“Youtube Killed The Television Star” ve Tüketim Alışkanlıklarının Değişimi

Teknoloji duraklamaz, aksine en kötü zamanlarda bile logaritmik artışla tek yönlü olarak gelişimini sürdürür. Toplumlar ise bu hıza uyum sağlayabildiği ölçüde gelişir. Asimov‘un da dediği gibi “Hayatın en üzücü yanı, bilimin bilgi toplama hızının toplumun bilgelik edinme hızından daha yüksek olmasıdır.” İnternetin hayatımıza girmesiyle beraber bilgi toplama hızının yanında bunu paylaşma hızı da değişti, bilginin alışverişi kolaylaştı ve toplumların alışkanlıklarının değişimi hiç olmadığı kadar hızlandı. Aynı şekilde bir dergi çıkarmanın, bir makale ya da inceleme yazısı paylaşmanın, film çekmenin ve müzik dinlemenin de şekli değişikliğe uğradı.

Birkaç sene önce, YouTube henüz herkesin hevesle içinde yer almak istediği hale gelmemişken, üniversite sınavına hazırlanan ve radyo-televizyon-sinema okumak istediğini söyleyen bir arkadaşıma, mezun olduğunda bir YouTube kanalında çalışıyor olabilirsin, demiştim. Şu an bölümü yarıladı ve çalışma imkanı olsa koşarak gideceğini düşündüğü birçok kanal var. Yazının başlığı da buradan esin alıyor: “Video Killed The Radio Star” Bir synthpop/new wave grubunun şarkısının ismini yeniden düzenledim.

80’lerin popüler gruplarından The Buggles, gerek özgün duruşuyla gerek de değindiği konularla önemli bir yere sahiptir. “Video Killed The Radio Star” isimli parçalarının ise müzik yayıncılığı açısından yeri mühimdir. Bu ismiyle müsemma şarkı MTV‘de yayınlanan ilk müzik klibidir. The Buggles, bu şarkısının 1981’de MTV’de yayınlanmasıyla bir kültürün başlatıcısı gibi görünmektedir. Ancak bunun aksine şarkının sözlerinden anlaşılacağı gibi, aslında tam da bu kültürü eleştirir. Daha eski tarihlerde de müzik klipleri çekiliyor ve Top of the Pops gibi TV programlarında yayınlanıyordu fakat bir popüler kültür ögesi haline gelmemişlerdi. Çoğu insanın sandığının aksine, kliplerin müziğin önüne geçmesini sağlayan, klipsiz dinlenemeyen müzikleri var eden YouTube değil öncelikle MTV’dir.

Kliplerinde kullandığı değişik gözlükleriyle hafızamıza kazınan Trevor Horn, The Buggles ve Art of Noise gruplarının kurucusu; Yes, David Bowie, Genesis ve Paul McCartney gibi isimlerin de prodüktörüdür. Horn, ünlü İngiliz bilimkurgu yazarı J. G. Ballard‘ın büyük bir hayranıdır, “Video Killed The Radio Star” parçası ismini, yazarın “The Sound Sweep” adlı öyküsünden alır. Horn, bir ropörtajında bu öyküdeki sesi emen bir elektrikli süpürge ile harabeleri dolaşan bir adamın hikayesinden esin aldıklarından bahseder. “Vermillion Sands” parçası da aynı adlı öykü kitabından ilhamla yazılmıştır. Living in the Plastic Age ve I am a Camera parçaları başat olmakla beraber grubun müziğinin genelinde de Ballard etkisi hissedilir. Müziklerinde teknolojiyi bir sanat biçimine dönüştürmeyi hedefleyen Geoff Downes ve Trevor Horn ikilisiyle, yazınında teknolojinin toplum üzerindeki etkilerine odaklanan Ballard’ın düşünceleri kolaylıkla kesişiyordu. Ayrıca James Graham Ballard için müzik dünyasını en çok etkilemiş bilimkurgucu dersek abartmış olmayız çünkü sadece Trevor Horn’u etkilemedi; Slayer, Brian Eno, Hawkwind, Joy Division, Radiohead, Gary Numan, David Bowie, Madonna ve John Foxx gibi sayısız isimde de kayda değer iz bıraktı.*

Video bu kadar popüler hale gelmeden önce, insanlar müzik ihtiyaçlarını ya konserlerle ya da radyo yayınları ile gidermek durumundaydılar. Hatta müzik kayıt yöntemleri geliştirilmeden önce radyo yayınları canlı olarak yapılıyordu. Alman-Avusturyalı mühendis Fritz Pfleumer 1927’de manyetik bandı icat etti, daha sonra bunun üretimi için ünlü BASF firması ile anlaştı. AEG firmasının da bu teknoloji için kaydedici yapmasıyla beraber ortaya çıkan ilk modern teyp kaydedici Magnetophone ile müzik artık kaydedilebilir hale gelmişti. 1936’da BASF, Sir Thomas Beecham‘ın Almanya turu esnasında düzenlediği Londra Filarmoni Orkestrası‘nı kaydetti. Bu kayıt, Alman radyolarında dinletildi ve seyirciler müziğin kayıt olduğunun farkında değildi; öğrendiklerinde epey şaşırtıcı olmuştu. 1930 yılından sonra elektriğin yaygınlaşması radyo dinleyicisi sayısını da arttırmıştı. Öncelikle bölgesel olan radyo yayınları, uzun dalga boylarının keşfi sayesinde ülkeler arası iletişimi sağlar noktaya erişmişti. Avrupa ve Amerika, radyonun altın çağını 1950’lerin sonlarına dek yaşamış, bizde ise geç yaygınlaşmasıyla bu 70’ler ve 80’lerde de sürmüştür.

Televizyonun ve müzik yayıncılığının yaygınlaşmasıyla beraber radyo yıldızının ölüm fermanı yazıldı. 70’lerde de önemli bir noktadaydı ancak 80’lerden itibaren televizyonun yıldızı yükseldi. Radyo artık salonun baş köşesine konulup ailecek müzik, spor müsabakası ya da haber dinlenilen özelliğini televizyona bırakmaya başladı. Başta bahsettiğim arkadaşımın okuduğu “radyo-televizyon-sinema” bölümünün “radyo”suyla ilgilenen bir öğrenci henüz görmüş ya da işitmiş değilim. 90’lara geldiğimizde internet herkesin kullanımına açılmıştı. 1991’de World Wide Web(WWW) kullanılmaya başlandı. 1993’te ise internet kullanıcıları grafik arayüzlü web tarayıcı Mosaic ile tanıştı; bu daha sonra Internet Explorer‘ı doğuracaktı. 1995’te Yahoo! ve 1998’de Google web arama servisleri kullanıma sunuldu. Ama internet hala televizyonun yerini alacak kadar teknik gelişim katetmemişti. Bunun için hala biraz zaman vardı.

2000’lerden itibaren, veri transfer hızlarının da artmasıyla sosyal ağlar ve satış siteleri kurulmaya, video servisleri çıkmaya başlamıştı. Bu video paylaşım sitelerinden en önemlileri diyebileceğimiz Metacafe 2003’te, Vimeo ve Dailymotion 2004’te ve bugünün zirvesindeki isim olan YouTube 2005’te kuruldu. Ancak hala çoğu insan, bu servislerin televizyonların yerini alacağı fikrini pek dile getirmiyordu. Öncesinde forumlar popüler olsa da bu yıllarda aynı zamanda Facebook ve Twitter gibi sosyal medyanın önemli mecraları da kurulmaktaydı. Günümüzün internet televizyonu haline gelen Netflix, 1997 kurulmasına karşın önceleri sadece DVD kiralama işi yapmaktaydı. Bu hizmetleri 2007’den sonra dijital yayıncılığa kaydı ve günümüzde 100 milyonun üzerinde abonesi var. Bu dönem, bir medya patronu ve açık kaynak destekçisi olan Tim O’Reilly tarafından “Web 2.0” olarak tanımlanır.

“Eski kurallar ve alışkanlıklar reddedilmeli ve uzaklaştırılmalı ki yeni bir şeyler yaratılabilsin.” – Michael Cretu

Toplumlar genelde muhafazakar eğilim gösterirler, değişim ve yenilikten yana değil mevcut düzeni korumaktan, muhafaza etmekten yana olurlar; “Aman Ali Rıza bey, ağzımızın tadı kaçmasın.” minvalinde hareket ederler. Uzun yıllar televizyonu ücretsiz seyreden kitlelere, internete para verdikten sonra bir de içindeki yayına para verdirmek inanın kolay olmamıştır. Daha 6-7 sene önce her mahalle arasında mutlaka bir tane bulunan “CD’ci”den karışık mp3 CD’si yaptıran siz, şimdi Spotify’da premium üyeliğiniz var, biliyorum. Netflix’ten de Black Mirror, Strangers Things, House of Cards veya Dark izliyorsunuz değil mi?

Televizyon radyoyu, sadece işitsel değil aynı zamanda görsel bir araç olmasıyla öldürdü. Bugün de YouTube ve Netflix gibi servisler başta olmakla beraber dijital yayıncılık, sunduğu özgürlükler ve zaman kısıtını ortadan kaldırmasıyla televizyonu öldürüyor. Hala televizyon seyredenimiz çok olsa da dünya genelinde tv izleyicisi sürekli azalan bir eğri çizmekte ve bu televizyon satışlarına da yansımakta. Televizyon alan insanlar da artık bu cihazları daha çok monitör olarak kullanma eğilimi göstermekteler. Farkındaysanız bir süredir televizyonlar, dahili uygu alıcılarıyla beraber geliyorlar. Bu kolaylığın, masanın üstündeki bir kutuyu kaldırarak görüntü kirliliği oluşturmamak için yapıldığını sanmayın; televizyonun olduğu odada otururken bir şekilde size o yayınları izletmek için konuyor bu dahili alıcılar.

Bugün hala 40 milyona yakın vatandaşı banka hesabına sahip olmayan bir ülkede, çok kısa denebilecek bir süre öncesine kadar çoğumuz müziğe para vermeyi düşünmüyor, bilgisayarımız için korsan oyun cdsi, Atari’miz için korsan kaset ve arkadaşımızın doğum gününde izlemek için korsan film dvdsi alıyorduk. Yine çoğumuz için internetteki soyut bir nesneye para vermek tamamen mantıksız ve düşünülemezdi. Birçoğumuz bu noktadan Spotify üyeliği alan, filmini torrent sitesinde yayınlayan, Jeromy Bixby‘nin yazdığı çok sevdiğimiz The Man From Earth’ün devamının çekilmesi için bağış yapan, Patreon‘da sevdiği YouTube kanalına destek verip Kickstarter‘da projelere katkıda bulunan, Steam kullanan ve belki de Twitch‘teki bir yayıncıya bağış gönderen kişiler haline geldik.

Toplumun muhafazakarlığı nispeten toplumun genç yüzünü oluşturan bizlere daha az sirayet ediyor ki alışkanlıklarımızı biraz daha kolay değiştirebiliyoruz. Bunun ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduğu çok da net cevaplanabilir bir noktada değil. Ancak görünen o ki birçok alışkanlığımız, ne kadar dirensek de değişmek durumunda kaldığı gibi televizyon da modası geçmiş bir alete dönüşüyor. Hatta devlet bile o kadar farkında ki artık RTÜK internet yayıncılığına da karışma yetkisine sahip oldu; yakın zamanda nasıl işleyeceğini de deneyimlemiş oluruz. Açıkça görülüyor ki YouTube ve Netflix gibi servisler görsel medya tüketimimizde televizyonun yerini bazılarımız için çoktan almış durumda. Peki bu servislerin yerini kim alacak? YouTube’u kim öldürecek?

Hazırlayan: Canberk İleri

İleri Okuma

Kaynaklar

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

rebel moon kapak

Rebel Moon: Ateşin Çocuğu = Yedi Samuray + Star Wars

Yönetmen Zack Synder’ın geçtiğimiz haftalarda Netflix’te gösterime giren Rebel Moon (İsyankâr Ay) film serisinin birinci …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et