maymunlar gezegeni

Duygularımız Evrensel Midir?

Duygular sadece bize mi özgüdür? Yoksa bütün yaşam formları için geçerli olan evrensel duygular var mıdır? Yabancı varlıkların sahip olduğu duygular bizce bilinmesi mümkün olmayan türden duygular olabilir mi? Bilimkurgu yapıtlarında hayal ettiğimiz varlıklara kendi duygularımızı mı yansıtıyoruz? Belki de aslında anlattığımız tek öykü, kendi öykümüzdür.

Soruları daha da çoğaltıp “Hayvanların da duyguları var mı?” diye sorabiliriz. Varsa, bizimkine benzer duygular mıdır bunlar?

Ya da şöyle sorabiliriz: “Duygulara sahip olabilmek için ille de bilinçli olmak mı gerekir?

Bu arada neden canlılarla kısıtlayalım ki kendimizi? Robotların ya da yapay zekalı varlıkların duygularından söz edilebilir mi? Neden bir bilgisayarın duyguları olmasın? Peki, diyelim ki var; bunlar ne türden duygular olabilir?

Duyguları birbiriyle karşılaştırabilir miyiz? Kimi varlıkların duygularının diğerlerinden daha üstün olduğunu söyleyebilir miyiz? Duygular arasında da bir hiyerarşi var mıdır?

Sorular bitmez elbette. En iyisi daha fazla uzatmadan, bu soruların en azından bir kısmına yanıt vermeye çalışmak…

Duygular ve Evrim

monkey

Her şeyden önce duyguların evrimsel alt yapısı üzerinde konuşmamız gerek. İşlevsiz olan bir özelliğin canlılarda bulunması pek mantıklı değil. Duyguların bir canlıya sağladığı birtakım avantajlar olmalı. Bilinen bir paradoksa göre aç bir eşeği iki ot kümesinin tam ortasına koyarsanız, eşeğin açlıktan ölmesi gerekir. Nedeni, eşeğin seçim yapamamasıdır. Bir ot kümesini seçmesi için hiç bir sebep yoktur ortada, iki küme de eşit derecede caziptir. Eşek bu durumda nasıl seçim yapacak?

Gelgelelim deneyimlerimiz bize eşeğin en ufak bir kararsızlık yaşamayacağını söylemektedir. Peki ama eşek seçimini neye göre yapmıştır? Beyinlerimiz kararsızlığın ne derece tehlikeli bir şey olduğunu biliyormuş gibi görünüyor. Canlıların kararsızlığa düşme lüksü yoktur. Oysa programcılar bir bilgisayarın ne kadar kolayca kısır döngüye sokulabileceğini gayet iyi bilirler.

“Birinci Satır:  Birinci satıra git!” şeklindeki bir komut bilgisayarı dondurmaya yeter. Bilgisayar sonsuza kadar bu komutu uygulamaya devam eder, kendisini durduramaz. Oysa beyinlerimizin sahip olduğu program fasit dairelere öyle kolayca izin vermez.

Ya da öyle mi gerçekten?

İlk doğumunu yapan kedim, yavrularından birini terk etmişti. Büyük ihtimalle sütü iki yavruya yetmiyordu. Terk edilen yavruyu kedinin görebileceği bir yere koyduğumda hayvanın yaşadığı kararsızlığa bizzat şahit oldum: Tam ortada kalakalmıştı. Bu durum dakikalarca devam etti, ama sonunda kararsızlığını yenebildi. Yavrulardan birini yuvadan atmak zorundaydı. Attı da…

Bu örnekte, kedinin karar vermesini sağlayan mantıklı bir temel vardı: Güçlü olanı seçmek! Ama yukarıdaki eşek örneğinde, seçim yapmak için bütün kriterler eşittir. Mantıksal olarak bir ot kümesini diğerine tercih etmek için belirgin bir sebep yoktur.

Öyleyken eşeğin aç kalacağını düşünmeyiz. Eşek bir dakika bile tereddüt etmeden bir ot kümesine yönelecektir. Belki deney yapılsa, yüz durumdan ellisinde eşeğin birinci kümeye, ellisinde de ikinci kümeye yöneldiğini göreceğiz. Bu da ot kümelerinin rastgele seçildiğini gösterir. Ama rastgele seçim yapmak için eşeğin beyninde bir tür yazı/tura mekanizmasının bulunması gerekmez mi? Gerçek anlamda rastgele sayı üretmek bilgisayar biliminin güç problemlerinden biridir.

Ortada belirgin bir mantıksal gerekçe olmadığına ve eşeğin beyninde bir tür yazı/tura atma mekanizması bulunmadığına göre, hayvanın seçim yapmasını sağlayan nedir?

Duyguların Karar Vermeyle İlişkisi

kiss

Yapılan araştırmalar, karar vermemizde duyguların rolü olduğunu göstermektedir. Duygularımızla yaptığımız seçimler bizi her zaman mutsuzluğa sürüklemiyor. Küçük Prens‘in de dediği gibi:

İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir.

Belki de duygularımızla yaptığımız seçimler her zaman doğru olanlar değildir. Yine de yanlış bir seçim yapmak, hiç seçim yapmamaktan iyidir.

Tümör vs. nedeniyle beynindeki duygu mekanizmaları bozulan insanların alışverişe gitmekten nefret ettiğini biliyoruz. Kararsızlık yüzünden yoruluncaya kadar marketlerde boşu boşuna dolaşıyorlar. Yine de akşam evlerine elleri bomboş dönüyorlar. Çünkü benzer iki ürün arasında seçim yapamıyorlar.

O halde duygularımız önemlidir; doğru ya da yanlış bir karar vermemizi sağlarlar. Doctorow‘un Ragtime romanında bir mafya babası titiz bir nişancıya değil, düşünmeden ateş edebilen birine güveneceğini söylüyor. Güç durumlarda duygularımız mantığımızın önüne geçmelidir. Bu şekilde hayatta kalma şansımız artar.

“Önce ateş et, sonra düşün!”

Boba-Fett-Stawars-feature-902491

ABD ordusu askerlerini hiç sorgulamadan ateş edebilecekleri bir tür şartlandırma eğitiminden geçirmektedir. İstatistik olarak dünya orduları arasında harcanan mermi başına adam öldürme oranında birincilik Amerikan askerlerindedir.

Sanılanın aksine satranç oyuncuları hamlelerini beyinlerindeki ince hesaplarla değil, duygularına göre yaparlar. Ancak duyguları geçmiş oyun tecrübelerine ve oyun öncesi etüdlere dayalı, uzman duygularıdır. Bu duygular büyük ustaları tahta üzerindeki bazı pozisyonların daha avantajlı olduğuna dair yönlendirmektedir. Egzersiz yaparak bütün duygular geliştirilebilir. Yani satrançta hafıza ile duyguların birlikte çalıştığını söyleyebiliriz. Bu durumda tüm varlıkların duygularını kullanarak karar verdiklerini söyleyebiliriz. Bütün bu duygular ise geçmişte yaşanan tecrübelerin anısından başka bir şey değildir.

E. M. Forster de “Roman Sanatı” adlı kitabında bir yapıta karşı duyduğumuz sevginin en önemli değerlendirme kriteri olduğunu söyler.

Bu yazdıklarımızdan duyguların mistik bir yönü olduğunu düşündüğüm sonucu çıkarılmasın. Bence tercihlerimize yön veren duygularımız tecrübelerimizin bir özetidir. Geçmişteki deneyimlerimizin çoğunu hatırlamasak da onların özeti demek olan duygularımızı hatırlarız.

Ancak, tek başına hafıza duygular demek değildir. Anıların, bir takım kimyasal maddelerle bağlantısı olmalıdır. Bunlar bize hoşluk veren, acılarımızı dindiren ve bizi heyecanlandıran bir çok kimyasal maddedir: Mutluluk hormonları ya da dopamin gibi… Tabi hoş olmayan anılar da tersi özellikteki kimyasallarla bağlantılı olacaktır.

Anılarımız hipokampüs denen bir organda depolanır. Duygularımız ise beynimizin iç kısmında yer alan duygu merkezlerinde oluşur. O halde hipokampüs, duygu merkezi ile bağlantılı olmalıdır. Duygu merkezimiz ise çeşitli kimyasal salgılarla bizi yönetir ve yönlendirir.

O halde bizim duygu dediğimiz şeyler aslında beynimizdeki bir takım ödül, karar ve caydırma mekanizmalarından ibarettir. Bu mekanizmanın görevi bizim hayatta kalmamızı sağlamaktır.

Sadece Bu Kadar mı?

glasses

Duyguların hayatta kalmamızı sağlamaktan öte bir anlamı yok mu gerçekten?

Elbette bu kadar basit değil; çünkü duyguların oluşmasında beyin kabuğumuzun da rolü var. Beynin yapısını “ilkel olan, mantıklı olan, duyguları oluşturan” vs. şeklinde birbirinden ayrı katmanlara bölemeyiz. Duygularımızdan düşündüklerimiz ve mantığımız da sorumludur.

Daha gelişmiş bir varlığın, daha ince duygulara sahip olacağını tecrübelerimizden biliriz. Hatta bir insanın gelişmişlik düzeyini sahip olduğu duygularının inceliğine bakarak belirlemek mümkündür. Gerçekten de “aydın duyarlılığı” diye bir şey vardır. Bunu iddia ederken elitçilik ya da snopluk yapmaya çalışmıyoruz; ancak tecrübeyle sabittir ki, kültür seviyesi ile duyarlılık arasında bir tür ilişki vardır. Okunan kitaplar, edinilen bilgiler, incelenen sanat eserleri kişinin duygularının gelişmişliğinin (duyarlılık) bir ölçüsünü verebilir. Elbette bu gelişmişlik, sadece şehirlilere özgü bir şey değildir. Bir köylü de kendi iç dünyasını zenginleştirmiş ve incelikli duyguları tatmış olabilir pekala.

Peki Ya Uzaylılar?

mars attacks

Evrendeki varlıklar arasında insandan daha gelişmiş olan türlerin bulunduğu muhakkaktır. Bu türlerle henüz karşılaşmasak da üzerinde spekülasyon yapabiliriz. Her canlının duyguları olacağı hemen hemen kesin gibidir. Bu seviyeye gelmeden önce bir tür alt varlık ya da hayvansal seviyeden geçmiş olmalılar. Yani alt düzey bir varoluştan evrimleşecekleri kesindir. Alt düzey var oluş, yani hayvan evresi, ilkel ve güçlü duyguların varlığı anlamına gelir. Aksi takdirde o türün hayatta kalması mümkün olamazdı.

Duygular cinsellik ve hayatta kalma gibi temel güdülere dayanır. Gelişmiş uzaylı bir varlığın bu tür duyguların ön planda olduğu bir geçiş dönemi yaşadığı kesindir. Sonuçta en üst varoluş seviyesine birden bire sıçramış olamazlar. Gelişmiş bir varlığın duygularının temelini oluşturan ilkel duygular, güçlü olmayacaktır. Bu duyguların milyonlarca yıllık evrim içinde yumuşayarak inceleceğini söyleyebiliriz. Duyguların incelmesi daha evrensel ve kuşkusuz daha mantıksal olması anlamına gelir. Söz gelişi, gelişmiş varlıklarda doğaya karşı gerçek bir sevgi duygusu ya da koruma refleksi oluşmuş olabilir. Belki de genel anlamda yaşama karşı bir tür duyarlılık geliştirmiş olabilirler. Bu tür duyguların nüvesine biz insanlar da sahibiz, ancak onu hayatımızın bir parçası haline getirecek kadar da geliştirememişiz.

Ancak, uzaylılar doğaya karşı güçlü duygular besleyeceklerdir. Doğayı ve canlıları koruma güdüsü, belki de bizim ebeveynlik güdümüz kadar güçlü, hatta belki ondan da güçlü olacaktır. Nefret, rekabet, kıskançlık gibi olumsuz duyguların da ya büsbütün yok olacağını, ya da hissedilmeyecek derecede körelmiş hale geleceğini düşünebiliriz. Bu durumda uzaylıların duygularını anlayabilir miyiz? Onların hissettiklerini kendi içimizde hissedebilir miyiz? Evet, ama kısmen…

ET

Her varlık, diğer varlığı ancak kendisinden yola çıkarak anlayabilir. Bizler, öz varlığımıza bile yeri geldiğinde yabancılaşabiliyoruz. Öyleyken, uzaylı bir varlıkla ne derece empati kurabiliriz? Bunu ancak kendi duygularımızdan yola çıkarak anlayamaya çalışabiliriz. Ancak, uzaylılarla bağ kurmamız sandığımız kadar zor olmayacaktır. Onları anlayabileceğiz, ama kısmen. Yine de sevginin evrensel bir duygu olma ihtimali vardır; tabi uzaylı ırkın eşeyli üreyen sosyal bir canlı olması şartıyla… Sosyallik, diğer varlıklara karşı bizi duyarlı kılar. Sosyal varlıklar tek başına yaşayamazlar. Başkalarının onayına ve sevgisine bağımlıdırlar. Bu durumda, sosyal bir uzaylı ırkın sevgi duygusuna sahip olmasını pekala bekleyebiliriz.

Cinsellik ise insanda hayal gücü ve güzellik hissinin temelini oluşturur.

Nefrete gelince… Nefretin de cinsellikle bağlantısı vardır. Üstünlük, üstün olma duygusu, genlerin aktarımıyla, yani cinsellikle bağlantılıdır. Kıskançlık da öyle… Bütün bu nahoş, ama güçlü duygular, hep karşı cinsle birleşme, yani üreme güdüsünden kaynaklanırlar. Oysa sosyal olmayan akıllı bir tür, hemcinslerine karşı o kadar da güçlü duygular beslemeyecektir. Sosyal olan türle, sosyal olmayan türü karşılaştırmak için kedi ve köpekleri örnek verebiliriz. Sosyal türler, mesela bizler, çoğunlukla grup halinde yaşar, yalnızlıktan hoşlanmaz ve her zaman bir liderin etrafında toplanıp boyun eğeriz. Oysa yalnız avcılar (kediler) ötekine bağımlı değildirler. Uzun yıllar boyunca yalnız kalabilirler. Onların ruhlarındaki sevgi duygusu daha çok yavru bakımıyla ilgilidir.

Clifford D. Simak, “Kent” adlı bilimkurgu romanında bu tür bir varlığı inceler. Bu varlık esasında bir insandır, ama sosyal güdüsünü yitirmiş bir mutant olduğu için, başkalarına ihtiyaç duymaz. Kendini başkalarına beğendirmek, başkalarının gözüne girmek ve grup içinde kendine bir yer edinmek için çabalamaz. Kendi kendine yeten, kendiyle tatmin olabilen bir özelliği vardır ve içine kapanık, ancak çok faal biridir.

BKK Yaratıklar - Alien

Bu tür bir varlığın gelişmiş bir sevgi duygusuna sahip olabileceğini sanmıyorum. Bu varlıkla karşılaşmamız da güçtür. Çünkü bizimle temastan kaçınacaktır. Belki onu bize çeken tek şey, merak duygusu olabilir. Öte yandan, böylesi bir türün psikopat eğilimler göstereceğini de sanmıyorum. Bu tür bir uzaylı türünü, ancak iyi bir anlaşma ile bizimle işbirliğine ikna edebilirdik.

Ayrıca, sosyal duygulara sahip olan bir uzaylı türü, kendiliğinden bizi bulacak ve yardım teklif edecektir. Bizi anlamak için çok çaba sarf edeceklerini sanıyorum. Hatta aramızda yaşayacak, en azından sürekli bir elçi bulundurmak isteyeceklerdir. Bizi anlamak için büyük bir gayret içine gireceklerdir. Çünkü sosyal türler, toplum için yaşarlar. Bu, gelişmiş evrensel bir galaksi toplumu da olabilir.

Üçüncü bir ihtimal de psikopat ve zeki bir tür olacaktır. Bilimkurgularda genellikle düşman türler bu yapıdadır. (Klingonlar, Goa’uld’lar vs.)

Ben, kişisel olarak psikopat türlere fazla bir şans tanımıyorum. Çünkü psikopatlığın öz-yıkımla bağlantısı vardır. Çoğu psikopat kendini ölüme sürükleyecek davranışlara girişir. Yani psikopat bir tür için intihar kaçınılmazdır. Evrenin dengesi sonsuza değin savaşa izin vermez.

Böceksi uzaylı türlerine gelince… Bu türün tam bir bilimkurgu klişesi olduğunu düşünüyorum. Ana kraliçe etrafında toplanmış, bireyselliği olmayan erlerden oluşmuş bir böcek uygarlığı kanımca mümkün değildir. Çünkü, sosyallik ancak bireysellikle desteklendiği zaman gerçek anlamda bir uygarlığa dönüşebilir. Sosyal böcekler, aslında bizim anladığımız anlamda sosyal değillerdir. Hatta bunlar bir grup bile değillerdir. Sadece ana organizmanın çok sayıda klonunun bir arada yaşamasından ibarettirler. Bu tür bir varlık, ileri derecede gelişemez. Yani uzaylı böcekler ne uzay yolculuğunu başarabilecek, ne de gelişmiş silahlar üretecek teknolojiye hiç bir zaman sahip olamayacaklardır. Tabi bu benim kişisel görüşüm. Demek ki böceklerden (bug, bugger) korkmamıza gerek yoktur. Bilimkurgu sinemasında bu türler genellikle arı, karınca ya da peygamberdevesi model alınarak hayal edilmiştir.

Peki Ya Robotlar?

duygusal robot

Robotlar ya da yapay zekalı varlıkların gelecekte çok önemli hale geleceği hemen hemen kesindir. Organik bir uygarlığın uzay boşluğunu aşarak bize ulaşması çok düşük bir olasılık olsa da robotik bir uygarlığın bize ulaşması, bizimle temas kurması çok daha yüksek bir olasılıktır. Hatta neden şimdiye kadar bizi bulamadıkları da bir soru işareti olsa gerek.

Robotların uzayda seyahati kolaydır. Kendilerini küçülterek minik uzay gemilerinde yolculuk etmeleri işten bile değildir. Yolculuk sırasında kendilerini kapatabildikleri için zaman sorunları da yoktur.

Belki de tek sorun evrenin büyüklüğüdür. Öylesine büyük bir hacmi kaplayan evren içinde, minik bir toz zerresinden ibaret olduğumuzu düşünürsek, trilyonlarca gezegen içinden en gelişmiş robotik uygarlığın bile bizi bulması milyonlarca yıl sürebilecektir.

Peki, bu robot uygarlığın duygularından ne haber? Hep hayal ettiğimiz gibi soğukkanlı, mantıklı psikopatlar mı olacaklar?

Hiç sanmıyorum. Daha önce de açıkladığım gibi, duyguları olmayan bir varlığın (ister organik, ister mekanik olsun) hayatta kalma şansı pek düşüktür.

Robotları düşünebilen organik efendiler mi tasarlayacak (mesela insanlar), yoksa bir yerden sonra onlar kendi kendilerini mi tasarlamaya başlayacaklar? İkinci ihtimal daha kuvvetlidir.

O halde, başlangıçta bir efendi uygarlık bulunmalı (insan gibi). Bu efendiler, robotları yaratmalıdır. Ancak, robotlara duygular eklemek zorundadır bu efendiler. Belli bir noktadan sonra, bilgisayarlar, yani yapay zeka, kendi kendini tasarlamaya başlar. İşte o zaman duygularını upgrade mi ederler yoksa ortadan mı kaldırırlar, söylemek zordur.

Ancak, duygularını upgrade etmeleri olasılığı daha yüksektir. Bu kastettiğim olay, Asimov‘da görülmektedir. Asimov’un evreninde robotlar hem kendilerini hem de efendilerini koruyan beyinlerine kazınmış 3 temel yasaya sahiptirler. Bunlar bir tür robot içgüdüsü gibidir. Bu üç yasanın robotların duygularını oluşturduğunu düşünebilirsiniz. Ancak, sonradan R. Daneel Olivaw ve R. Giskard Reventlov, bu üç yasanın yetersiz olduğunu düşünerek bir sıfırıncı yasa oluştururlar. Yani robotlar kendi kendilerini (duygularını) upgrade ederler.

irobot-10

Bu duyguları elbette tahmin bile edemeyeceğiz. Ama orada olacakları kesindir. Sanıldığının tersine, bu duyguların robotları saldırganca ya da psikopatça davranışlara, dolayısıyla da bir tür öz-yıkıma sürükleyeceğini sanmıyorum. Bu konuda Asimov gibi ben de iyimserim. Çünkü evrenin dengesi iyimserlikten yanadır.

O halde yakıp yıkan uzaylılar ve duygusuz, katı, katil robotlar gelecekte ortalığı kasıp kavurmayacaklar. Aksine, ya bizimle iş birliği yapan, ya da bizden ürkerek kaçan, çekingen türlerle karşılaşacağız. Üstelik bu türlerin robot olma ihtimali, canlı varlık olma ihtimallerinden çok daha fazladır.

Aslında hepimizi yöneten temel duygular sandığımızdan daha da basittir. Yine de duygularımız öylesine bilincimize hakimdir ve düşünme sistemimize öylesine yer etmişlerdir ki, onlarsız bir hayatı düşünemeyiz bile. Mutluluğumuzun duygularımızın varlığına bağlı olduğunu sanırız. Duygusuz bir yaratığın yerinde olmak istemeyiz. Ne de böyle bir yaratıkla karşılaşmak isteriz. Hatta böyle bir varlığın evrenin bir köşesinde bulunma ihtimali bile bizi rahatsız eder.

Böyle bir varlığı anlayamayacağımızdan korkuyoruz. Apatik (duygusuz) bir varlıkla karşılaşmak istemiyoruz. Çünkü böylesi bir varlığın otomatik olarak savaşçı ve saldırgan olacağını düşünüyoruz. Bana göre ise böyle bir varlıkla karşılaşma olasılığımız oldukça düşüktür.

Apatik, psikopat robotlara yem olmayacağız yani… Bu konuda boşu boşuna endişelenmemeliyiz.

Japonlar gibi animalist olmalıyız. Doğadaki varlıkları canlılar ve cansızlar, düşünebilenler ve düşünemeyenler, bilinçli olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayırmamalıyız.

Bir gün gerçek uzaylılarla karşılaştığımızda belki ilk anda şoka gireceğiz. Bekli de onları ilkin algılamakta bile güçlük çekeceğiz. Ama sonradan, alışacağız ve onları anlamak için büyük bir çabaya girişeceğiz.

Ancak, çabalarımıza değecektir. Çünkü sonunda onların duygularını hissetmeye başlayacağız. Belki de onları hissettiğimizi “sanacağız” sadece… Yine de evrenin çeşitli köşelerine dağılmış sosyal, asosyal; empatik, apatik; saldırgan, iyi huylu; organik ya da mekanik birçok türle tamamen benzer duyguları paylaşmakta olduğumuzu da göreceğiz.

Bütün bu sorular ancak uzaylı yaratıklar Dünya’ya geldiğinde ve bizlerle konuşmaya başladıklarında kesin olarak yanıtlanabilir.

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu bilgisayar yapay zeka

Bilimkurgu Yapımlarındaki Habis Bilgisayarlar #1

“Bilgisayarlar Eski Ahit tanrıları gibidir; bir sürü kuralları vardır, merhametleri ise yoktur.” – Joseph Campbell …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et