m4y4 kapak

Soluksuz Bir Kovalamaca: M4Y4

“Yangın başlatmak için büyük bir ateşe ihtiyaç yoktur. Bir kıvılcım dahi koca bir ormanı yakmaya yeter.”

Yüksel Yılmaz‘ın ilk kitabı M4Y4, salt bir bilimkurgu romanı olmamakla birlikte çeşitli türleri tek potada eritmeyi başaran tempolu bir kurguya sahip. Yılmaz, bilimkurgunun yanı sıra aksiyon, gerilim, polisiye ve dram gibi iddialı temaları bir araya getirerek adeta yazınsal bir güç gösterisinde bulunmak istemiş. Kuşkusuz bunda iyi bir okuyucu olmasının da payı büyük. Kaldı ki, büyükbabası Prof. Şerafettin Yılmaz’dan kendisine kalan en önemli mirasın bin kitaplık bir kütüphane olduğunu söylüyor. Bu kütüphanedeki kitapları okuyarak büyüyen ve küçük yaşlardan itibaren edebiyata ilgi duymaya başlayan yazar, geniş yelpazeli bir okuma deneyimine sahip. Kitap yazma hayaline ise henüz sekiz yaşındayken okuduğu Stephen King‘in “Gece Yarısını Dört Geçe” romanıyla kapılmış. Bu, aynı zamanda bilimkurguya duyduğu ilginin de miladı olmuş.

M4Y4, yerli edebiyatta örneğine pek sık rastlamadığımız sinematik anlatımıyla dikkat çeken bir roman. Romandaki her bölüm, adeta bir sinema sahnesi hassasiyetinde kurgulanmış. Karakter, mekan ve zaman geçişleri, okuru bir yandan merakta bırakırken diğer yandan da izleyici konumuna düşürüyor. Kurgusunu Amerika’dan İzmir’e, Nemrut Dağı’ndan Baltık Denizi’ne savuran yazar, karakterleriyle birlikte biz okurunu da sonu gelmez bir ölüm kalım savaşının içine itiyor. Bu açıdan bakıldığında, eserin kurgu bütünlüğü, karakter derinliği ve mekansal kuşatıcılığı oldukça tatmin edici nitelikte. Elbette bir ilk roman olmasından ötürü, diyalog yetersizliği ve cümle düşüklüğü gibi kimi aksaklıklar da göze çarpıyor. Ancak yazarın ileride hüner kazanacağını öngörmek zor değil. Dolayısıyla Yüksel Yılmaz, kariyeri takip edilesi yazarlardan biri olmayı kesinlikle hak ediyor.

“Bu adam tüm ülkelerin üstünde bir güce sahip. Kirli işlerinin ve şirketlerinin haddi hesabı yok. Tüm uluslararası güç birliği bu adamın elinde.”

Her şey, Doruk ve Judith adlı birbirinden binlerce kilometre uzakta yaşayan iki gencin aldığı gizemli postalarla başlıyor. Profesör Mark Martin tarafından gönderilen bu postalarda, sıra dışı bir virüse dair çeşitli bilgilerin yanı sıra şifrelenmiş bir yolculuk planı ve kayda değer miktarda para da var. Aynı zamanda MMRC adlı genetik araştırma şirketinin de sahibi olan Martin, biri Amerika’da diğeri Türkiye’de yaşayan bu iki gence, derhal bir araya gelmeleri gerektiğini ve büyük bir tehlike altında olduklarını söylüyor. Bu gizemli durum karşısında ne yapacağını bilemeyen gençler, ardı ardına gelişen olaylar sonucu bir araya gelmekten başka şansları olmadığını anlıyor. İstanbul’da buluşan çift, peşlerindeki tehlikeye aldırmaksızın Nemrut Dağı‘na yakın bir otele doğru yola çıkıyor. Burada Lisa adında ve tamamen Judith’e benzeyen bir kadınla karşılaşmaları sonucu ise dehşete düşüyorlar. Judith’in bir ikizi olmadığına göre, bu kadın da kim ve neden böylesi bir ölüm kalım oyununun içine hapsedilmiş durumdalar?

RSI şirketinin sahibi Nicola Roesch, güçlü nüfuzuyla tüm devletleri boyunduruğu altına almış bir düzen efendisi. Küçük adasında kurduğu hükümdarlığıyla sınırsız bir güce ve imkana sahip olan Roesch’un hedefindeyse artık Doruk ve Judith var. Üstelik Roesch’un baş adamı Ahmad ve tetikçisi Linn, çoktan gençlerin peşine düşüyor. Judith ve Doruk, bilinmezliklerle dolu ölümcül bir maceranın tam ortasında olduklarını fark ettiklerinde, kendilerini  geri dönüşü olmayan bir koşuşturmanın içinde buluyor. Dahası, Nicola Roesch’un ördüğü bu ölüm labirentinde kimse güvende değil.

“Fedakarlık … En zayıf noktanız. Ucuz kahramanlıklarla, ego dediğiniz ekosisteminizi besliyorsunuz sadece. Bedenleriniz gibi egolarınız da obezliğe meyilli. Her zaman daha fazlasını istiyor. Daha fazlasıyla besleniyor ve hiç doymuyor.”

İzmir‘in çörekotu kokan mutfaklarından kana susamış yeraltı mahzenlerine sürüklenirken, eser o güçlü akıntısıyla okurunu alıp götürmeyi başarıyor. Yazarın coşkun anlatımı; kurgudaki gizem, merak, gerilim ve bilimsel altyapıyla birleşince ortaya soluksuz okunabilen bir roman çıkarmış. Yazar, davranışları önceden kestirilemeyen karakterleriyle de yarattığı gerilimi sürekli beslemeyi beceriyor. Özellikle karakterlerin muğlak mizacı, okurun ilgisini her daim canlı tutan en önemli unsurlar arasında. Öyle ki, herhangi bir karakter için tümüyle iyi ya da kötü demek mümkün değil. Her biri o anki duygularına göre hareket eden gerçekçi ve inandırıcı tiplemeler. Ancak tüm bu derinliklerine rağmen, karakterlerin birbirleriyle olan diyaloglarında yer yer yavanlıklar da göze çarpıyor. Yazar bu eksikliği, yarattığı yabancı karakterlerin varlığıyla örtmeye çalışsa da, diyaloglar kimi zaman arka planda gelişen olayların hissettirdiklerini yansıtmaktan uzak kalıyor.

Diğer yandan, eserdeki bazı kilit noktaların izahatları tatmin edici düzeyde değil. Kitabı okuyup bitirdiğinizde bile, pek çok konunun mecburi bir sis perdesiyle geçiştirildiğini duyumsuyorsunuz. Ancak bunun, editöryal bir kırpmadan doğduğu da fark edilebiliyor. Ne yazık ki bilimkurgu, yerli yayın camiası tarafından ayakları üzerinde durabilen bir tür olarak görülmüyor ve pazarlama stratejilerine uygun bir şekilde eserlerin yan temalarla desteklenmesi bekleniyor. Hal böyle olunca pek çok yerli yazar, anlatmak istediği bilimkurgu hikayelerini gerilim, korku, polisiye ya da aksiyon gibi bilindik türlerle harmanlamak zorunda kalıyor. Hiç kuşkusuz bu durum, yerli bilimkurgu edebiyatımızın önündeki en önemli sorunlardan biri. Elbette bu sorunun aşılabilmesi ve bilimkurgu edebiyatımızın gelişebilmesi için en az yayınevleri kadar bilinçli bir okur kitlesine de gereksinim olduğu çok açık. Söz konusu makus manzara, ne yazık ki Yüksel Yılmaz’ın M4Y4 romanında da kendini göstermiş ve yazar büyük olasılıkla hayalindeki kurguyu yayınevine kabul ettirememiş. Bu da eserdeki kimi noktaların havada kalmasına neden olmuş.

Tüm bu ufak tefek sıkıntılara rağmen, M4Y4 son zamanların en kayda değer yerli bilimkurgu romanlarından biri. Destek Yayınları etiketiyle piyasaya sürülen eser, yazarın sonraki işleri için son derece olumlu sinyaller taşıyor. Özellikle bir ilk roman olduğu da düşünülürse, ortaya konan ürünün umut verici nitelikler barındırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Romanı okurken, Doruk ve Judith’in sürüklenişine kapılıyor, bir ölüm makinesi olan Linn’in hünerli elleriyle dehşete düşüyor, Ahmad’ın vicdani hesaplaşmalarıyla yüzleşiyor, Pavel’in ayyaşlığıyla eğleniyor, Profesör Mark Martin’in çaresizliğiyle kahroluyor ve Nicola Roesch’un güce duyduğu açlığıyla da ürperiyoruz… Yüksel Yılmaz, tüm o keskin hatlarına karşın dramatik gelgitler yaşayan karakteriyle hepimizin insani özüne ayna tutuyor.

Sonuç olarak M4Y4, iz bırakan karakter yaratımı ve Dünya’nın da ötesine taşan özgün kurgusuyla türü seven herkesin zevkle okuyacağı bir eser.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

cozulme kapak

Bilimkurgu ile Popüler Edebiyat Kesişiminde: Çözülme

Türkiye’de bilimkurgu okuru yerli edebiyat sevmez, Türkçe edebiyat okuru da bilimkurguyla pek ilgilenmez diye düşünülür. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et