King Kong: Dünyanın Sekizinci Harikası

Yönetmenliğini Merian C.Cooper ve Ernest B.Schoedsack‘ın yaptığı 1933 tarihli King Kong, yeniden çevrimlerinin çok ötesinde bir değere sahip. Vahşi ve uygar olan arasındaki ilişkinin sinemasal ilk örneklerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Film, hala Ekonomik Buhran devam etmekteyken geçiyor. Dernham (Robert Amstrong) ilginç konuları filme almayı seven cesur bir yapımcı ve yönetmendir. Eline geçen bir haritayla son filmini çekmek üzere bir ekip toplamaya çalışır. Dernham aradığı oyuncuları bulmakta güçlük çeker çünkü bu ne yapacağı belli olmayan adamla kimse ortak iş yapmak istemez. O da New York sokaklarına çıkar ve açlıktan bitap düşmüş ve artık hırsızlık yapacak kadar düşkünleşmiş bir kızı kurtarır, onu filminde oynatmaya karar verir.

Gemiyle çıkılan zorlu yolculuk sonrasında, okyanusta haritalarda bile görünmeyen bir adaya giderler. Orada halen dinozorların yaşadığı ve yerlilerin çok korkup dev duvarlar ördüğü King Kong’la karşılaşırlar. King Kong fakir sarışın Ann‘a (Fay Wray) aşık olur ve onu kaçırır. Tüm ekip silahlarına sarılıp yaratığın peşine düşer ve zorlu bir mücadelenin ardından Jack (Bruce Cabot) adlı gemici Ann’i kurtarır. King Kong modern gösteri dünyasına sokulmaya çalışılır ama işler hiç de beklenildiği gibi gitmez.

Aşk mı, Kriz mi?

Kriz dönemleri yeniliklerin de ortaya çıktığı dönemlerdir. İnsanlar var olan etiği ve yapıyı sorgularlar ve önceden olmadıkları kadar “dışarıya” bakarlar. Film de böyle bir eğilimi yansıtıyor ve modern dünyanın gösteri kültürüne katılmak üzere bilinmedik, “unutulmuş” dünyanın “vahşeti” misafir ediliyor. Çünkü bunlar “heyecan” verici. King Kong’un dünyanın sekizinci harikası olarak sunulması ve bu “harika“nın günümüzdeki sarı saçlı bir kadına “aşık olması” da ayrıca önem arz etmektedir. Kendisi bir gösteri nesnesi haline gelen katıksız gücün, uygarlığın temsilcisi bir kadına aşık olması yeni bir sinerji arayışı mıdır?

Kadın, Amerika’nın o güne kadar sahip olduğu güzelliği ifade eder. Ekonomik çöküntü onun yaşamını da etkilemiş, kimsesiz biçimde sokaklarda aç dolaşmaktadır. Açlığı yüzünden hırsızlık yapmaya çalıştığında ise Dernham onu fark eder, dükkan sahibini yatıştırır ve belki normalde asla adı sanı duyulmamış bir yere doğru yapılacak yolculuğu kabul etmeyecek olan kadın bu teklifi “yaşamak için” kabul eder. Güzelliği, sarışın oluşu ve hem yerliler hem de King Kong tarafından bir arzu nesnesi ve tabii ki sonunda yakışıklı, cesur Jack’le birlikte olması onu daha ulaşılmaz ve cazibe merkezi kılar. O yine “evde” kalır.

Güzel ve Çirkin

Aslında hemen her canlı için güzelliğin mutlak ölçütü kendisi ve onun ihtiyaçlarıdır. Buradan yola çıkarak bir gorilin altın sarısı saçları olan bir kadına vurularak onun için pek çok canavarla boğuşması ve onu elde etmek için aslında onun sonuna yol açacak bir mücadeleye girişmesi insana ait bir güzellik algısının bir gorile genelleştirilmesidir. Yani insanın güzel diye kabul ettiğinin goril tarafından da güzel olarak algılanacağı, ya da bunun böyle olmak zorunda olduğu düşüncesidir. Ne yazık ki insanlığın gelişim süreci onun doğadan daha da koptuğu, hepsini kendini merkez alarak değerlendirdiği bir süreç izler gibi görünmektedir. Belki Amerikanlar için tipik olan, “en iyi”,en büyük”en güzel“e sahip olmanın ve bunun “evrensel” olduğu iddiası da filmdeki “Amerikan Ruhu”nun tipik bir görüngüsü, bir megalomanidir.

Denham ise ekibini toplayıp bu uçsuz bucaksız denizde istediği adayı bulduğunda son harikasını zorlu bir mücadeleden sonra yakalayıp topluma sunar. İnsanlar hala yeniliklerden memnun gibidir. Ancak çok geçmeden ışıltılı medya Kong’un gözünü alır o da zincirlerini kırarak kızı da yanına alıp Amerika’nın en önemli simgelerinden birisinin tepesine çıkar. O en zirveye gitmiştir. Bu ekonominin büyümesini ifade eder gibidir. Çok geçmeden ise bu yükseliş katı bir düşüşe yol açar ki, Kong bu azami büyümenin, spekülasyonun, uç biçimi olarak karşımıza çıkar. Sonunda gücünü kaybetmiş biçimde yere düşer. Burada ise hırsı, dizginlenemez gücü ve kontrol edilemezliğiyle “öteki” gibi görünen bir figürdür King Kong. Amerikan mucizesinin nasıl son bulduğunun da tipik göstergesidir.

Filme esas ruhunu veren kriz ve bu krizin sebepleridir. Çözüm yolu ise biraz belirsizse de, o dönemde içe kapanmak ile dış dünyanın sorunlarına dahil olmak arasında gidip gelen Amerika’nın aktif bir siyaset izlemesi gerektiği fikrinin izlerini taşır. O hala “güzel”dir ve uğruna mücadele edilmeye değerdir. King Kong, izlenmeyi hak eden bir yapım. Görselliği bugünden bakıldığında çok basit gelebilir ama kendinizi 80 yıl öncesinin sinema seyircisi gibi konumlayıp izlediğinizde etkisi kat be kat artacaktır.

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et