Bir Sosyal Medya Linci Örneği: Ghost in the Shell

Kökenleri 80’lerin sonlarına dek giden Ghost in the Shell‘in film uyarlaması yaklaşık 15 yıldan uzun süredir Hollywood’un gündemindeydi. Özellikle Wachowsky Kardeşler’in ilk Matrix filmindeki birçok sahnede referanslarda bulunması, devam filmi Matrix Reloaded‘e geçiş projesi olarak ev sineması için anime segmentlerden oluşan Animatrix projesini hazırlamaya gerek duymaları ve hatta Avalon’un çekim çalışmaları sırasında Ghost in the Shell’in ilk anime uyarlamasını üstlenen Oshii Momoru’yu ziyaret etme gereği hissetmeleri yapımın gözden gelinemez bir önemde olduğu konusunda fikir vermekteydi.  Öte yandan 2000’lerin ortalarından itibaren birçok manga uyarlamasının aldığı ağır eleştiriler filmin çekimi konusundaki ticari riskleri giderek arttırmaya başladı. Ghost in the Shell öncesi nabız yoklama amacıyla, distopik bilimkurgu atmosferli ve anime tarzı aksiyon dinamikleri üzerine inşa edilmiş Aeon Flux (2005) ve Ultraviolet (2006) filmlerinin uğradığı ağır gişe faciaları bunun iki örneği olarak gösterilebilir.

James Cameron’un Battle Angel Alita projesinde olduğu üzere Starblazers, Robotech ve Akira projesinin hala prodüksiyon imkanı bulamamasına neden olan bu etki, Japon yapımı live action filmlerin internete sızdığı andan itibaren ezilmesi ve hor görülmesiyle Hollywood’da cesaret kırıcı bir etki yaratırken, Japonya’daki çalışmaların ise daha deneysel planda kalmasına yol açtı. Ancak Battle Royale (2000) ve Edge of Tomorrow (2014), kaynak materyalin anime uyarlaması yapılmadan çekilmesi gibi akıllıca bir fikirle geldikleri için nispeten başarılı örnekler oldular. Benzer şekilde anime alt türlerinden Mecha üzerine inşa edilen Pacific Rim (2013) batı gişelerinde hayal kırıklığı ile sonuçlanmasına karşın uzak doğu gişesinde yarattığı başarı ile devam filmini amorti etmeyi kesinleştirmişti.

Ghost-in-the-Shell

Geçen seneki Fantastic Four reboot’unun uğradığı gişe faciasıyla ters yönde ayyuka çıkan “whitewashing” argümanı, Asyalı ya da benzeri yabancı orijinli karakterlerin sinema inkarnasyonlarında başvurulmak zorunda kalınan cast değişimlerini doğru düzgün eleştirmeden yıkıp geçmek için kullanılan bir anahtar kelimeye dönüştü. Gerçi burada Fantastic Four gibi bir filmi savunduğum düşünülmesin, ama Ghost in the Shell’in Manga/Anime ürünü filmler açısından bir yol açabilmek için Paramount ve Dreamworks ortaklığıyla girilen adaptasyon projesi bu argümanın sosyal medyadaki yıkıcı etkilerini ayyuka çıkardı. Film çekilmeye başlanmadan aylar önce, başrol karakteri ve poster ikonu Major‘u oynayacağı açıklanan Scarlet Johansson üzerinden filme atıp tutmaya başlayan bir kitle türedi. Bir zamanlar insanların “filmi çekilse de izlesek” dediği Ghost in the Shell, 10-15 yıl içinde “filmi çıksa da ezip hakaret etsek” türü bir hedef tahtasına dönüşmüştü.

En baştan stres yüküyle ve büyük bir bütçe sorumluluğuyla bu projeye dahil olan Rupert Sanders, 2012’deki ilk filmi Snow White and Huntsman‘ın ardından bu filme verildiğinde eleştiri oklarının hedefi olmakta gecikmedi. Sanders, bu eleştirileri bir nevi telafi edebilmek amacıyla filmin açık hava çekimlerinin tamamını Hong Kong’da yapmak üzere çalışmalara girişti (1995’deki ilk uyarlamanın açık hava sahneleri büyük ölçüde Hong Kong’da el kameralarıyla yapılan çekimlere dayanıyordu) ve 1995’deki ilk anime uyarlamasını hazırlayan yönetmen Oshii Momoru ile dirsek teması kurmaktan çekinmedi. Ortaya çıkan yapımı ilk izlettiği kişi olan Oshii Momoru, filme kefil olabileceğini ve oldukça da beğendiğini söyledi. Buna karşın sadece ezmek ve kendilerini elit göstermek isteyen bir güruh, filmi izlemeden atıp tutmaya ve whitewashing argümanını habire ileri sürmeye devam etmekteydi.

GHOST IN THE SHELL

Filmi geçen hafta vizyona girdiği gün ilk seansta izledim. Düşüncelerim sadece 1995’deki ilk filmi izleyip gelen öfkeli kitleden farklı argümanlara dayanıyor, baştan bunu belirtmek istiyorum. Film Ghost in the Shell’in birçok uyarlamasındaki kolajları alternatif bir evrende harmanlayan, öte yandan büyük ölçüde orijinal bir konuya ve orijin hikayesine dayanıyor. Ghost in the Shell’i ta Manga olduğu dönemde bilenler ya da en azından 1995’deki ilk uyarlamayı sakin bir kafayla izleyenler baş karakter Major / Motoko Kusanagi’nin geçmişinin büyük ölçüde okuyucunun/izleyicinin hayal gücüne bırakılmış olduğunu bilirler.

Yapımın TV uyarlaması, Individual Eleven hikayesi üzerinden bir orijin hikayesine sahipti gerçi ama bu orjinal hikayeyi hazırlayan Mangaka Masamune Shirow‘un düşünüp yazdığı bir konsept değil, TV serisinde çoğu kez başvurulduğu üzere olay ve karakter sayısını arttırmak üzere girişilmiş bir metottu. Film ise bize en baştan Mira Killian adıyla tanıtılan ve bir terörist saldırıda vücudu ağır şekilde zarar gördüğü için sibernetik bir vücuda transfer edilen bir Major üzerinden başlatılıyor. Ailesinin öldüğü anlatılan, geçmişini bölük pörçük imajlar üzerinden hatırlayan bir Major’umuz var.

ghost-in-the-shell-2017

Hanka Robotics, bu olaylar sırasında dünyanın en büyük maddi gelir alanı olmaya doğru ilerleyen robotik implantları üreten bir şirkettir ve ileride tüm insanlığın bir tür evrim geçirir gibi sibernetik yaşama geçmesiyle beraber süreci kontrol edecek tek güç olmayı ummaktadır. Major’un içinde yer aldığı Section 9 ise bir nevi kamu güvenlik teşkilatı. Emirleri doğrudan başbakandan alıyorlar ve sibernetik implantlara sahip hackerlerle teröristlerin yanı sıra dokunulmazlığa sahip hedeflere karşı örtülü operasyonlar düzenliyorlar. Teknolojik altyapılarını Hanka Robotics sağladığı için bu organizasyonun oldukça fazla denetimi altındalar, ama şef Aramaki‘nin bundan pek hoşnut olduğu söylenemez. Major teşkilatın sızma ve gizlilik gerektiren operasyonlarını hallediyor, ayrıca beyni ve sentetik vücudu maksimum derece uyum sağlamış ileri düzey cyborgların ilk örneği olduğu için paha biçilemez bir değerde.

Öte yandan Hanka Robotics’in üst düzey sorumluların art arda ve iz bırakmadan öldürülmeye başlanması üzere Section 9 olası hedefe saldırganlardan önce ulaşmaya çalışıyor. Major olaya müdahale ettikten sonra infaz emrinin hacklenmiş bir geyşa android’e yüklenen kodlarla gerçekleştiğini öğreniyor. Aramaki’nin tüm itirazlarına rağmen, hasarlı durumdaki geyşa android’in ağ bağlantılarına dalış yapan Major, burada daha önce hatırladığını sandığı anı parçacıklarıyla çelişen farklı deja vu’lar algılamaya başlıyor ve bu onu geçmişiyle yüzleştiriyor.

Ghost-in-the-Shell-Scarlett-Johansson-dive

Filmde karşımıza çıkan ilk çarpıcı husus görsellerin kalitesi. Yönetmenin henüz ikinci filmi olmasına rağmen gerek segmentler arası geçişler, gerek arka plan, gerekse aksiyon sahneleri çok başarılı. Haliyle hem CGI, hem animatronik, hem de wire fu destekli sahneler tek kelimeyle sizi bambaşka bir dünyaya çekiyor. Özellikle birçok Ghost in the Shell uyarlamasına (ki yazının başında tek bir GITS canon’u olmadığını hatırlattığımı varsayıyorum) ait birebir alıntılanmış sahneler ve easteregg’ler görüyorsunuz. Bu alıntılar ustaca yapılmış bir kurgunun ürünü. Ghost in the Shell’i sadece 1995’deki ilk uyarlamasından izleyip acelece filmi çeken özenti bir yönetmene ait olamayacak kadar hissiyat yüklü sahneler var. Major’un binadan aşağı atlarken saçlarının yayılma açısından tutun da gece kulübü sahnesinde Major’un giysilerinin ARISE inkarnasyonuyla aynı olmasına, Oshii Momoru’nun her filminde muhakkak kadraja soktuğu gri – beyaz renkli tazı köpeğinden, Aramaki ve Togusa’nın kullandığı revolver’lerin markasına, çantalardan çıkan Uzi’lerden Hong Kong’un cyberpunk tanımıyla cuk oturan silüetine dek gerçek bir sadakat söz konusu.

Hatta Manga’da Motoko’nun kendisine “yazılım” yüklediği bir sahneye hoş bir gönderme dahi mevcut. Spider Tank savaşı, Major’un kendini binadan aşağıya bıraktığı anlar ve yağmur sularının dolduğu çatıdaki dövüş gibi kısımlar Anime’deki görselliğin birebir zuhur ettiği anlar olarak önyargısız izleyicinin beğenisinde zirve yapmakta. Filmin aksiyon dozu izleyiciyi sıkmayacak, ama filmi de içi boş bir aksiyon filmi haline getirmeyecek bir aralıkta başarıyla tutulmuş. Scarlet Johnasson’un varlığının bu aksiyon sahnelerine oldukça iyi oturduğunu ve yaratılan yeni orjin hikayesiyle de çelişmeyen başarılı bir seçim olduğunu düşünüyorum. Bu arada filmin görselleri direct 3D gözlükle izlememe rağmen hayli başarılıydı ama okuduğum çoğu yazıda filmin IMAX ile maksimum seyir zevki verdiği yazmaktaydı. Söylemesi benden.

Scarlet Johansson’un varlığının filmin en başından beri eleştirilmesine sebep olduğunu belirtmiştim. Ancak filmi izlediğimizde bunların filmi eleştirmek için bekleyen zevatın kuru gürültüsü olduğunu görüyoruz. Evet, Motoko Kusanagi filmde var. Evet, gerek protez vücutlara bilinç aktarımı yapılabildiği bir gecelecekte geçmesi, gerekse okul öncesi çocukların bile sibernetik implantlarla duydukları yabancı dili anlamlandırabilmelerinin daha en başında anlatılması üzerinden gerçekleşen karşılıklı Japonca – İngilizce diyaloglar bir mantık hatası ya da batılılaştırma değil. Ve evet, zaten Major’un her inkarnasyonu gerek görünüş gerek davranış olarak birbirinden farklılaşan 4-5 farklı evren gördüğümüz, hatta Motoko’nun Kusanagi değil, Aramaki soyadını bile taşıdığı bir setting okuduğumuz için filmin kendi paralel evreni önceki Ghost in the Shell’lere hakaret değil. Ve hayır, bu yazının birçok elitist arkadaşı üzeceğinin farkındayım ama whitewashing argümanı bu film karşısında son derece asılsız ve yıkıcı olmak dışında bir halta yaramayan boş bir söylem durumunda.

Filmin müzikleri Ghost in the Shell’in fikir olarak doğduğu 80’lere dair hoş tınılar içeriyor. Öte yandan Rogue One‘da olduğu üzere filmin kendine ait tınıyı kaybettiği belli boşluk kısımlar yok değil. Yine de filmin ilk trailer’inda çalan (ve beni diğer tüm trailer’ları izlemekten alıkoyan) Depeche Mode‘un gerçekten benim için çok önemli bir yerde duran Enjoy the Silence‘in rezil rüsva edilmiş tekno cover’inin filmde yer almadığını ve 1995’deki uyarlamayla ilgili müzikalitenin zirve yaptığı an olan açılıştaki Making a Cyborg segmentindeki Kawai Kenji imzalı müziğin geniş bir sample olarak da olsa filmde yer aldığını belirtmekte sevinç duymaktayım.

Section 9, Major dışındaki kadrosuna yeni bir karakter eklemesiyle aşağı yukarı kafamızda canlandırdığımız gibi. Togusa ve Saito hayli az görünseler de Batou‘yu canlandıran Pilou Asbek ve Aramaki‘yi canlandıran Takeshi Kitano‘nun göründüğü her sahnede rol çaldığını söyleyebilirim. Özellikle büyük bir uzak doğu sineması hayranı olarak Aramaki’nin rolünü “ne? ilk kez mi benim oynadığım bir film izliyorsunuz?” der gibi bir hissiyatla oynayıp kafaya sıktığı sahnelerde zevkten mest olduğumu söyleyebilirim. Bu arada, Takeshi Kitano demişken, kendisi Matrix öncesi nadir cyberpunk filmlerinden Johnny Mnemonic‘de de yer almıştı. Hatırlatmak isterim. Bunun yanı sıra Fransız sinemasının oldukça sevdiğim bir oyuncusu olan Juliette Binoche‘u kısa da olsa Major’un geçmişine ışık tutan anahtar bir rolde görmek beni oldukça mutlu etti.

Film için öncesinde sürekli dile getirilen “Asyalı bir oyuncu başrolde olsa olmaz mıydı?” argümanını yermek istemesem de filmin Hollywood’da tanınmayan bir batılı oyuncuyla ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın daha büyük bir gişe faciasından başka bir şeyle sonuçlanmayacağını düşünüyorum şahsen. Filmin eksiklerine geçmek gerekirse öncelikle sağlam bir villain eksikliği çekildiğini söyleyebilirim. Bir Ben Mendelson, Hugo Weaving ya da Bryan Cranston ayarında bir oyuncunun adeta döktürebileceği rol filmin mundar olan en önemli noktası. Bunun yanı sıra akışını değiştiren olay yaşandıktan sonra filmin çok hızlı ilerlemesi, son savaş sırasında çok büyük çaplı bir direniş göremeyişimiz ve filmin kendi geleceğini karanlık görür gibi gerçek manada diğer filmlerde kullanılabilecek açık kapılar bırakmadan bitmesi bunlar arasında sayılabilir.

Paramount ve Dreamworks ortaklığındaki yapım için vizyon tarihine dek belki birçok izleyiciye inandırıcı olmaktan çıkacak denli ikna kampanyaları yapıldı, Japon gösterimi için Anime’nin seslendirme ekibinin rollerini tekrarlaması için anlaşıldı ve hatta Oshii Momoru’nun filmle ilgili olumlu yorumları öne çıkartılmaya çalışıldı. Ama son tahlilde görüyoruz ki gerek filmin en başta neyi izlediğinin bile farkında olmayan bir nefret seliyle baş edememesi, gerekse Boss Baby, Skull Island ve Power Rangers gibi izleyicisini çok daha kolay bulacak filmlerle aynı haftaya denk gelmesi filmin hasılatının gerçek bir hayal kırıklığı olmasına yol açtı. Ben bu yazdığım saatlerde, Paramount’dan yapılan son açıklamalar filmin ABD gişesinde önceden tahmin edilmiş hasılat hedefi üzerinden en az 60 milyon dolarlık bir zarara uğramış olması, dahası whitewashing argümanının filmin Uzakdoğu’dan gelen ilk hasılat rakamlarına da olumsuz yansıdığı yönündeydi.

Ghost inthe Shell bu bağlamda, gerek üst üste doğru yaptığı 2-3 şey bile olmayan bir ilk uyarlamanın gerçekten ötesini berisini toparlayan bir yeni uyarlama olmasına karşın, sırf eski filmi övmüş olmak için yerden yere vurulan 2011 tarihli Total Recall‘in, gerekse kendi hedef kitlesinin bile odaklanma çabası göstermediği için reddettiği bir yapım olarak Titan: After Earth‘un uğradığı gişe başarısızlığının bir başka dengi olarak görünüyor. 100 milyon dolara yakın bir bütçeye sahip ve gerçekten üzerinde uğraşılmış böyle bir yapımın uğradığı asılsız eleştiriler, prodüksiyon yolu gözleyen ve whitewashing argümanına çok daha açık diğer filmleri vizyona girer girmez vuracak, yapımcıları da pahalı uyarlamalar çekmektense risksiz ve gösterişsiz yapımlara sevk edecek, en önemlisi de sektörün pahalı ve umut vaat eden bu tür yapımlar yerine her halükarda pazarlanabilitesi olan popcorn filmlere yönelmesine yol açacaktır. Dost acı söyler, ama kanımca önümüzde duran tablo sosyal medya tetikçilerinden başkasına ait değil…

Hazırlayan: Hamit Gökalp

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Hollywood Filmlerine Esin Kaynağı Olan Bilimkurgu Anime ve Mangaları

Salt bir yaratıcılığın mümkün olmadığı günümüzde her şey bir başka şeye ilham olabiliyor, her şey …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et