Bir Kemal Sunal Bilimkurgusu: Japon İşi

Bizi biz yapan merak etmemiz, sorular sormamız, keşfetme arzumuz. Hayaller kurmamız ve o hayallerin peşinden yol almamız. Bir yönümüzle hep çocuk kalmamız. Bilimkurgu sinemasını da bu yüzden var ettik. Hayallere giden yolu aydınlatsın ve yeni yollar yaratsın diye. Aynı zamanda bir sihirbaz olan George Melies’tan bu yana bilimkurgu sineması inanılmaz bir aşama kaydetti. Öyle ki bir asır önce, bir merminin, kaşı gözü olan Ay’ın suratına saplanmasını heyecanla izliyorken, bugün milyon dolarlık yapımlara burun kıvırma lüksüne sahibiz. Bir asır sonra neler olacağını kim tahmin edebilir? Bunu düşlemek bile heyecan verici.

Bir misyon üstlenmiş bilimkurgu sineması bu yönüyle diğer türlerden ayrılıyor. Ayağı yere basan ve bilimle (çoğu zaman) kol kola yürüyen filmler, yalnız sıradan izleyicilerin değil, bilim insanlarının da ufkunu açıyor. “Bilimkurgu hayal eder, bilim gerçeğe çevirir” ya da “Bilimkurgu kaçar, bilim kovalar,” diye boşuna denmemiş anlayacağınız.

Peki biz bu işte ne durumdayız? Sorunun yanıtı ortada. İyi niyetli ve belli bir emek harcanan denemeler olsa da türe katkı sunacak ciddi bir yapım ortaya koyamadık henüz. Koyabilmekten de çok uzak görünüyoruz. Bilim üretmeyen bir toplumun bilimkurgu üretmesi olası değil. Esaslı bilimkurgu filmlerinin, bilimde başı çeken ülkeler tarafından çekilmesi tesadüf olmasa gerek. İnsanımızı ve bilimkurguyu daha çok mizah çatısı altında buluşturmamız da bundan kaynaklanıyor. Bu işlere öyle uzağız ki (bu uzaklığın nedenleri ayrı bir yazı konusu olmalı) Ahmet’in, Ayşe’nin yeni gezegenler keşfetmesi ya da dünya dışı bir yaşam formuyla temas kurması çoğumuza gülünç geliyor. Bilimkurgu edebiyatına gönül veren yazarlarımızın eserlerinde yabancı isimlere yer vermelerinin temelinde de bu inandırıcılık sorunu yatıyor. Çok üzücü, öyle değil mi?

Bu karamsar tablodan sonra gelin az önce bahsettiğimiz o iyi niyetli denemelere dönelim isterseniz. Hani belden aşağı ucuz espriler ve küfürlerle dolu olmayan o denemelere. Japon İşi bunlardan biri. Güldürü sinemamızın büyük ustaları arasında yer alan Kemal Sunal ve yine sinemamızın dev isimlerinden Fatma Girik’in başrollerini paylaştığı bu film, her ne kadar komedi kategorisinde yer alsa da aslında basbayağı bir bilimkurgu filmi.

Filmin konusu kısaca şöyle özetlenebilir: Veysel (Kemal Sunal) bir gazinoda garson olarak çalışmaktadır. Ancak gazinonun süper yıldızı Başak Billurses’e (Fatma Girik) âşık olduğundan aklı bir karış havadadır. Mahalledeki arkadaşları da onun bu halini alaya almaktadırlar. Veysel yine de bir gün aşkına karşılık bulacağını düşünmektedir. Günün birinde yardım ettiği Japon turist, onun Başak’a nasıl âşık olduğunu fark eder. Ülkesine dönünce Başak’ın birebir kopyası olan bir robot yapar ve Veysel’e gönderir. Ortalıkta dolanan iki Başak olunca herkesin kafası karışır. Başak’ı karısı yapmak isteyen Kabadayılar kralı Dilaver’in de (Sümer Tilmaç) hapisten çıkmasıyla işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.

Senaryosunu, sinemamızın en üretken kalemlerinden biri olan Erdoğan Tünaş’ın yazdığı ve yönetmenliğini Kartal Tibet’in üstlendiği Japon İşi, “Bir robot âşık olabilir mi?” ya da “Bir robot kendi varlığını sorgular mı?” gibi sorulara yanıt arıyor diyebiliriz. Filmin, bu yönüyle Türk Bilimkurgu Sineması içerisinde yer almayı fazlasıyla hak ettiğini düşünüyoruz; hele de elimizdeki örnekleri şöyle bir gözümüzün önüne getirirsek.

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgunun Bıçkın Delikanlısı: Karl Urban

Karl-Heinz Urban, 7 Haziran 1972’de Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da doğdu. İki ebeveyni de çok zengin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et