Edebiyat ve Sinemada Şehir Efsaneleri

Şehir efsanesi nesilden nesile, kulaktan kulağa aktarılmış, doğruluğu olmayan ya da bir kısmı doğru bile olsa geri kalan kısmı abartılmış, uydurulmuş ya da değiştirilmiş olaylardır. Ormanda kaybolan bir adam, açlıktan susuzluktan, yorgunluktan hayaller görür ve bulunduğunda uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia eder. Bu olay zamanla yayılır, yayılırken orasına burasına bir şeyler eklenir ve sonunda göz alıcı ışıklar içindeki bir uzay gemisi tarafından kaçırılmış, üzerinde deneyler yapılmış ve geri getirilmiş bir adamın hikayesine dönüşür. Alın size bir şehir efsanesi.

Şehir efsanelerinin doğuşu genelde bilgisizlikten, araştırma eksikliğinden, yanlış gözlemden kaynaklanır ve çoğu kez kötü bir niyet taşımaz. Ancak kötü bir niyet taşısın ya da taşımasın bu gibi alıcısı çok konuları para kazanmak için kullanan kişilerin varlığı da bir gerçektir. Antik Astronot Kuramcıları bunların en ünlüleri arasındadır. Bu kişilere göre insanoğlu uzak geçmişte dünya dışı yaşam tarafından ziyaret edilmiştir. Bu kuramı savunanlara göre, örneğin Mısırlıların o dönemdeki teknoloji ile piramitleri yapması mümkün değildir. Günümüzde hala hayranlık uyandıran bu yapılar, aslında o dönemde dünyaya gelen ve insanlarla etkileşime geçen uzaylılar tarafından inşa edilmiştir. Hatta piramitlerin üzerinde uzay gemilerini ve uzaylıları betimleyen kabartmalar bile vardır. (Aslında piramitlerin nasıl yapıldığı büyük bir gizem değildir. Uzay gemisi ya da helikopter gibi görünen kabartmalar ise farklı kabartmaların üste üste gelmesiyle oluşmuştur.)

Bu konu üzerine yazılmış en ünlü kitap, İsviçreli yazar Erich Von Daniken imzalı Tanrıların Arabaları‘dır (Erinnerungen an die Zukunft). Tanrıların Arabaları zamanında ülkemizde de çok popüler olmuş, Varlık Yayınları da dahil pek çok yayınevi tarafından dilimize çevrilip, defalarca kez yeni baskı yapmıştır. Günümüzde bile hala sahaflarda satışını sürdürmektedir. Elbette Tanrıların Arabaları ne yazarın tek kitabıdır ne de bu konu hakkında kaleme alınmış tek eserdir. Konu oldukça popülerdir. Hatta History Channel‘da Ancient Aliens (Antik Çağda Uzaylılar) isimli bir belgesel serisi bile gösterilmiştir. Yine UFO Hunters (UFO Avcıları), Finding Bigfoot (Kocaayak’ın Peşinde) ya da  Nasa’a Unexplained Files (Nasa’nın Açıklanamayan Dosyaları) şehir efsanelerini konu edinen (ve açıkçası belgesel kanallarının ciddiyetine yakışmayan) belgesellere örnek olarak sayılabilir. (Biz bilimkurgu ve bilimseverlerin izlemeyi arzu ettiği belgeseller ise, olayların bilimsel tarafını da ele alan Is It Real? /Efsane mi Gerçek mi? ya da efsanelerinin gerçeğe uygunluğunu test eden Mythbusters / Efsane Avcıları gibi programlardır.)

Kaçırılma konusunun belki de en popüleri Travis Walton olayıdır. Keresteci olan Travis ve arkadaşları, 5 Kasım 1975’te, Arizona, Snowflake yakınındaki ormandan dönerken birtakım parlak ışıklar görürler. Travis ışıkların ne olduğunu merak eder ve kamyonetten atlayıp ışığa doğru koşmaya başlar. Travis’ten beş gün boyunca haber alınamayacaktır. Daha sonra ortaya çıkan Travis, uzaylılar tarafından kaçırıldığını ve beş gün boyunca bu canlılar tarafından alıkonulduğunu iddia eder. 1978’de bu olağan dışı deneyimi anlattığı The Walton Experience adlı bir kitap yayımlar. Kitap Fire in the Sky (1993) adıyla filme de alınmıştır. Bu olay, iyi niyet olsun olmasın, bu gibi olayların nasıl paraya dönüştürüldüğünü gözler önüne seren en canlı örneklerdendir.

Peki şehir efsanelerinin bu denli popüler olmasını sağlayan nedir? İnsanlar genelde basit olana değil de kendilerine ilginç gelene ya da doğru olandan çok doğru olmasını istediklerine inanma eğilimdedir. Su üzerinde yüzen bir kütük, kısa süre içinde tarih öncesi bir göl canavarına ya da yapay bir uydu, kolaylıkla uzayın derinliklerinden gelen bir UFO’ya dönüşebilir. Oysa gerçek, bizim neye inandığımızla, ne gördüğümüzü sandığımızla ya da neyin gerçek olmasını istediğimizle ilgilenmez. Büyük bilimkurgu yazarı Philip K. Dick‘in dediği gibi, “Gerçek siz kafanızı çevirdiğinizde de orada duran şeydir.”

Şehir efsaneleri için doğru sanılan yanlışlar da diyebiliriz. En meşhurlarından biri, beynimizin yüzde bilmem kaçını kullandığımızın sanılmasıdır. Hatta yüzde yüzünü kullansak ışınlanabileceğimiz, uçabileceğimiz ya da eşyaları hareket ettirebileceğimiz düşünülmektedir. Bu düşüncenin bilimsel olarak elle tutulur hiçbir yanı yoktur. İlginç bir şekilde, 2013 yapımı Lucy tamamen bu yanlış düşünce üzerine inşa edilmiştir. Başrolünde Scarlett Johansson‘ın oynadığı film, Tayvan’ın başkenti Taipei’de okuyan Lucy isimli genç bir Amerikalı kadın etrafında dönüyor. Lucy’nin başı, arkadaşı Richard yüzünden uyuşturucu mafyası ile derde giriyor. Mafya tarafından alıkoyulan ve vücuduna uyuşturucu yerleştirilen Lucy, Avrupa’ya gönderiliyor. Ancak bu sırada, içindeki uyuşturucu torbası patlayınca olanlar oluyor. Kanına karışan yüksek dozda uyuşturucu yüzünden Lucy’nin beyin kapasitesi kullanımı gittikçe artıyor. Örneğin insanları ya da elektronik eşyaları kontrol edebilmeye başlıyor. Saat ilerledikçe ve Lucy’nin beyin kapasitesi kullanımı arttıkça yapabildikleri de artıyor.

The X-Files

Lucy belirttiğimiz gibi bu konuları işleyen yüzlerce filmden biri yalnızca. Dizi dediğimizde ise bilimkurguseverlerin aklına ilk olarak X-Files (Gizli Dosyalar) gelecektir. Dizi, FBI’ın X-Files isimli gizemli departmanında görev yapan iki ajanın, Fox Mulder (David Duchovny) ve Dana Scully‘nin (Gillian Anderson) paranormal olaylar ve uzaylılarla olan maceralarını konu edinmektedir. Mulder olaylara daha açık zihinle bakarken, Scully karşılaştıkları olay ne kadar tuhaf olursa olsun bilimin yolundan ayrılmamaktadır. Bu ikili adeta Yin ve Yang gibidir. Gizli Dosyalar ülkemizde de büyük bir hayran kitlesine sahiptir.

Bir örnek daha, Dyatlov Geçidi Vakası: 

Yirmi üç yaşındaki Igor Alekseieviç Dyatlov’un liderliğini yaptığı on kişilik grup, 1959 yılının Ocak ayında Ural Dağları’na doğru keşif ve kayak gezisi yapmak için yola çıkar. Gezi iki hafta sürecektir ve grup tecrübeli dağcılardan oluşmaktadır. On kişinden biri olan Yuri Yudin gezinin başında rahatsızlandığı ve bileğini burktuğu için gruptan ayrılır. Böylece grup, yedisi erkek olmak üzere dokuz kişiye düşer. Dyatlov 12 Şubat’ta durumlarını bildirecek bir telgraf çekeceğini söylemiştir. O tarihte gruptan ses seda çıkmayınca insanlar endişelenmeye başlar. Yine de böyle gezilerde birkaç günlük gecikmenin normal olduğunu herkes bilmektedir. Asıl endişe 20 Şubat’tan sonra başlar. Artık bir şeylerin ters gittiği açıktır. Bölgeye arama ekipleri gönderilir. Yapılan araştırmalar sonucunda grup üyelerinin 2 Şubat gecesi, kaldıkları çadırı yırtarak dışarıya kaçtıkları anlaşılır, hem de üzerlerini bile giyinmeden.

Deneyimli dağcıları bu kadar korkutup kaçıran şey nedir? Bu sorunun cevabı verilemez. Çevrede yabancı ayak izi bulunmaması, olay gecesi gökyüzünde görüldüğü iddia edilen turuncu küreler, olay yerinde bulunan metal parçası, bazı giysilerde yüksek oranda radyasyona rastlanması, Yuri Doroşenko’nun kişisel günlüğünde gerçeklerin yazılı olduğunun iddia edilmesi, Dubinina’nın dili ile birlikte gözlerinin ve dudaklarının olmaması, bazı cesetlerde dışarıdan darp izi bulunmamasına rağmen kaburga ve kafatası çatlakları tespit edilmesi gibi ayrıntılar da olayın gizemini körükler. Bu gizemli olayın, çeşitli açıklamlar getirilerek bir şehir efsanesine dönüştürülmesi kaçınılmazdır. Olay, 2013’te The Dyatlov Pass Incident (Şeytan Geçidi) adıyla beyaz perdeye aktarılır. Bu gizemli olaya farklı bir açıklama getiren film, kurgu olduğu unutulmadığı sürece oldukça yaratıcı bir sonla noktalanır.

1947’de bir UFO kazasının yaşandığı ve enkazın hükumet tarafından ele geçirildiği iddiası: Roswell UFO Vakası. 2. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştiren sözde bir ışınlanma olayı: Philadelphia Deneyi. 1942’de Los Angeles’ta ABD ordusunun gökyüzünde beliren tanımlanamayan bir cisme ateş açması: Los Angeles Savaşı… Ve bu ve buna benzer şehir efsanelerinden uyarlanmış onlarca film: Roswell (1994), Battle Los Angeles (Dünya İstilası: Los Angeles Savaşı / 2011), The Philadelphia Experiment (Philadelphia Deneyi / 1984)…

Şehir efsaneleri tarihi olaylar gibi sunulduklarında değil de, kurgu olduğunu bildiğimiz sinema filmlerine ya da dizilere dönüştürüldüklerinde daha güzeller sanki, ne dersiniz?

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

lost son dizi

Son Sezonuyla Hayal Kırıklığı Yaratan 10 Bilimkurgu Dizisi

Bilimkurgu, dünya ile kısıtlı olmayan mekânları ve gökyüzünün ötesine ulaşan hikâyeleri ile büyük potansiyele sahiptir. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et