passengers vs titanic 3

Passengers ve Titanic’te Ölümcül Romantizm

Başrollerde Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet gibi çok ünlü isimlerin yer aldığı 1997 yılının efsane filmi Titanic’i herhalde aranızda duymayan, bilmeyen ve izlemeyen kalmamıştır. Dönemin büyük bütçeli filmlerinden olan Titanic, 1990’lı yılların sonuna damgasını vurmuş ve 7’den 70’e herkes tarafından izlenen bir film olmayı başarmıştır. Geçtiğimiz yılın flaş bilimkurgu filmlerinden biri olan Passengers ise kısa sürede hatırı sayılır bir başarıya imzasını atmıştır. Başrollerinde Chris Pratt ve Jennifer Lawrence gibi genç ve dinamik isimleri kadrosunda barındıran Passengers’ta, bu kişilere ek olarak Andy Garcia ve Michael Sheen gibi usta oyuncular da yer alıyor. Bu yazıda, Passenger ve Titanic filmlerini karşılaştırmalı biçimde ele alarak, iki film arasındaki şaşırtıcı benzerliklerle birlikte her iki filmin odak noktasında yer alan sınıf olgusunu açığa çıkarmak ve iki film arasındaki farklılıklara değinmek istiyorum.

Karşılaştırtmalı olarak inceleyecek olursak öncelikle her iki filmin birer aşk filmi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Titanic’te Rose ve Jack aşkı söz konusu iken Passengers’ta Aurora ve Jim aşkına tanıklık ediyoruz. Titanic’te Jack fakir ve kimsesiz bir garibandır ve aşık olduğu Rose ise soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Passengers’ta ise Jim sıradan bir teknisyen olup, işçileri temsil eder fakat Aurora ünlü bir yazardır ve yolculuğa katılmasının özel bir amacı vardır. Her iki filmin kurgusu bir yolculuk üzerine kuruludur ve yoluculuk bir gemiyle gerçekleştirilir. Titanic’te aynı adı taşıyan gemiyle Southampton’dan New York’a (Yeni Dünya’ya) gidilirken, Passengers’ta Avalon isimli gelişmiş ve fütüristik uzay gemisiyle dünyamızdan Homestead II (Yeni bir Dünya) gezegenine gidilir. Tüm bunlarla birlikte Titanic gemisi yolculuk sürerken buz dağına çarpmış ve batmaz denen devasa gemi trajik biçimde Atlantik okyanusunun derin sularına gömülmüştür.

passengers vs titanic

Tarihsel olarak gerçek bir olay olan Titanic gemisinin 15 Nisan 1912’deki batışı ve 2229 yolcudan 1500’ünün ölümü filmde de canlandırılmıştır. Passengers’daki Avalon gemisi ise meteorlardan nasibini alır fakat gelişmiş teknolojisi sayesinde önüne çıkan her türlü göktaşını yok etme imkânına sahiptir. Yine de bu ileri düzey gelişmişliğe rağmen teknolojik açıdan sorunlar yaşayacaktır ve ciddi aksaklıklar meydana gelecektir. Bunlardan en büyüğü gemide bulunan uyku kapsüllerinin (hibernation pods) arıza yaparak Jim ve mürettebat üyesi Gus gibi yolcuların vaktinden çok erken uyanmalarıdır.Filmlerin sonunu inceleyecek olursak Titanic’te geminin batışıyla beraber, o yıllarda henüz genç bir oyuncu olan Leonardo Di Caprio tarafından canlandırılan Jack karakterinin kendini aşkı uğruna feda ettiğini görürüz. Gemideki yolcuların sadece üçte birini kurtaracak kadar imkâna sahip olan gemide toplamda 713 yolcu kurtulabilmiştir. Filmde kurtulamayanların arasında Jack de vardır. Jack’in ölümü filmin kendisi gibi aşırı romantize edilmiştir.

Passengers filminin sonunda önceden bozuşan Jim ve Aurora çifti, Avalon gemisinin ciddi biçimde arıza vermesi üzerine güçlerini birleştirir ve nasıl oluyorsa birazcık mücadele sonunda gemiyi onarmayı başarırlar ve Aurora, kendini aşkı uğruna feda etmek üzere uzay boşluğuna çıkan Jim’i kaderine terk etmeyerek kendi elleriyle kurtarır. Böylece Jim ve Aurora çifti kurtulmuş olur ve ömürlerinin geri kalan kısmını (90 yıl sürecek bir yolculuk) mutlu mesut bir şekilde beraber geçirerek hayatlarını gemide tamamlarlar. 90 yıl sonra geminin mürettebatı ve diğer yolcuları uyandırıldığında ise Jim ve Aurora artık yoktur ancak Avalon gemisi onların kişisel çabalarıyla artık bir çeşit botanik parka dönüşmüştür. Bu manzarayı gören Avalon mürettebatı şaşkınlıklarını gizleyemez ve olup bitenlere bir anlam veremez.

passengers vs titanic

Esasında hem Titanic hem de Passengers filminin birer adet ana karakteri vardır. Bu karakter Titanic’te Jack, Passengers’ta ise Jim’dir. Her iki filmim kurgusu bu iki karakter üzerinde şekillenmiştir. Aslında Jim ve Jack’in hikayesine tanıklık ediyoruz. Onların yoluna çıkan herkesi birincil olarak tanıma fırsatı buluyoruz. Ne tesadüftür ki her iki karakter güzel bir bayana aşık olur ve onunla aşk yaşarlar. İki filmde de aşk aşırı biçimde romantize edilmiştir ve bu yüzden romantik ilişkiler yapay ve gerçeklikten uzaktır.

Her iki filmde büyük önem arz eden unsurlardan biri, romantik aşkın sınıf ekseninde gerçekleşiyor olmasıdır. Her iki filmde erkek alt sınıfa ait bir işçi, kadın ise üst sınıfa mensup soylu ve/veya zengindir. Esasında her iki film, zengin kız, fakir oğlan klişesi üzerine kuruludur. Kimsesiz bir gariban olan Jack, Titanic yolculuk biletini, bir kumar oyununu kazanması sonucu kazanır ve tamamen tesadüfen biner gemiye. Titanic’te son derece katı bir sınıf ayrımı vardır ve yolcular birinci, ikinci ve üçüncü sınıfa ayrılırlar. Birinci sınıf yolcular soyluları, yöneticileri ve zenginleri temsil eder, ikinci sınıf orta sınıf insanları ve üçüncü sınıf da işçileri ve alt tabakaya ait insanlardan oluşmaktadır.

Jack, üçüncü sınıf bir yolcu olarak binebilir gemiye ve o dönem için asla kabul edilmeyecek olan birinci sınıf bir soylu kızı olan Rose’a gönlünü kaptırır. Gemide neredeyse her şey sınıf üzerine kuruludur. Birinci sınıf yolcular lüks kamaralarda kalıp, geminin restoranındaki muazzam menülerin tadını çıkarırken, üçüncü sınıf yolcular geminin en altında yer alan devasa kazan dairesinde köle gibi çalışmakta ve sıkışık kamaralarda insanlık dışı koşullarda kalmaktadırlar. Titanic gemisi bu bağlamda 20. yüzyıl Batı toplumunun bir özeti niteliğindedir. Sınıflar piramit şeklinde yukarıdan aşağıya doğru yapılanmıştır ve sınıflar arası geçiş kesinlikle söz konusu değildir. İşte bu yüzdendir ki Jack ve Rose aşkı gerçek anlamda kabul görmez çünkü her birey sadece kendi sınıfına ait birine aşık olabilir.

Passengers filminde de durum çok farklı değildir. Sıradan bir teknisyen olan Jim, Avalon gemisinde Homestead II gezegenine yapılan yolculuk esnasında meydana gelen bir hata sonucunda normalden 90 yıl erken uyanmıştır. Erken uyanan Jim, gemide yapayalnız kalır ve bir yıl boyunca yalnız yaşamak durumundadır. Tek yoldaşı ise geminin barında hiç müşteri olmamasına rağmen hiç durmadan bardak kurulayan sempatik barmen Android Arthur’dur. Gemide yapayalnız kalmasından dolayı derin bir depresyona giren Jim, uyku kapsüllerinde uyumaya devam eden yolcuları araştırmaya başlar ve birini gözüne kestirir. Aurora isimli ünlü ve güzel bir yazarı en ince ayrıntısına kadar araştırır ve sonunda onu uyandırmaya karar verir. Bu Jim açısından zor bir karardır çünkü bir taraftan kendi yalnızlığından kurtulmak ister fakat diğer taraftan da Aurora’yı kendisiyle bir ömür boyu yaşamaya mahkûm eder.

passengers vs titanic

Titanic’te olduğu gibi Avalon uzay gemisinde de katı bir sınıf ayrımı mevcuttur. Jim uyku kapsülünden uyandığında kahvaltısını almak için restorana gider ve kendine güzel bir menü seçer fakat yemek almak için kimlik taramasından geçmek durumundadır ve geminin merkezi sistemi kendisine istediği zengin menüyü vermez. Jim, işçi kimliğinden dolayı mısır gevreğine mahkûm bırakılmıştır. Alt sınıftan olmasından dolayı, gemide kendisine sunulan tüm imkânlar oldukça kısıtlı boyutta kalmaktadır. Jim, bunu anca Aurora uyandıktan sonra aşabilmektedir çünkü üst tabakaya mensup bir yazar olan Aurora, gemide sınırsız imkâna sahiptir. Bu yüzden Jim, gemide sunulan konfor ve lüksü Aurora sayesinde yaşayabilmektedir. Normal şartlarda belki de gerçekleşmeyecek olan bu ilişki, her iki bireyin gemide yalnız olmasından ve birbirine muhtaç olmasından dolayı somut bir gerçek haline gelmiştir.

Sonuç olarak Titanic ve Passengers ciddi anlamda benzerlikler taşıyan filmlerdir. İlk etapta çok bariz olmasa da iki film arasındaki benzerlikler çarpıcı ve şaşırtıcıdır. Passengers için Titanic’in Bilimkurgu versiyonu denebilir ancak iki film arasında farklılıklar olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Passengers ve Titanic filmlerinin klasik birer ana akım Hollywood filmi olmalarından dolayı, filmlerde tasvir edilen aşk ve romantizm kavramları aşırı biçimde idealize ve romantize edilmiştir. Her iki film senaryo anlamında oldukça tahmin edilebilir olup, izleyicileri fazla şaşırtmamaktadır. Passengers’ın sonu biraz fazla ütopik olmuş diyebiliriz. Senaristler mutlu sona ulaşmak için özel bir çaba sarfetmiş gibiler. Tüm teknolojik kargaşaya rağmen kurgu, Hollywood’un aşk öyküsü kılıfına uydurulmuş görünüyor. Pratt ve Lawrence ‘ın oyunculukları olmadan filmin bu ilgiyi toplayıp toplayamayacağı ise ayrı bir muammadır. Ayrıca her iki film, katı bir sınıf ayrımı içermekle birlikte, ana akım Hollywood anlayışını dünya çapındaki izleyicilere net bir şekilde yansıtmıştır. Passengers yüzde yüz orijinal olmasa da izleyicilerin hoşça vakit geçirmelerini sağlayan eğlenceli bir yapıt olmuştur.

Hazırlayan: Cenk Tan

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Tek Mekânda Geçen Bilimkurgu Filmleri #2

Her ne kadar bilimkurgu sineması denince akla uzay gemileri, robotlar, yeni keşfedilen gezegenler, geleceğin teknolojisiyle …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et