Değişen Bilimkurgu ve Netflix: Annihilation

Uzun olmasa da bir süre boyunca erteledim Annihilation‘u izlemeyi. Sebebi malum; Netflix yapımı bir uyarlama olması beni biraz geri itti başlat tuşuna basarken. Fakat bu filmde daha önce fark edemediğim bir kalite olduğunu anlayınca daha fazla tutamadım kendimi: Pazarlama stratejisi… Netflix artık pazarlamayı o kadar iyi yapıyor ki bunun farkında bile olamıyoruz. Zaten kanımca Türk reklam anlayışında çığır açmaya doğru emin adımlarla ilerlerken, Annihilation gibi dünya çapında reklamlarda da ne kadar usta olduğunu görmüş bulunduk.

Bright gibi çerezlik ya da The Meyerowitz Stories gibi Netflix’in film konusunda kalite yükselttiğini duyuracak bir film değil Annihilation. Daha kendi kitlesine sahip bir film. Bu yüzden çok fazla reklam vermeyerek biraz da olsun sinema haberlerini takip eden kitleyi hedef aldı, beynimizin altlarına kazıdı. Zaten film bugünlerde ne genç grupların istilasına maruz kalmış durumda, ne de hiçbir şeyi beğenmemenin kendilerini üstün kıldığını zanneden sinema eleştirmenlerinin.

Aslında film mesajını erkenden veriyor. Lena ve Kane arasında görsel bir zıtlık oluşturuyor Alex Garland. Zaten Ex Machine ve 28 Days Later filmlerinden aşina olduğumuz bu tekniği sürdüyor yönetmen. İlk sahnede sorguya çekilen Lena olurken, Kane’in sürpriz gelişi sonrasında sorgucu durumuna geçiyor.

Lena bir biyologtur ve bize gösterilen ilk ve tek dersinde hayatın nasıl geliştiğini açıklar. Zaten Annihilation ”Alien”ının yaratıcı kısmı da burada yatıyor. Bilimkurgu filmlerinde bize tanıtılan dış-varlıkların sadece farklı olduğunu biliyoruz ya da nereden geldiğini. Fakat başrolünün mesleğiyle kaynaştırdığı bir nokta etkileyici: Uzaylının biyolojik yapısını öğretiyor bize. Onun en küçük birimine kadar gösteriyor. Hücre bölünmesi olayı, uzaylının hareketleriyle de paralel devam ediyor filmin devamında.

Bir noktada öğrencisi Lena’ya ”John Sulston raporunu okudum,” diyor. Bahsedilen Sulston, dünya üzerinde ilk kez bir canlının eksiksiz genomunu çıkarmış ve daha sonrasında insan genomu üzerine çalışmalar yapmış bir biyolog. Savunduğu şeyse, insan genomu dahil elimizde bulunan her bilginin insanlık kamuoyuna açıklanması gerektiğiydi. Bu noktada karakterimizin rotası belirlenmiş oluyor. Sürekli bir biçimde öğrenmek ve bunu dışa aktarmak isteyen birisi haline geliyor Lena izleyicinin gözünde artık. Nitekim araştırmaya gönüllü oluyor. Etrafında sürekli bir soru Lena’nın. ”Sen neden gönüllü oluyorsun?”. Kocasının yokluğunda onu aldattığını bilen Lena için bir tür kendini affettirme çabası bu.

Yolculuk sırasında yeri geldiğine Mad Max: Fury Road gibi tür sinemasının günümüzdeki temsilcilerinden, yeri geldiğinde Arrival gibi ‘bilim ve kurgu’ olarak gelişen janranın öncülerinden, yeri geldiğindeyse Another Earth gibi Garland’ın tarzını andıran bağımsız filmlerden göndermeler aldığımız filmde bu etken, zorluklarla karşılaşmamız anında karşımıza güçlü bir şekilde çıkıyor. Diğerlerinin aksine Lena’nın motivasyon kaynağı ”içeride”. Bu fikir ayrılıkları başlayan grupta, kararlı bir şekilde devam etmek isteyen Lena oluyor.

Bir noktadan sonra hikaye örgüsü bakımından klasikleşmiş bilimkurgu maceraları şeklinde ilerleyişini görsel anlatımıyla canlı tutuyor Garland. Kendine hayran bırakan yeni atmosfer ve hayat organizmasıyla birleşen etkileyici görsellik tekrar tekrar şahit olduğumuz bu öyküyü canlı tutmayı başarıyor.

Son çeyreğindeyse senaryo özgün biçmini tekrar kazanıyor ve ‘benlik‘ olgusunu işlemeye koyuluyor. Kocasının burada öldüğünü, son gördüğü Kane’in ise dünyasını genişletmeye çabalayan bu yaşam formunun parçası olduğunu öğrenen ve denizfenerinin altındaki mağarada Ventress’in vücuduyla bütünleşmiş bu uzaylının Lena’yı da etkileyip etkilemediğini net bir biçimde söyleyemeyiz. Her ne kadar dönen kişinin bizim tanıdığımız Lena olduğunu görsek de hücre temelli çalışan varlığın Lena’yı etkilemesi için bundan daha fazla bir nüfuza gerek duyduğunu da düşünmüyorum. Nitekim kafası kanayan Lena’nın vücudunda açılan yara burada yeterince önemli bir yer edinebilir. Son sahnede gözlerinde gördüğümüz ışık da bunu doğrular biçimde. Halihazırda Kane’in çabuk-bölünen versiyonuyla da olan birlikteliği uzaylının görevini yeterince yerine getirmiş olmasına yetiyor.

Şahsi görüşüm günümüz bilimkurgu sineması ne kadar aksasa da Arrival‘dan sonra bu janrayı ayakta tutan en önemli filmlerden olmayı başarıyor Annihilation ve bilimkurgunun değişen seyrini yeni bir dönemin öncülüğünü yapacak biçimde sürdürüyor. Ayrıca bu filmin Netflix yapımı olması, Mudbound ile kendi adına kaliteli dönemlerin başlangıcını gösteren bir zaman dilimine girmiş olduğumuzun sinyalcisi oluyor.

Yazan: Bekir Efe Demetgül

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Yaşamın Metalaşması: Paradise

Kapitalizmin toplumsal yaşamdaki en büyük etkilerinden biri de hemen her şeyi metalaştırması ve metalaşan şeylerin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et