Uzaya Daha Uzağa

Uzaya Daha Uzağa | Batuhan Özcan (Kısa Öykü)

Venetia Burney, o gece bahçelerinde dedesinin hediye ettiği teleskopla yıldızları gözlemliyordu. Tüm kasvetli gök cisimlerinin içinde onun bir numarası Kuiper kuşağındaki bir cüce gezegendi. Nitekim 1 yıl önce, henüz 11 yaşındayken resmi olarak ona bir Tanrı’nın ismini vermişti. Venetia, uzayın derinliklerine dalmışken arkasından gelen bir oğlan sesi, “Güzel teleskop,’’ dedi. Kendisine oldukça bol gelen kahverengi palto giymiş çocuğa döndü. Kapüşonundan yüzü görülmüyordu.

‘’Teşekkürler,’’ dedi korktuğunu gizleyerek. ‘’Sen de kimsin?’’
‘’Hemen yanınızdaki evde oturuyorum. Plüton’a ismini veren sensin değil mi?’’
‘’Evet,’’ dedi Venetia gülümseyerek.
‘’Benim geldiğim yerde sahip olduğumuz şeylere isim veririz. Gördüğümüz kadarıyla burada da öyle.’’

Bu ima Venetia’nın hoşuna gitmişti. Çok sahiplendiği Plüton’u kendisine ait gibi hissediyordu zaten.

‘’Evet, burada da öyle,’’ dedi yabancı çocuğa. Oldukça soğuk ve robot gibi konuşuyordu, acaba nereden gelmişti?

Çocuk, ‘’O zaman sana bir hediyem var,’’ dedi ve cebinden mor ışık saçan bir top çıkardı. ‘’Gözlerini kapa,’’ dedi ve Venetia’yı birkaç saniye bekletti.

‘’Tamamdır açabilirsin. Artık gezegenini rahatlıkla gözlemleyebilirsin, tüm yönetimi ve hakları sana ait!’’

Venetia teleskobun camından baktığında gerçekten doğrudan Plüton’u görüyordu, hem de çok daha net bir şekilde.

‘’Vay canına bu işten anlıyorsun!’’ dedi Venetia. Çocuk, ‘’Peki, gezegenini biz de inceleyebilir miyiz?’’ dedikten sonra ‘’Ben de,’’ diye düzeltti. ‘’Dilinize yeni alışıyorum da.’’ Venetia, ‘’Tabii ki inceleyebilirsin,’’ diyerek teleskobun önünden çekildi. Ancak çocuk teleskoba yaklaşmadı bile. Tek kelime etmeden, yalnızca oradan uzaklaştı.

2038

Mika, çekik gözlerini araladı ve gördüğü ilk şey içinde bulunduğu kapsülün buğulu camının ardındaki ışıktı. Yüzünü hareket ettirebilse gülümseyecekti ancak 250 gündür donmuş vaziyette seyahat ettiği yaşam ünitesinde yeni uyanmıştı. Uyuşmuş kaslarının biraz zamana ihtiyacı vardı sadece.

Bir süre sonra daire şeklindeki odayı çevrelemiş 6 kapsül birlikte açıldı. Serumlarla bağlantılar kesildi. Uyanış aşaması için verilen ilaçlar zinde olmalarını hatta ayakta durmalarını sağlıyordu. İlk ses Mika’nın solundan geldi. Kendi dilinde ‘’Vay anasını!’’ dedi genç Rus adam. Hemen karşısındaki kapsülden çıkan tecrübeli Fizik profesörü Mandy sırayla parmaklarını avuçlarken ‘’Kalkma zamanı! Herkes iyi mi?’’ diye sordu.

Mika, projeye katılmadan önce ekibindeki 5 kişinin de sicilini okumuştu. İsim, yaş, eğitim, meslek, ülke… Hepsinden haberdardı. Yedeklerden fazladan para verebildiği için seçilen bir grup insan dondurularak getirilmişti. Ayrıca as seçilenlerin içinde birçok vasıfsız maceraperest varken yedeklerde harika insanların olmasını da saçma buluyordu. En azından diğerleriyle aynı havayı solumadan gelmişlerdi ve bunun çok daha iyi olduğunu düşünüyorlardı. Alt tarafı 250 gün uyumak hiç sorun değildi onlar için. Marsta ölecek olmanın mutluluğu, buraya canlı ulaşmış olmak…

Son iki kapsül arasındaki kapının üzerinde bir ekran vardı. Tiz bir ‘’gong’’ sesinin ardından yazı belirdi: ‘’Sizin için küçük, insanlık için büyük bir kapı.’’

Bu espri keyifleri biraz daha yerine getirmiş, kendilerine olan güveni arttırmıştı.

Mandy: ‘’Evet, buraya çoktan adapte olmuş arkadaşlarımızla tanışmaya hazır mısınız bakalım?’’ diye sordu.

Kendilerinden önce oraya gelen bir ekip ve kendileriyle birlikte gelen bir ekip daha vardı sonuçta. Mika ise bir yandan insanları hatırlamakla meşguldü. Şu kısa saçlı adam Garry, Alman bir makine mühendisiydi mesela. Astrofizikçi Rus’un ismi Evgeni’ydi.

Siyahi Amerikalı Paul, kapıyı yanındaki tuşa basılı tutarak açtı. Geniş, yuvarlak bir hole çıktılar. Kontrol noktasına benziyordu, kapılar ve nereye gittiği belli olmayan uzun bir koridor vardı. Hemen yakınlarında da dev bir ekran duruyordu.

Ortamı keşfetmek için biraz bakındılar. Uzun beyaz saçlı, bezmiş görüntüsünün altından hafifçe gülümseyen yaşlı adam Dave, duvarda asılı bulduğu üssün kuş bakışı yerleşim planını eline aldı. Evgeni, planı ondan çekip etrafına göz gezdirdi. ‘’Tüm kapıları açıp bakalım ama burada geniş bir insan kolonisi için yeterli alan olduğunu sanmıyorum.’’

‘’Şu koridordan gitsek?’’ diye karşılık verdi Mika. ‘’Daha geniş bir koridora açılıyor.’’

‘’Evet orası dışarı çıkıyor çünkü,’’ dedi Evgeni plana bakarak. ‘’Hatta uzay giysileri için oda ayarlamışlar. Ayrıca mutfağımız ve laboratuvarımız bile var.’’

Paul çoktan diğer kapıları açmaya başlamıştı. Evgeni devam etti: ‘’Bakın acil bir durum olmadığı sürece tüm koloninin birlikte dışarı çıkacağını san…’’

Ekranda hareketlenmeler başlayınca dikkatler oraya yoğunlaştı. Görüntü geldiğinde Mars One projesinin girişimcisi

Bas Lansdrop ve bir adam kameranın önünde duruyordu. Arka planda dev bir cam küre görülüyordu.

‘’Herkese merhabalar ben NASA’dan Josh Hoffman. Görevinizin kayıpsız ve en başarılı şekilde sonlanması için size yardımcı olacağız.’’

Paul, farklı giden bir şeyler olduğunu anlayıp çoktan olasılıkları düşünmeye başlamıştı. Bir şeyi teyit etmek istercesine adamın sözünü kesip, ‘’Bas, görmeyeli biraz çökmüş görünüyorsun. 10 yaş yaşlanmış gibisin,’’ dedi gayet dinç ve eskisi gibi görünmesine rağmen.

Bas, ‘’Sekiz,’’ dedi sakince.

Paul, yanındakileri süzdü ve başını salladı. ‘’Nereye yolladınız bizi!’’

Josh: ‘’Eğer izin verirseniz…’’

Paul hala diretiyordu: ‘’Böyle bir şeyden haberdar olmamız gerekir, yedek olmamız aynı zamanda denek olmamız anlamına gelmez.’’

Josh: ‘’Siz yedek değilsiniz. Projenin güvenliği için öyle görünüyordunuz. Kurabildiğimiz en iyi kadroyu kurduk. Ve hayır denek de değilsiniz, sizi Dünya’ya geri getireceğiz. Plüton’daki ilk insanlar olmanın tadını çıkarın.’’
Dave, bu laftan sonra kamburunu da alıp mutfağı keşfe gitti. Erzakları atıştırmak daha cazipti onun için.
Bu kez tartışmaya Evgeni katıldı: ‘’Dalga mı geçiyorsunuz? Buraya kadar tesis yollayabilmeniz bile mucize. Bir de kalkış platformu mu kuracaksınız?’’

Josh: ‘’Kurduk bile. Koridordan sola dönerseniz dışarı, sağa dönerseniz uzay aracına…’’

Josh, tuhaf bakışlar üzerindeyken arkasına döndü ve ‘’Çalıştırın,’’ dedi. Motor seslerinin gürültüsü ile kürenin tam ortasında beliren cılız, mor bir ışık; ani bir patlama ile büyüyerek resmen prototip bir yıldıza benzedi. Josh kamerayı eline alıp cam küreye doğru yaklaştı. Kubbe şeklinde tavanı olan, gözlemevine benzer büyük bir mekandaydılar.
‘’Mor ötesine geçin!’’ diye seslendi ve ortam loş bir hal aldı, mor ışık da yok oldu. İçeriyi aydınlatan diğer lambalara giden güç hayli azalmıştı.

Josh: ‘’Şu an kürenin içi tamamen karanlık enerji ile dolu, hatta etrafını da sarıyor. Yalnızca gözümüz algılayamıyor. Şunu görüyor musunuz?’’ dedi her yerine kablo bağlanmış teleskopu göstererek. ‘’Yıllardır 51. bölgede duruyordu.’’

Kürenin tam önündeki teleskop, tavanda açılmış yuvarlak pencereden gökyüzüne bakıyordu. Ön camdan çıkan bir ışık huzmesi, gökyüzüne doğru uzanıyordu.

‘’Bu teleskoptan baktığımızda yalnızca Plüton’u görebiliyorduk. Nereye çevirirsek çevirelim yine onu buluyor. Ancak en ilginç özelliği bu değilmiş. Teleskop düzensiz bir rezonansta gama ışını yayıyordu. Onu kontrol altına almaya çalışırken ne tür bir enerji kaynağı olduğunu keşfettik. Yalnızca Plüton’u değil, gezegenin etrafını saran karanlık enerjiyi de görmemizi sağlıyor.’’

‘’Yani aslında küreye aktardığınız şey teleskopta gizlenen enerjinin açığa çıkmış hali,’’ dedi Evgeni.

‘’Öyle. Gök cisimlerinin etrafında kütle çekim sayesinde yoğunlaşan karanlık enerjiyi de kanıtlamış olduk. Şu an bulunduğunuz gezegenin etrafını saran karanlık enerjinin bir yansıması önümüzde duruyor. Tıpkı elektronun aynı anda iki yerde bulunabilmesi gibi.’’

‘’Buraya nasıl kolayca üs gönderebiliyorsunuz hala anlamadım.’’
‘’Birleştirdiğimiz basit parçaları kürenin içine yolluyoruz. Özel mimari yazılımları ile bilgisayardan parçaları birleştiriyoruz. Tıpkı 3B yazıcı gibi işliyor. Ortalama 9.500.000.000 km ötede yazıcıdan çıkıyor benzetmesi yapabiliriz. Burada mesafenin bir önemi yok artık.’’
‘’Gezegenler arası veri aktarımı ha?’’ dedi Evgeni. ‘’Karanlık enerjiyi bu kadar kolay kontrol altına alamazsınız ki, bunu aklım pek almadı açıkçası.’’
‘’Kontrol altına alan teknoloji bizim çok üstümüzde zaten. Biz yalnızca onunla oyun oynayan tarafız.’’
Paul, ‘’Peki bizden ne istiyorsunuz?’’ diye sordu.

Josh, ‘’Görüntüyü ekrana verin,’’ dedi ve uzaydan Plüton’a yaklaşan bir animasyon göründü. Gezegenin üzerindeki meşhur kalp lekesinin sağ üst tarafına doğru hızla yakınlaştı. Bu kuş bakışı görüntüyü ekranın dörtte birine yerleştirdiler.

‘’Soldaki sizin üssünüz. Diğerleri ise birer oda büyüklüğünde sondaj amaçlı kullanılan birimler. En yakını kapınızdan 10 metre ileride ancak yerçekimi Dünya’nınkinin 1/20’si olunca o kadar da kolay değil. Uzay giysilerinizin bileklerinde küçük ateşleyiciler var. Onları kullanarak daha rahat ilerleyebilirsiniz. Ancak size çok hız katmayacaktır. Denge sağlamak için idealler.’’

‘’Sondaj için neden dışarı çıkıyoruz ki? Bizim üssümüze kursanız olmaz mıydı?’’

Josh, ‘’Güzel bir nokta’’ dercesine başını salladı ve konuştu: ‘’Aa… Sorun şu ki, onları koyan biz değiliz. Zaten vardılar.’’

Yeni bir zeki canlı türüyle karşılaşma olasılığını bırakın yarattığı bir yapıyı görecek olmak bile Dave hariç herkesin adrenalin ve kortizol miktarını arttırmaya yetmişti.
Paul, eskisi gibi gür çıkmayan buruk sesiyle sordu: ‘’Neyi sondajlıyorlar?’’

Josh: ‘’Altınızda dev bir yaşam kaynağı var. Derinlerdeki sıvı nitrojenin içinde geliştiğini düşünüyoruz ve Plüto şartları canlılık için gerçekten çok çetin. Bu da karşımıza çok uzun ömürlü, dayanıklı canlılar; bir o kadar da adapte olmak için hızlı evirilen bir yaşam ağacı çıkartıyor. Sizden istediğimiz onların çıkardığı organizmaları alıp üsse getirmeniz.’’

‘’Hırsızlık yani,’’ dedi Mika.

Josh başını kaşıdı, ‘’Arkadaşının menüsünden 1–2 patates araklamak gibi düşün. Bu suç mudur?’’
‘’Arkadaşımız ve insan olmadıkları için verecekleri tepkiyi veya hukuk anlayışlarını bilemeyiz.’’
Evgeni araya girip; ‘’Saçma pürüzlere takılmazsak seviniriz,’’ diye herkes adına konuştu. Mika buna kayıtsız kalmadı, ‘’Demek saçma? Galaksiler arası hukuk okudunuz sanırım? Dünyamızın ülkeleri arasında bile birebir aynı işlemeyen etikten bahsediyoruz.’’

Josh devam etti: ‘’Temel amacımız bu canlıların enzimlerini kullanarak üstün yenilenme yeteneklerini ve hücre artıklarını temizleme yöntemlerini kendimize aktarabilmek. İnsanlığın kaderini değiştirebilirsiniz. Yüz yaşındaki insanları yaşlı olarak anan son nesil olabilirsiniz. Şimdi dinlenin ve hazır olunca aranızda bir plan yapıp şu işi bitirin. Size güveniyoruz.’’

Bir haftada olabildiğince yeri kurcalayıp bulundukları yere iyice alıştılar. Artık birbirlerini daha iyi tanıyorlardı ve genetik mühendisi Paul, Mika’nın biyokimya öğrencisi olduğunu henüz yeni öğrenmişti. Birlikte laboratuvarı merakla bekledikleri misafirleri için hazırlıyorlardı. Dave ise dışarıda tartışıyordu. Aralarındaki en yaşlı kişi olduğunu ve onu feda edebileceklerini, göreve kendisinin de gitmesi gerektiğini söylüyordu. Bir süre sonra elinde elmayla laboratuvara girip Mika ile Paul’ü izlemeye koyuldu. ‘’Acaba benim yerime kim gelecekti?’’ dedi kendi kendine.

Mika: ‘’Buraya yanlışlıkla geldiğini mi düşünüyorsun?’’ dedi mikroskobun lamelini yerleştirirken.
Dave: ‘’Mars’a yalnızca ölmek için gitmek istiyordum.’’
Mika: ‘’Eski bir İngiliz rock grubunda gitaristtiniz öyle değil mi?’’
Dave: ‘’Evet, bu görev için en saçma insanım.’’
Mika: ‘’Belki 6’yı tamamlamak için öylesine almışlardır,’’ dedi gülerek ve başını kaldırıp ekledi. ‘’Karşıdaki dolapta öylece bir gitar yatıyordu. Seni de düşünmüşler yani.’’

Evgeni ve Mandy uzay giysilerini giydiler. Garry daima onlarla irtibat halinde olacaktı. Tek yapmaları gereken dümdüz ilerleyip NASA’nın verdiği şifreyi kapının kilidine girmekti. Garry ilk kapıyı açtı. İki kapı arasında yavaşça basınç değişimi gerçekleşti ve diğer kapı da açıldı. Güneş’ten gelen zayıf ışık, yerdeki buzlara çarpıp etrafa dağılıyordu.

Ve kendilerini Plüton’a bıraktılar.

Garry, ‘’Yaşadığınızı söyleyin,’’ dedi.
Mandy: ‘’Bu harika bir şey Garry, yaşamayan sensin.’’

Tam tepelerinde uçuşan, beyaz dev tırtıllara benzeyen şeyler Mandy’nin dikkatini çekti. Sanki birisi kardan sosis yapıp gökyüzüne bırakmıştı. ‘’Mükemmel bir hava olayıyla karşı karşıyayız.’’

Sondaj biriminin kapısına güvenli bir şekilde ulaşmayı başardılar ve içeri girdiler. İçeride yapay yerçekimi etkindi. Tam ortada, yerden tavana kadar uzanan silindirin içinde yukarı-aşağı hareket yapan bir piston vardı. Duvarları saran borular altlarındaki tüplere sıvı damıtarak dolum yapıyordu. Mandy bir tüpü alıp kapağını kapattı. ‘’Kaç tane alıyoruz?’’ diye sordu.

Evgeni: ‘’1 tane bile yeter, ama ne olur ne olmaz fazla alalım.’’

Evgeni o sırada yerde bulduğu parçalanmış uzay inceleme robotuyla ilgileniyordu. Üzerinde NASA simgesi vardı.

‘’Demek bununla öğrendiniz her şeyi,’’ dedi içinden. Robotun hafızasının bulunduğu parçayı bir elinde aldı, diğer eline de dolu bir tüp…

Tüm ellerini doldurup dışarı çıktılar.

Mandy’nin ilk fark ettiği şey daha alçaktan uçan, daha hareketli kar sosisleriydi. Evgeni önden gidiyordu. Yolun yarısına geldiklerinde beyaz sosisler etraflarında çember çizmeye başladı. Her şey aniden oldu. Mandy bir anda ağırlaştığını hissetti. Her yerinden darbe alıyor, yılan gibi hareket etmeye başlayan şeyler üstlerine çullanıyordu. Bu bir hava olayı değildi, sadece Plütonlu hayvanlardı. Onlardan uzaklaşabilmek için ayak bileğindeki küçük roketleri ateşleyen Evgeni ise hemen önünde mücadele veriyordu. Bir süre sonra Mandy’nin gördüğü tek şey karanlıktı.
Evgeni elindeki robot parçasını kapıya doğru fırlattı. Parça süzülerek ilerliyor, Evgeni ‘’Acil durum!’’ diye bağırıyordu. Garry ilk kapıyı açtı, robot parçası içeri girdi. Evgeni bir yandan etrafını saran yaratıklarla birlikte kapıya ulaşmaya çalışıyordu. Gittikçe hızı azalıyor, üzerindeki ağırlık artıyor, yere doğru çöküyordu. Ardından diğer elindeki tüpü fırlattı. Tüp, kapıya doğru ilerlerken Evgeni’nin üstündeki hayvanlar onu bırakıp tüpün peşine takıldılar. Önden gidenler ise tüpe çarpıp daha hızlı ilerlemesine sebep oldular. Yeme üşüşen balıklar gibi peşinden gidiyor, sanki tüpün içindekini yemek istiyorlardı. Çoktan tüple birlikte ilk kapıyı geçtiler ve Evgeni tekrar ayağa kalkıp roketlerini ateşledi. Daha hızlı şekilde kapıya ilerlerken bir yandan Mandy’ye ‘’Tüpü fırlat ve hayatta kal! Herhangi bir yere!’’ diye bağırdı. Kapıya ulaşıp son düzlüğü sırtını dönerek aldı ve Mandy’ye baktı. Gözükmüyordu. ‘’Блядь!‘’

Evgeni bir sürü Plütonlu tırtılın arasında zar zor duruyordu ve Garry’ye seslendi. ‘’İkinci kapıyı kapat.’’ Basınç farkıyla birlikte hepsi tuzla buz oldu. Muhtemelen gerçek anlamda.

Mandy ile tüm iletişim kopmuştu. Telsizine sinyal bile gönderemiyorlardı. Elde kalan mikroorganizma dolu bir tüp ve 10TB’lık hafızaydı.

Canlılar Mika’nın da tahmin ettiği gibi azot kökenliydi. Hücre tipleri farklı da olsa bir sitoplazma içinde düzenleniyordu her şey. Bu gayet yeterliydi ilk aşama için.
Garry robotun hafızasını bilgisayara bağlamış, müzik eşliğinde içindekileri inceliyordu. Dave ise köşede oturmuş gitarıyla ona eşlik ediyordu.

Evgeni gelip ‘’Ee ne varmış içinde?’’ dedi.
Dave: ‘’Yarım saattir dinlediklerini saymazsak; daha pek çok müzik ve Rönesans ressamlarından tut 21.yüzyıla kadarki sanatçıların eserleriyle dolu. Bilim ile kat ettiğimiz yolda öğrendiklerimiz… Hepsi burada.’’
Evgeni: ‘’Bir nevi insan kimliğimiz, evrende bıraktığımız iz. NASA yolladığı çoğu uzay materyaline bunları kaydediyor zaten.’’

Ne varsa toparlayıp gitmek için hazırlandılar. Uzayda ölmek isteyen Dave hariç herkes uzay giysilerini giydi ve dev ekran kendiliğinden açıldı. Görüntü tamamen yeşildi. Paul, ‘’Dünya’dan mı bağlanıyorlar?’’ diye sordu ve ekranda alt alta yazılar belirdi.

‘’Algılanan dil: İngilizce
Kaynak: Dünya’’
‘’Olası ırk: İnsan. İnsan olduğunuzu kanıtlayın. Aksi takdirde buradan gidemezsiniz.’’

Evgeni: ‘’Ne kanıtı yahu! Bu ne anlama geliyor?’’
Mika: ‘’Hırsızları sorguladıkları anlamına… Neydi o kelime? Saçma bir pürüz.’’
Uyarıyı tekrarladılar. Elinde gitar, oturduğu yerden olanları izleyen Dave, bol arpejli bir şarkı çalmaya başladı. Bununla birlikte ekranda bir yükleme ekranı açıldı. Bittiğinde şöyle yazıyordu:
‘’Irk: İnsan.’’
Paul, Dave’e doğru kollarını açıp iki eliyle ‘’like’’ işareti yaptı. Sanat, önce insanlığa daha sonra onlara bir kimlik sağlamıştı.
‘’Araştırma izninizi gösterin.’’
Evgeni’nin ‘’Bakın bu saçmalık işte. Evrensel olarak geçerli izni kim verebilir? Siz belgenizi gösterin,’’ demesiyle iki çocuk arasında geçen bir ses kaydı başladı.
‘’Güzel teleskop,’’
‘’Teşekkürler, sen de kimsin?…’’
Kayıt, ‘’ …tabii ki inceleyebilirsiniz.’’ ile sona erdi.

Paul, ‘’Bırakın bunları gidiyoruz,’’ dedi ve koridora yöneldi.
Bununla birlikte gelen bir patlama gürültüsü ile her yer çalkalanmaya başladı. Fırlatma platformunun çıktığı koridordan gelen dumanlar içeriyi doldurdukça nefes almakta ve önlerini görmekte zorlanıyorlardı. Sarsıntıyla birlikte yangın alarmı bağırırken, herkes bir köşede imha edilen dönüş biletinin dumanlarını solumamak için uğraşıyordu. Garry ise daha önce incelemek için giysilerden çıkarıp kendini güncellemekten alıkoyamadığı 2 roketi, mikroorganizma tüpünün yanlarına takmakla uğraşıyordu. Ateşleme gücünü ve hızlarını arttırmıştı. Garry, ‘’İsteyen benimle gelsin, nasıl ölmek isterseniz…’’ dedi ve bir uzay giysisini giyip dışarı çıktı. Roketleri özenle dik bir şekilde yere yerleştirdi ve ateşledi. Atmosferi kaplayan karanlık enerji, artık NASA ile olan tek bağlantıydı. Tüpler dik açıyla doğru gökyüzüne, Dünya’ya yaşam vermeye gidiyordu.
‘’Karanlık enerjiye emanet ol. Plüton yüzeyindeki kalp seninle olsun.’’

1930

Venetia, tanıştığı gizemli çocuğu düşünerek gezegenini, teleskobunun yeni haliyle seyrediyordu. Camına küçük bir kalp çizdi. Bıraktığı izin evrendeki büyüklüğünün farkında olmadan…

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gezegen astronot uzay

İmkânsıza Yakın | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

O gün, gezegene inişimizin on dördüncü günüydü. Son birkaç gündür yaptığımız gibi örnek toplamaya çıkmıştık. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et