunuz: Neo bir peygamberdir, insanlığın kurtuluşu onun sayesinde olacaktır. İsa’nın yeniden dirilmiş halidir. Zion kentindeki halkını kurtaracak olan önderdir. (Bu arada Zion, Kudüs’ün eski adı olup, Siyonizm kavramının kökünde yatan isimdir.)

The Matrix
The Matrix, Carrie Anne Moss, Keanu Reeves, 1999

Filmdeki felsefi temalardan birisi özgür irade ve kader arasındaki karşıtlık. Morpheus Neo’ya kadere inanıp inanmadığını sorduğunda Neo’nun cevabı şöyle olur: “Hayır, çünkü hayatımın kontrolünün benim elimde olmaması fikrinden hoşlanmıyorum.” Kader fikrinden hoşlanmasa da, doğduğundan beri matrisin içinde erimiş olmakla tam bir kader kurbanıdır aslında. Matris dahilinde aldığı kararlar bir özgür irade yanılsamasıdır. Sonuçta sabah kalkar, işe gider, herkes gibi bir hayatı vardır ve bu hayatın merkezinde direnişin d’si bile yoktur.

Neo’nun gerçek anlamda özgür olduğu nokta Morpheus’un verdiği iki haptan kırmızı olanı seçtiği andır. Mavi hapı seçerse her zamanki yaşamına dönecek, kırmızı hapı seçmesi halindeyse hiç de hoş sayılamayacak olan gerçekle tanışacaktır. Morpheus’un dediği üzere, gerçeklerden fazlasını beklememesi gerekir: Gerçekler acıdır. Neo kırmızı hapı alır ve gerçek anlamda ilk özgür kararını edimselleştirir.

The Matrix

Neo Morpheus ile tanışmadan önce de ikili bir hayat sürdürmektedir. Gündelik yaşamında bir yazılım şirketinin programcısı Bay Anderson iken geceleri “Neo” rumuzuyla sanal alemde varolur. Filmin bize hissettirdiği o müthiş atmosfer işte burada kilit rol oynuyor: Hangi hayat gerçek, hangisi sanal? Eski bilgisayar monitörlerinin tek renkli, yeşil ekranlarını çağrıştıran yeşil tonlu matris evreni mi? Yani Neo’nun gerçek sandığı hayat mı gerçektir? Yoksa sanal denilen hayat mı? Kendimize dönüp bir soralım: Gündelik yaşantımızda sevmediğimiz insanlara katlanmak zorunda kalmıyor muyuz? Sevmediğimiz insanlara gülümsemek, onlara selam vermek, onlarla çalışmak zorunda değil miyiz? Kendi düşüncelerimizi gerçekten de hiçbir süzgeçten geçirmeksizin her yerde paylaşabiliyor muyuz?

Yoksa o sanal dediğimiz alemde, siberalem, sanal gerçeklik ya da her ne derseniz deyin, rumuzlar kullanarak gerçek benliğimizi yansıtıyor olmayalım? Ekşi Sözlük‘ü düşünün örneğin: Gerçek hayatlarında kendilerine saklayacakları düşünceleri orada bir rumuz ile savunan insanlar. Özgürleşme bilinçlenmeyle olur ve belki de “fişlerimizi takıp” siberaleme daldığımızda, bu yeraltı dünyasında kendi alternatifimizi kuruyoruz, tartışıyoruz, örgütleniyoruz ve zamanı geldiğinde yerüstüne çıkacağız: The Matrix’teki yeraltı şehri Zion için arzu edildiği üzere.

Elbette her birey matrise direnmeyi tercih etmeyecektir. Özgür irade sahibi bir varlık olan insan direnmemeyi seçebilir. Filmdeki Cypher karakterinin yaptığı ise bundan da fazlasıdır. Bilinçlendiği halde, matrisin bir yanılsamalar dünyası olduğunu bildiği halde egemen güçlerle işbirliği yapar ve yeraltı direnişini ele verir. Konformistlikten de öte, her özgürlük hareketinde davaya ihanet edenlerin olması neredeyse kaçınılmazdır: En azından filmde bu ima ediliyor. Nihayet her özgürlük deneyimi eşsizdir. Geçmiş deneyimleri bilmek, gelecekteki girişimlerin başarıya ulaşmasını temin etmez. Filmdeki bir replikte dendiği üzere: “Yolu bilmekle yolda yürümek farklı şeylerdir.

Matrisin yıkımına giden yolda karşınıza neler çıkacağını bilemezsiniz. Bu nedenle özgürleşme deneyiminiz biricik olacaktır. Paris Komünü, Bolşevik Devrimi, Küba Devrimi, ’68 Hareketi ve Gezi Direnişi: Ne kadar ortak bir örüntü var dense de her biri nev-i şahsına münhasır, başlangıcı ve sonuçları itibariyle öngörülemez, biricik deneyimler.

Hazırlayan: Tamer Ertangil

Sonraki

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

van halsing-kapak

Kafası Karışık Bir Film: Van Helsing

Senarist ve yönetmen Stephen Sommers, geçmiş yıllarda senaryosunu yazıp yönettiği The Adventures of Huck Finn, …

2 Yorumlar

  1. Güzel bir inceleme güzel bir yazıydı fakat yazının sonunda gönderme yaptığın başkaldırılara baktığında aslında Morpheus’un Neo karakterine iki avucunda duran kırmızı ve mavi hapları uzatırken kamera açısına giren güneş gözlüklerine düşen o yanılsama ikileminin aynısını yaşamışsın 😛 örnek verdiğin tüm başkaldırı zihniyetleri her ne kadar varolan sisteme dönük olsa dahi aslında derinlemesine incelediğinde sistemin kontrollü geçiş denemelerindendi, yani basit bir örnekle açıklamak gerekirse “Bolşevik İhtilali” Derinlemesine bir incelemede bulunursan kızılların ihtilal öncesi ve devamında gerçek destekçilerinin (Lojistik, parasal) kim olduğuna dair (Resmi ve imzalı belgelerdir) okumaların kaba tabirle çeneni yerçekimiyle doğru orantılı olarak yere düşürecektir, keza diğer vermiş olduğun örneklerde buna dahildir. Şimdi kalkıp burada yorum babında yazılan bir yazıda yaklaşık 100 sayfalık bir kafa şişirmeyle ahkam kesecek değilim ki belgeleri ve yazışmalarına kadar “ama, fakat o öyle değildi” gibi itirazları havada bırakacak kadar sağlam argümanlar mevcuttur açıp araştırıp okursan göreceksin ki bu diğer vermiş olduğun örnekler içinde aynıyla geçerlidir… Gelelim Neo biraderin başkaldırısına, filme olan hayranlığın yüzünden olsa gerek basit bir kaç sahneyi gözden kaçırmış olmalısın; Şöyle ki, Filmin nihayetinde Neo’nun isyanı değişik şekillerde ve koşullarda binlerce kez tezahür etmiş ve sistem her seferinde bu isyanlara tepki niteliğinde gelişmelerle kendisini yenilemiş ve idame ettirmiştir tıpkı sopayla vurularak kırılan bir kemik gibi; bilirsin işte her seferinde kırılan nokta iyileşir ve eskisinden daha sağlam olur, yani görece bakacak olursak aslında Neo sisteme yapılabiecek en büyük hizmeti yapmıştır, filmin gerçekte anlatmak istediği şey , Neo karakterinin sistem tarafından kontrollü bir trojan olarak kullanılarak sistemin kusursuzlaştırılması yolunda kullanılmasından ibarettir. Son aşamada ise yani üçlemenin sonunda zion ve sistem arasında yapılan barış ise aslında sistemin daha öteye geçemeyeceğini ve devamlılığı adına orta yol hesabıdır…… Neyse teknik argümanlara yada irdelenesi isimlere sahnelere gerek yok az çok bilenler ne demek istediğimi anlamıştır. İyi Çalışmalar …

  2. Öncelikle yazı için teşekkürler. Anlatım tarzınız ve konuya bütünleyici yaklaşımınızdan dolayı tebrik ederim fakat filmin tüm etkilerine keşke değinseydiniz 1 2 3 4 5 diye sıralandırdığınız her şeyi açıklasanız daha iyi olur gibiydi gene de bu güzel anlatım için teşekkür ederim

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et