Titan’da Kurulacak Bir Koloni

Titan Güneş Sistemi içerisinde, nispeten en dost canlısı gök cismi. Dolayısıyla Dünya dışı bir koloni için en ideal yerlerden biri olarak düşünülüyor. Titan’dan bahsederken onu bir “proto-Dünya” olarak tanımlayabiliriz. Yüzeyindeki vadiler, bayırlar, dağlar, tepeler ve kumullarla sahiden Dünya’yı andırıyor ürpertici bir şekilde. Üstelik atmosferinde tholin denen organik bileşenler süzülüyor. Bu bileşenler gerekli koşullar oluştuğunda hayatı tetikleyici unsurlardır. Titan Dünya haricinde yüzeyinde sabit sıvı kütleleri bulundurduğunu öğrendiğimiz tek gök cismidir aynı zamanda. Çok büyüleyici… Titan yüzeyinde rüzgarların yaratmış olduğu narin kumullarda gezinmek ve sonra bu göllere ulaşıp, o kahverengi karanlığın içindeki yapayalnız manzarayı seyretmek…

Titan’da mevsimler de söz konusu, yağmurlar, fırtınalar ve benzeri iklimsel olaylar da öyle. Titan’ın son derece kalın bir atmosferi var üstelik. Öyle ki atmosferin yoğunluğu yüzünden yüzeyi gözlemlemek çok zor. Fakat atmosferin çoğunluğu nitrojenden oluşuyor. Tüm bu yabancılığına karşın yine de epey canlı görünüyor değil mi? Bazı biliminsanları Titan atmosferinin Dünya’nın kadim atmosferine çok benzediğini iddia ediyor.

Titan’da Yaşam Olasılığı

Dünyanın ilkel atmosferi

Tüm Güneş Sistemi içerisinde Dünya atmosferine en çok benzeyen atmosfer Titan’ın atmosferi. Bu atmosfer tıpkı Dünya’nınki gibi çoğunlukla moleküler nitrojenden meydana geliyor. Fakat Dünya atmosferinin aksine Titan’ın atmosferi çok az sayıda oksijen ve su içeriyor. Aynı zamanda metan molekülü de Dünya’nın atmosferinde olduğu gibi Titan’da da aynı rolü görüyor ve atmosferin sadece yüzde ikisini kapsıyor. Sahiden de Dünya’da henüz yaşamın ortaya çıkmadığı ve mikrobiyal canlıların fotosentez yaparak atmosferi oksijenle zenginleştirmediği dönemi andırıyor Titan.

Peki ya Titan’da yaşam olasılığı var mı?

Başta da belirttiğimiz gibi Titan atmosferinde organik bileşenler bulunuyor ve Titan’ı ziyaret etmeden önce bu soru üzerine de yoğunlaşmamız gerek diye düşünüyorum. Orada bir yaşam belirmişse büyük ihtimalle denizlerdedir. Çünkü genetik materyallerin korunumu, aktarımı, çözünümü vesaire için sıvılar önemlidir. Eğer ki koloni Titan’a ulaşır ve denizaltını incelemek için oraya ekipmanlar yollarsa Titan’ın mikrobiyal yerlileri bundan kötü etkilenecektir. Ekipmanların üzerinde uzay yolculuğu boyunca hayatta kalmış olması muhtemel mikroplar Titan’ın mikroskobik yerlilerini katledebilir.

Roanoke Senaryosu

Peki ya tam tersi olursa? Bu biraz korkunç bir senaryo. Çünkü bize tamamen yabancı bir yaşam unsuruyla karşı karşıya kalmışız demektir ve bunların hedefi bizler de olabiliriz. Dolayısıyla Titan’da hastalık yapabilecek hatta mutasyonlara sebep olabilecek virüsler, bakteriler ya da benzeri varlıklar varsa, kuracağımız koloni ya telef olacaktır, ya da Titan’ın buz dağlarına açtığı mağaralarda, radyasyondan, tek-hücreli düşmanlardan ve Titan’ın yabancı ikliminden saklanırken aklını kaçıracak ve nihayetinde kozmik bir Roanoke senaryosuna maruz kalacaktır.

Titan atmosferinin üst katmanlarında hücre duvarının yapıtaşı olan akrinonitritil keşfedildi. Titan’da yağmurun yağdığı ve atmosferinde rüzgarların olduğu biliniyor. Dolayısıyla akrinonitritil Titan’ın göllerinde ve denizlerinde toplanırsa, o dondurucu korkunç soğuğa karşı koyabilen güçlü hücre duvarlarına dönüşebilir. Böylece çok ilkel bir yaşam ortaya çıkıp evrimleşmeye fırsat bulabilir. Bu yaşam tıpkı bizimki gibi DNA bazlı bir yaşam olacaktır büyük ihtimalle. Bir zamanlar Güneş Sistemi’nin maruz kaldığı meteor yağmurları Dünya’ya taşıdığı hayat ihtiva eden maddeleri, Sistem’in diğer kesimlerine de bırakmış olabilir. Dolayısıyla Güneş Sistemi’nde ortaya çıkacak olan hayat birbiriyle aynı mekanizmalara ve prensiplere sahip olacaktır. Fakat birbirlerinden o kadar uzak olacaklar ki, aralarında herhangi bir ortak ata ya da bağ dahi söz konusu olmayacak.

Titan’da Bizi Ne Bekliyor?

Bilinen en dayanıklı canlılardan biri; Tardigrade. Uzay vakumuna dahi karşı koyabilmiş.

Titan jeolojik olarak son derece zengindir. Yüzeyinin altındaki donmuş metan ve tuzlu suyu püskürten buz volkanları var. Titan’da mevsimler de mevcut. Ligeia Mare’da mevsimsel değişimlere bağlı olarak ortaya çıkıp tekrar gömülen bir yarım ada dahi var. Böylesi hareketli bir ortamın ve sıvıların varlığı en azından tek hücreli basit bir yaşamın ortaya çıkmasına yardım edebilir. Titan’ın yüzeyindeki sıvılar genel olarak etan-metan ağırlıklı hidrokarbonlar. Bunlar yaşam için su kadar elverişli olmasa dahi, yine de iyi bir çözünürlüğe ve iletkenliğe sahipler. Yani Titan’da tek-hücreli bir yaşamın oluşması muhtemel. Fakat kesin değil.

Titan kolonicilerinin dünyadan çıkıp hedefe varması takriben dört ya da beş yıl sürecektir günümüz teknolojisiyle. Bu kadar uzun bir süre uzay yolculuğu insanlar için tam bir eziyettir. Dolayısıyla hem insanların kozmosun engin karanlığı karşısında dehşete düşmesini önlemek, hem de kaynak tüketimini en aza indirmek için onları yapay bir kış uykusuna yatırmak şart. Dört beş yıl sonra gemi Titan’a varmak üzereyken koloni uyanır ve iniş çalışmalarına başlar. Peki ya uyanamazlarsa? Onları uyandıracak yapay zeka aniden başka bir şey yapmaya karar verirse? Tek kelimeyle geçmiş olsun.

Her şeyin yolunda gittiğini düşünelim; gemi Titan’a başarıyla indi. Koloniciler çok büyük ihtimalle kuzey kutbuna yakın bir bölgeye yerleşecekler. Çünkü orası okyanusların bulunduğu nokta. Kolonicilerin yaşayacağı alan orada önceden kurulmuş olmalı. Bunun için yapay zekaya sahip robotlar iş görecektir. İnsanlar Titan’da korkulu bir boşluğa düşecekler. Yapayalnız çıplak kayalar, kumullar, bayırlar ve hiçlik. Üstelik Titan yüzeyinde hava kahverengimsi-turuncu bir alacakranlığın içindedir. Titan yüzeyi gündüzleri dahi Dünya yüzeyinin aldığı ışığın üç binde birini alır. Güneşten hem çok uzak, hem de atmosferi çok kalın olduğu için yüzeye inen ışığın miktarı çok azdır. Kısacası Titan kolonisi gölgeler içinde yaşayacaktır.

Titan kahverengi ve turuncu bir kör karanlığın içindedir hep. Büyük ihtimalle yoğun bulut katmanları yüzünden Satürn’ü dahi göremeyecek koloni. Titan’ın üst katmanlarında bulunduğu doğrulanan polisiklik aromatik hidrokarbonlar (kısaca PAH) uydunun o kahverengi-turuncu bulanıklığına bir açıklama veriyor.

Titan’da Alacakaranlık

Titan’da her yan büyülü, ıssız ve de korkutucudur. Sürekli turuncu-kahverengi bir pus ve bulanıklığın içinde hissedecek kendini oraya giden insanlar. Zaten dışarıda araştırma haricinde dolaşmak pek de akıllıca olmayacaktır. Çünkü yüzey Satürn’den gelen yüksek bir radyasyona maruz kaldığı gibi, aynı zamanda akıl almaz bir derecede soğuktur. Yine de desteklenmiş kıyafetler sayesinde bu olumsuzluklar bir nebze azaltılabilir. Fakat her şey yakıta malolacaktır ve Dünya’dan yeni bir kaynak gemisinin gelmesi de en iyi ihtimalle iki yılı bulur.

Dolayısıyla Titan’daki koloni kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalacak. Yüzeydeki hidrokarbon okyanusları yakıt için iyi bir kaynak olabilir. Aynı zamanda insanların Titan’da ulaşım için pek bir çaba sarfetmesine gerek yok. Bu günün teknolojisiyle dahi üretebileceğimiz yüksek aerodinamik kanatlar sayesinde Titan’ın o yoğun atmosferi içinde tüm uyduyu baştan başa dolaşmak dahi mümkündür.

Titan genel olarak düz bir jeolojiye sahiptir. Fakat Mithrim Montes dağı üç bin üç yüz metrelik ihtişamıyla arzı endam ediyor. Bu dağın zirvesine tırmanmak çok da büyük bir olay değil. Çünkü Titan’da yer çekimi çok az. Hiç yorulmadan, bu dağın zirvesine tırmanabilir ve orada bir üs kurabilirsiniz. Bu üs Titan’ın ulaşım merkezi olabilir. Çünkü bu dağın zirvesinde kanatlarınızı takıp kendinizi boşluğa bırakırsanız tüm uydunun etrafında bir tur atıp havalandığınız noktaya geri inebilirsiniz. Titan’da uçmak çok kolay.

Titan’ın denizleriyse pek iç açıcı değil. Gerçek anlamda. Titan yüzeyi zaten alacakaranlıkken denizler tamamen karanlıktır. Işık bu denizlerde kaybolur adeta. Üstelik Titan’da rüzgarlar olmasına rağmen çarşaf gibi dümdüzdür denizler hep. Titan denizlerinde dalga neredeyse yok denecek kadar azdır. Bir yükseltiye çıkıp kendinizi Titan denizine bıraktığınız zaman bir taş gibi hızla dibe çökeceksiniz. Bu emin olun korkunç bir deneyim olacak. Çünkü simsiyah bir gölgenin içinde boğuluyor gibi hissedeceksiniz.

Titan Denizleri

Deniz sizi adeta yutacak. Tamamen dibe çöktüğünüzde gözlemleyecek hiçbir şey göremeyeceksiniz. Çünkü zaten denizin dibi zifiri karanlıktır. Yüzeye çıkmanız zaman alacak. Bu denizde kulaç atmanız, çırpınmanız nafile. Çünkü neredeyse havayı dövüyor gibi hissedeceksiniz kendinizi. Titan denizlerinde yüzmek çok zor ve çok büyük bir efor istiyor. Eğer hızla kıyıya ulaşmazsanız büyük ihtimalle kulaç atmaktan yorulup tekrar dibe çökeceksiniz ve koloninin ilk kayıplarından biri olacaksınız. Üstelik Titan’da güneşlenmek gibi bir terim de söz konusu değil. Malum, ortalık black metalden bile daha karanlık.

Black metal demişken, Titan’a giden koloninin psikolojisi iyi bir durumda olmayacak. Fiziksel sağlıkları için de aynısı geçerli. Dört beş yıllık uzay yolculuğu bünyeye yeterince radyasyon ve olumsuz etkiyi zerk etmişken, Titan’da maruz kalınacak Satürn radyasyonu, düşük yer çekimi ve yabancı koşullar herkesi perişan edecek. Üstelik yüzeyde neredeyse hiç ışığın olmaması, karanlık, boğucu, yabancı ve korkutucu bir çevrede yaşamak, sürekli saklanır gibi bir ruh hali içinde olmak insanları canından bezdirecek. Üstelik astronomik bir bütçeye sahip çok önemli bir görevi üstlenmiş olmanın verdiği bu korkunç sorumluluk da insanları daha gergin bir hale getirecek. Somurtkan yüzler, soğuk diyaloglar ve sadece işine odaklanmış insanlar olacak kolonide. Sık sık kavgalar yaşanabilir, hatta bunlar ölümle ve toplu bir yıkımla dahi sonuçlanabilir. Yine bir Roanoke senaryosu.

Güneş, kırmızı dev fazına geçtiği zaman, Titan’ın yüzey görünümü buna benzeyebilir

Titan, atmosferi sayesinde sera etkisi yaratabiliyor. Bu Titan’ı biraz daha ılık bir yer haline getiriyor. Titan atmosferine organik bir müdahale yapılabilir. Atmosferdeki nitrojeni daha çok sera etkisi için örneğin karbondiyokside dönüştürebilecek bakteriler üretilebilir. Bu işi nano-parçacıklarla da yapmak mümkün. Fakat bir sorun var ki o da işlerin kolayca çığrından çıkabilir olması. Çok ender bulunan muazzam bir atmosferik yapı bu işlemde beliren bir hata sonucu bozulabilir, hatta tamamen silinebilir. Titan çırılçıplak, yozlaşmış ve tüm cazibesinden yoksun zavallı bir uyduya dönüşebilir.

Titan’ın yer altında saklanmış geniş bir tuzlu su okyanusu olduğu biliniyor. Bu heyecan verici bir şey. Belki de yaşamı ne atmosferde, ne de yüzeyde aramalıyız. Belki de yaşam zaten yeraltı okyanuslarında belirmiştir bile. Eğer tek hücreli yaşam orada bulunuyorsa buz volkanları sayesinde yüzeye de püskürtülebilir ve hava akımlarına karışarak en sonunda kendini göllerde bulabilir. Fakat yeraltı okyanusundaki o ılık ortamdan çıkıp bir anda Titan’ın dondurucu soğuğuna maruz kalmak yaşamı fossileştire de bilir. Belki uzak bir gelecekte su alanlarında yaşayabilmesi için genetiği değiştirilmiş amifibi insanlar bu yeraltı okyanusunda bir koloni kurabilir. Fakat Titan böyle bir senaryo için en iyi seçenek değil. Bize daha yakın olmasıyla Ceres, sanırım böylesi bir senaryo için daha cazip.

Titan’da doğan çocuklar büyük ihtimalle genetik deformasyonlara sahip olacak. Amorf bebekler, hızla bozulan gen havuzu, insanlığın gerçek yuvasından uzakta kalışı, karanlık, yalnızlık ve görev bilinci insanları bir süre sonra kitlesel psikozlara sürükleyebilir. Titanlılar korkutucu hezeyanlara kapılabilirler, bu hezeyanlar belki de din ağırlıklı olacak. Titan’ın o alacakaranlık turuncu ve kahverengi yalnızlığında birdenbire çok eksantrik bir din ortaya çıkabilir.

Fakat ne yazık ki günümüz teknolojisiyle insanların Titan’a gönderilip orada bir koloni kurmalarını sağlamak imkansıza yakın. Doğru, mesafe aşılamayacak kadar uzak değil, üç boyutlu yazıcılar gün geçtikçe daha iyi hale geliyor, tarım konusunda gelişiyoruz, uzayı daha iyi anlıyoruz ve artık gezegenin dışına açılmanın vakti geldi. Fakat günümüz teknolojisiyle Titan’a kurulan bir koloni ya bir Roanoke olacak, ya da insanlık tarihine geçecek türden bir trajedi. Titan kolonisinin hayatta kalıp, yeni jenerasyonlar üretmesi hatta Titan’a adapte olup orayı dünyalaştırma girişimlerine başlaması günümüz hatta yakın gelecekte dahi imkansıza yakın.

Yine de zengin atmosferi ve Dünya benzeri hareketli jeolojik yapısı ile Titan, Mars’tan daha çekici bir hedef gibi görünüyor. İnsanlık Titan’ı incelemekten vazgeçmemeli fakat son derece dikkatli ve duyarlı olmalı. Çünkü Titan nadide bir uydu. Merkür’den dahi büyük ve yüzeyi Dünya’ya en çok benzeyen yer. Son derece gizemli denizleri var. Bu denizler belki de yaşamı anlamamız ve evrimimizin nihai halkasına adım atmamız için önemli cevaplar taşıyor. Bu yüzden Titan yüzeyine gönderilecek araştırma cihazları steril olmalı.

Fakat bir koloni için öncelikli hedefimiz Mars olmalı. Benim nazarımda Venüs atmosferinin üst tabakalarında, o korkunç ve zehirli bulutların üstünde süzülen bir uçan-şehirde yaşamak Mars yüzeyine bir şehir inşa etmekten daha çekici. Fakat Venüs’e kurulacak bir koloninin amacı ve hedefleri farklı olacak. Mars’a kurulacak bir koloni ise insanlık için bir sıçrama rampası olacak. Güneş Sistemi’nin devlerinden çok uzaktayız ve bu gün Dünya’daki yaşamı onlara borçluyuz biraz da… korkunç meteor yağmurları sırasında Dünya’yı bu yağmura yakalanıp parçalanmaktan kurtaran Satürn ve Jüpiter’in çekim etkisiydi ama aynı zamanda belki de hayat ihtiva eden parçacıklara sahip meteorları da bize onlar yönlendirdi… tüyler ürpertici geliyor bana. Belki de gezegenlerin ve tüm Güneş Sistemi’nin bizim algılayamayacağımız kadar karmaşık bir ‘aklı’ vardır.

Herneyse öncelikli hedef Mars olmalı. Oraya kurulacak bir koloni hem gezegeni ‘dünyalaştırma’ çalışmaları yapabilir, hem de insanları Güneş Sistemi’nin dört bir yanına götürecek türden bir istasyona dönüşebilir. Gelecek çok vahşi, hızlı ve de sürprizlerle dolu. Onu düşlemek ve kaotik sathında birazcık olsun hayaller aracılığıyla gezinmek ise son derece keyifli.

Kaynakça:

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

mars-one-kapak

Bir Hayalin Ardından: Mars One

Mars binlerce yıldır hep ilgimizi çekti. İlk kayıtlı gözlem Aristoteles tarafından M.Ö. 356 yılında yapıldı. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et