“İnsan çalışmasının ürünü gelip geçicidir ve deniz dalgalarındaki köpükler gibi birden yok oluverir… Günün birinde bütün o çalışmaların sonucu ortadan kaybolmuş ve insanın yaptıklarını silip süpürerek onu yeniden ilkel yaşam dalgası içine sürüklemiştir.” (syf. 16-17)
1910 yılında Jack London tarafından yazılmış, bir post-apokaliptik kısa roman Kızıl Veba. Orijinal adı The Scarlet Plague olan roman, ilk olarak 1912’de London Magazine’de tefrika edilmiştir. Kitap hali ise 1915’de Macmillan’dan çıkmıştır. Türkiye’de Zühtü Bayar’ın hazırladığı, 1999 tarihli Kıyametten Sonra derleme kitabında Kıyametten Sonra adıyla yer alırken; 1996 senesinde ise Yalçın Yayınları’ndan Eray Canberk çevirisiyle Kızıl Veba adıyla yayımlanmıştır. Ben de romanı Dünyaya Düşman Olan Adam, Garip Bir Belge Kalıntısı, Marc O’Brien’in Kaybolması öykülerinin de yer aldığı, bu kitaptan okudum.
Kızıl Veba, bir dedeyle üç torunu arasında geçen kısa bir macera niteliğinde. Dedenin Kızıl Veba hastalığını ve insanlığın geçmişteki halini torunlarına anlatması romanın ana çerçevesini oluşturuyor. Kitap, 2073 yılında insan medeniyetinin yok olduğu, ilkçağlara geri dönüldüğü bir zamanda başlıyor. Edvin, Hou Hou ve Yarık Dudak adlı üç torunun dedesi olan James Howard Smith, Kızıl Veba’nın ortaya çıkışını anlatıyor. Dede ile torunları arasında doğal olarak nesil farkı değil koskoca bir medeniyet farkı oluşuyor.
2013 senesinde ortaya çıkıyor Kızıl Veba. Dede Smith, o zamanlar San Francisco’da bir üniversitede İngiliz Edebiyatı Profesörü. New York’ta baş gösteren Kızıl Veba hastalığı, ismini hastalığa yakalanan insanların yüzlerinin ve vücutlarının kızıl bir renk almasından alıyor. Hastalık, bulaştığı insanı birkaç saatte öldürüyor ve hasta olan hiçbir insan kurtulamıyor. İlk başta bacaklarda başlayan bir uyuşma, yavaş yavaş kalbe doğru ilerliyor ve kalbe ulaştığında hasta, hayatını kaybediyor.
Önceleri sıradan bir hastalık olarak görülen ve göz ardı edilen Kızıl Veba, bütün dünyaya çok kısa sürede yayılıyor. Bir ilaç geliştirilemeden tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Modern yaşam sona erdiğinde, James Howard Smith ve üniversite çalışanları ile onların yakınları bir Kimya okuluna sığınıyor. Yanlarında erzak ve silah da götüren dört yüz kişi okulda hayatta kalmaya çalışıyor. İlk günlerde başarılı oluyorlar; ancak Kızıl Veba’nın onlara da bulaşması tüm planları alt üst ediyor. Hastalıktan ölen insanlara mezar olan okulu terk etme kararı alıyor geriye kalan kırk yedi kişi. Ancak kısa sürede kırk yedi kişinin kırk altısı hayatını kaybediyor ve hayatta kalan tek kişi Profesör Smith oluyor.
Üç yıl tek başına yaşayan Profesör sonunda hayatta kalmayı başarmış insanlarla karşılaşıyor ve onlara katılıyor. Onar, yirmişer kişilik boylar şeklinde hayatını sürdürmeye devam ediyor az sayıdaki insan. Profesör, eskiden sıradan bir işçi olan Ateşçi‘nin yönettiği boydan ayrılıp, Santa Rosa boyuna katılıyor ve onlarla yaşıyor.
Sosyalist bir yazar olan Jack London, bu eserde günümüz dünyasını ve kapitalist düzeni eleştirmekten de geri durmuyor. Kızıl Veba’nın medeniyeti yok etmeden önceki zamanları şöyle anlatıyor dede: “O zamanlar, yiyecek üretenlere kuramsal olarak ‘özgür insanlar’ denirdi. Ama gerçekte bunlar özgür değillerdi. ‘Özgürlük’ lafta kalıyordu. Bir yönetici sınıfı vardı. Topraklara ve aletlere, makinelere sahip olan oydu. Üreticiler yönetici sınıf için canla başla çalışırlardı.” (syf. 25)
Dede, ilkçağ insanlarından farklı olmayan torunlarını bazı konular hakkında uyarmayı da ihmal etmiyor: “Önce kendilerine doktor diyen şarlatanlardan ve büyücülerden sakının. (…) Büyücülüğe, üfürükçülüğe inanmak ilkelliktir. Çevremde boş inançların yürürlükte olduğunu ve her geçen gün yayıldığını görüyorum.” (syf. 78)
Bir umutla Dede, torunlarına bilimsel ipuçları da veriyor. Tarihin tekerleğinin ileriye doğru hızlıca dönmesini umut ediyor. Buhar gücünü, elektriği ve alfabeyi onlara anlatmaya çabalıyor. Son olarak, bulduğu kitapları bir mağaraya sakladığını, vakti geldiğinde ve medeniyet tekrar yeterince gelişme kaydettiğinde, o kitaplardan faydalanmaları gerektiğini söylüyor.
“Demek ki, tarih aynı biçimde yeniden başlayacak. İnsanlar çoğalacak, sonra birbirleriyle kavgaya tutuşacak, hiçbir şey buna engel olamayacak. Barutu yeniden icat ettiklerinde binlerce, milyonlarca insan birbirlerini öldürecek. Ve işte böylece, kan ve ateş içinde yeni bir uygarlık oluşacaktır.” (syf.81)
Hazırlayan: Ruhşen Doğan Nar