mart ayi dert ayi

Mart Ayı Dert Ayı | Ruhşen Doğan Nar (Kısa Öykü)

Deniz 163186, acilen bir erkek bulmalıydı.

Mart ayının bitmesine, aşağı yukarı yirmi dört saat kalmıştı. O gün sona erdiğinde, on bir ay boyunca kedileşmek Deniz’in aklının ucuna dahi gelmeyecekti. Aslında gelmeyecekti değil, gelemeyecekti dersek daha doğru olur.

Yüce Başkan sağ olsun, kullarını kedileşmek derdinden sonsuza kadar kurtarmıştı. En azından senede on bir aylığına. Yüzü suyu hürmetine, vatandaşlarına yılda bir ay kedileşme hakkı tanımıştı.

İşte, kedileşme ayının son gününe girilmişti.

Yedi gün yirmi dört saat, aciz vatandaşlarının nerede olduğunu, nereye gittiğini, ne konuştuğunu, ne okuduğunu, ne yazdığını, kiminle görüştüğünü, kiminle kedileştiğini, ne satın aldığını veya ne sattığını, kısaca ne yapıp ne ettiğini saniye saniye Yüce Saray’a bildiren bir çip ve lensle başlamıştı her şey.

On dört sene kadar önce, Yüce Başkan her vatandaşın, vatanın milletin ve bireyin iyiliği için bir çip ve lens takmak zorunda olduğuna karar vermişti. O bir şeye karar verdiyse o karar hayata geçirilmek zorundaydı. Aksi bir durum, hayal bile edilemezdi. Bir seferberlikle herkese kısa sürede bu çipler ve lensler itinayla takılmıştı.

Beş sene sonra ise Yüce Başkan, kendisine gelen muazzam büyüklükteki bilgileri gece gündüz demeden incelemesi sonucunda, aziz kullarının kedileşmeyle ve kedileşme fikriyle çok fazla vakit harcadıklarını tespit etmişti. Bu sorunu nasıl çözeceğine kafa yorduğu günlerden bir gün, kadere bakın ki mart ayıydı, Yüce Başkan Yüce Saray’ının Yüce Bahçe’sinde oturuyordu. Bahçedeki iki kediyi kedileşirken izlediği sırada, aklına olağanüstü bir fikir gelmişti.

Fikir kısaca şöyleydi: Bir çip de sadık kullarının beyinlerinin kedileşmekten sorumlu bölgesine yerleştirilecekti. Bu çipler sayesinde, Yüce Saray’dan gönderilen sinyallerle vatandaşların kediliği on bir ay boyunca engellenecekti. Sadece bir ay, o da mart ayıydı, kedilik önleyici sinyaller gönderilmesine ara verilecek, kedilik tekrar aktif hale getirilecekti. Böylece, on bir ay boyunca vatandaşlar sadece ve sadece işlerini düşünecekler, işlerine odaklanacaklar ve işlerini yapacaklardı. Verimlilik bu şekilde had safhaya ulaşacaktı. Zaman israfının önüne tamamen geçilmiş olacaktı. Özellikle bu fikir, patronların çok ama çok hoşuna gitmişti; yeni çiplerin tüm masraflarını üstlenmişlerdi.

Yüce Başkan’ın sözünün üzerine söz söylemek, zaten kimseye düşmezdi. Çipler her bir vatandaşın beynine vakit kaybetmeden yerleştirilmişti. Çip yerleştirme operasyonlarında, yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve binlercesi felç kalmıştı. Yanlış giden operasyonlar sayesinde, bu insanlar beklemedikleri bir şekilde şehit veya gazi mertebelerine eriştikleri için ziyadesiyle mutluydular. Böylece, Yüce Başkan’ın ülkesinde, her vatandaş bedeninde iki çip ve bir lensle yaşamak şerefine erişmişti.

Yurt dışındakiler, ülkeye “Çipliler Diyarı” lakabı takmıştı. Akıllarınca dalga geçiyorlardı. Ama dış mihraklardan başka ne beklenirdi ki? Ellerinden gelen tek şeyi yapıyorlar, Yüce Vatanımıza çamur atıyorlardı. İz de kalmıyordu; ama neyse. İç mihraklar da durur mu, kökleri Yüce Vatanımızdan ne kadar kazınmış olsa da az sayıda gizli iç mihrak vardı, bu suçlamaları vatanımızda yaymaya çalışıyorlardı. Tabii, hem iç hem de dış mihraklar ne yaparlarsa yapsınlar, başarısız oluyorlardı.

Neyse, Yüce Başkan Yüce Saray’ının Yüce Kütüphanesi’nde bir gün yine kitap özeti okurken, aklına yüceler yücesi bir fikir daha gelmişti: Cinsellik sözcüğünü mutlaka ama mutlaka dilden sıfırlamalıydı. Bu sözcük kaba, çirkin ve iğrençti. Sonuçta, çoluğumuz çocuğumuz vardı. Cinsellik ile birlikte sevişmek, cinsel organ gibi sözcükler de en kısa sürede dilden sökülüp atılmalıydı. Başkan’ın kulları, bu sözcükler yerine kedilik, kedileşme ve kedileşme organı sözcüklerini kullanmalıydı. Yüce Başkan, bir şey olsun deyince olmaması zaten düşünülemezdi.

Bir gecede; cinsellik, kedilik’e; sevişme, kedileşmek’e ve cinsel organ, kedileşme organı’na dönmüştü. Diğer gün, ülkedeki tüm sözlükler toplandı ve imha edildi. Yeni sözlükler basmak için epey para harcandı; ama olacak o kadardı. İnatla yasaklı sözcükleri kullananlar tek tek tespit edilip cezalandırıldı.

Deniz, birinci çipin ensesinde gömülü olduğu yeri tatlı tatlı kaşırken; kol telefonundan bütün sosyal medya hesaplarına son bir kez daha göz attı. Hiçbir kedileşme davetine olumlu cevap gelmemişti. Yüzlerce davetten bir tanesi bile kabul edilmemişti. Kol telefonunun hologramını kapattı. Demek ki internetten ona hayır gelmeyecekti. O zaman, sokağa çıkıp insanların arasına karışmalı ve kendi işini kendi halletmeliydi. Eski zamanlardaki gibi.

Yüce Başkan, iktidara geldiği o kutlu günden bu yana, işsiz, bekar ve sadık vatandaşlarına ücretsiz olarak kalabilecekleri devasa pansiyonlar inşa etmişti. İki yüz kişinin kaldığı bir pansiyonda yaşayan Deniz, daracık odasından keyifsiz bir şekilde çıktı.

Merdivenlerden inerken bir şey dikkatini çekti: Hemen hemen bütün odalardan, yüksek sesli müzik eşliğinde iniltiler ve bağırtılar geliyordu. Anlaşılan, pansiyonda o an kedileşmeyen bir o vardı.

Pansiyonun kale kapısından hallice olan girişine ulaştığında, kapının önünde güvenlik görevlisini göremedi; oysa vakit, gece yarısını çoktan geçmişti. O saatten sonra, normalde pansiyona giriş çıkışlar yasaktı. Ama kedileşme ayında, yasaklar gevşeyebiliyordu. Kulübeye yaklaştığında, kulübenin ışıklarının açık olduğunu fark etti. Demek ki görevli içerideydi.

Deniz, kulübenin buğulu penceresinden içeri bakınca morali iyice bozuldu. Güvenlik görevlisi, pansiyonda kalanlardan biriyle keyifli keyifli kedileşiyordu.

İçeriye birinin baktığını fark eden görevli, işini yarım bıraktı. Pencereyi azıcık açtı. İçeriye soğuk hava girerken, dışarıya müzik sesi ve ter kokuları yayıldı. Görevli, nefes nefese kalmıştı; yine de bağırdı:

“Ne bakıyorsun kardeşim? Hiç kedileşen görmedin mi hayatında? Hadi, ya içeri gir ya dışarı çık, yallah, kış kış!”

“Ama gece on ikiden sonra, dışarı çıkmak için izin almak zorunda değil miyim? Yazılı izin, imza falan…”

“Ne izni be kardeşim, ne saçmalıyorsun Allah aşkına, kedileşme ayının son gününde izin mi alayım senden? Git kedileşecek birilerini bul, vakit kaybetme!”

“Ha… Haklısınız. Ö…Özür dilerim. Kusura bakmayın!”

“Hadi, bekleme yapma!”

Görevli, alnındaki teri elinin tersiyle sildi, pencereyi kapatıp kedileşmeye kaldığı yerden devam etti.
Deniz utana sıkıla pansiyondan çıkarken, “Vay be, altmış yaşındaki kel ve fodul güvenlik görevlisi bile kedileşecek birini bulmuş, bir ben bulamadım. Üstüne de moruktan fırça yedim. Bir erkek ayarlayamadım gitti, yuh olsun bana, yuh” diyerek hayıflandı.

Dört bloktan oluşan, on beş katlı ve üç yüz odalı pansiyona bir kez daha baktı. On bir ay boyunca bir hapishaneyi anımsatan pansiyon, o sırada gecenin karanlığında, bir karnaval gibi rengarenk ve gürültülüydü.

Geri sayım devam ediyordu. Zaman gittikçe daralıyordu.

Sokakta bir başına yürürken, karşılaştığı tüm yalnız erkeklerin yanına utana sıkıla da olsa gitmiş, onlara teklifte bulunmuştu; fakat hiçbiri ona olumlu yanıt vermemişti.

Yüzü kızararak “Kedileşebilir miyiz?” diye sormuştu her yalnız erkeğe. Aldığı cevaplar çeşit çeşitti:

“Bak, Allah kitap çarpsın, Allah günah yazmasın, Allah’ın gücüne gitmesin, bin tane kedileşme organım olsa, yemin olsun, bir tanesini bile senin için kullanmam.”

“Şaka mısın sen canım? Sosyal deney mi yapıyorsun? Kedileşme organımı keserim; ama seninle olmam.”

“Hiç aynaya baktın mı sen? Bir bak istersen! Bakabilirsen…”

“Kusura bakmayın, lütfen. Sizi katiyen kırmak istemem. Evet, kedileşme teklifinizi ne yazık ki kabul edemeyeceğim. Özür dilerim. Çok özür dilerim.”

“Ölürüm de seninle kedileşmem. Asla! Hayır!”

Erkekler bu gibi cevaplarla Deniz’in kalbini paramparça etmişlerdi. Yüce Başkan, belalarını versindi!

Zaman su gibi akıyordu ve kalbi küt küt atıyordu. Bir fast food restoranında oturmuş, etrafı seyrediyordu. İçerisi fazla kalabalık değildi. Müşterilerin çoğunluğu çift veya grup halindeydi. Yorucu kedileşme seanslarından sonra, açlıklarını bol karbonhidratlı yiyeceklerle giderip, tok karınla eve dönüp tekrar tekrar kedileşmeyi planlıyorlardı.

Deniz’in önünde çoktan soğumuş bir bardak filtre kahve vardı. İki yudum alıp bırakmıştı. Aklından uçup gitmişti. Masalara göz attı. İnsanlar konuşmadan, bir yemek yarışmasındaymışçasına tıkınıyorlardı. Ağız şapırdatmaları, içecek hüpürdetmeleri ve geğirmeler dışında bir ses duyulmuyordu. Tek başına oturan bir erkek bile yoktu.

Umudunu yitirmek üzereydi. Tam çıkıp gitmeyi düşünüyordu ki, restoranın otomatik kapısı açıldı. Yavaş adımlarla bir erkek içeri girdi. Deniz, arkasından bir kadının gelmesini bekliyordu. Ama adamın arkasından kapı kapandı.

Adam, tam da Deniz’in karşısındaki boş masaya geçti. Omuzlarına değen, kömür karası saçları vardı. Üstünde en az saçları kadar siyah, bir deri ceket vardı. Ceketin etekleri dizlerine kadar geliyordu. Biraz daha uzun olsa, yerleri süpürebilirdi. Altında yine siyah, dar bir kot pantolon vardı ve ayaklarında, ışığın altında parlayan simsiyah botlar.

Adamı kimse kapmadan harekete geçmeliydi. Ayağa kalktı, adamın yanına yürüdü. Adam, kol telefonunu inceliyordu. Deniz’in, tepesinde olduğunun farkında değildi. Zaten kulağında kablosuz, şeffaf kulaklıklar vardı.

Deniz, heyecandan çatallaşan sesiyle “Pa… Pardon,” dedi. “Pardon, bakar mısınız?” Adam duymamıştı. Genzini temizleyip “Pardon, bi’ bakar mısınız?” diye sordu. Sesini yükseltmişti. Adam başını kaldırdı. Hızlı bir el hareketiyle bir kez dokunarak kulaklıklarını kapattı.

“Bir şey mi dediniz?” diye sordu adam. Beyaz ve pürüzsüz teni kışkırtıcıydı. Ela gözlerinin içi parlıyordu.

“Bir şey soracaktım. İzin verirseniz.” Aptalca bir gülümseme belirdi yüzünde. Kıpkırmızı olduğunu fark etti.

“Tabii, buyurun, sorun.” Merakla gözlerine bakıyordu.

İki saniyelik bir duraksamadan sonra, “Ben ve sen… Yani biz… Kedileşebilir miyiz?” diye sordu.

Adam uzun, ince kaşlarını çattı. “Ah, üzgünüm, ben ücretliyim. Şu anda, bir müşterimi bekliyorum. Ama isterseniz, müşterimle işim bittikten sonra, sizinle kedileşebilirim. Tabii, ücret karşılığında. Alın kartvizitim, burada ücretim, koşullarım falan var. Telefon numaram da burada yazıyor. Bir saat sonra, beni arayabilirsiniz. Ama lütfen, karar verir vermez bana ulaşın, çünkü bildiğiniz gibi, kedileşme ayının bitmesine çok az kaldı. Rezervasyon yapmanız sizin için faydalı olur. Görüşmek üzere!”

Deniz, istemsizce kartviziti aldı. Adam, iki kere dokunarak kulaklıklarını açtı. Masasına geri dönen Deniz, kartviziti inceledi:

“Kumsal. Adı Kumsal’mış. Hoş bir isim. Gerçi gerçek adı değildir. Meslek, sahne adı olsa gerek. Acaba gerçek adı ne? Berk? Cenk? Ücretine bakayım… Tek seans yüz kredi… Yuh, benim işsizlik maaşım aylık hepi topu elli kredi zaten… Çift seans iki yüz kredi ve saatlik sınırsız, iki yüz elli kredi. Vay be. Ne krediymiş ama. Kumsal epey değerliymiş,” dedi içinden.

Bir kadın içeri girdi. Orta yaşlarda, aşırı makyajlı ve kiloluydu. Hızla içeriye göz attı ve Kumsal’ı görür görmez botokslu yüzü aydınlandı. Kalın bacaklarıyla küçük adımlar atarak yanına gitti. Kısa bir selamlaşmadan sonra, sarmaş dolaş bir şekilde restorandan çekip gittiler. Arkalarından “Kredi var, huzur var demek ki,” dedi Deniz.

Kalkıp lavaboya gitti. Filtre kahve, midesini allak bullak etmişti. Lavabodan içeri adımını atmıştı ki, kol telefonu titredi. Deniz, bir adımı içeride bir adımı dışarıdayken telefonunu açtı. Sosyal medya hesabından bir bildirim gelmişti. Bildirim, kedileşme tekliflerinden birinin onaylandığını söylüyordu. Onaylayan kişinin profilini inceledi.

Adamın adı Selim’di. Paylaştığı fotoğraflardan göründüğü kadarıyla eli yüzü düzgün bir adama benziyordu. Otuz beş yaşındaydı. Bekardı. Bir devlet kurumunda çalışıyordu; ama hangi kurumda çalıştığı belirtilmemişti. Görme engelliydi. Kumsal kadar yakışıklı olmasa da çirkin biri sayılmazdı.

Deniz’in “Merhaba, nasılsınız?” mesajına, Selim on beş saniye içinde cevap vermişti. Kısa sürede, telefon numaraları alınıp verildi. Şans, en sonunda Deniz’in yüzüne gülmüştü. Selim, onu evine davet etti. Evi restorandan beş yüz metre kadar uzaktaydı.

Deniz, midesinin bulantısını unuttu; restorandan koşarak çıktı.

Ara vermeksizin beş kez kedileştikten sonra, Selim’in çift kişilik yatağında yan yana uzanmış sohbet ediyorlardı. Selim sigara, Deniz kahve içiyordu. Yatak odası duman altı olmuştu. Deniz sigara kokusundan rahatsız olsa da şikayetini dile getirmedi.

“Bir şey sorabilir miyim? Sevişirken fark ettim, neden vücudunun üst kısmı yanıklar içerisinde?” diye sordu Selim.

Kısa süreli bir ölüm sessizliğinin ardından “Beş yıl önce, başkentte meydana gelen bir kimyasal terör saldırısında yaralandım. Kimyasal sıvı, belimden yukarısını yaktı. On gün komada kaldım. Ölümden döndüm.”

“Geçmiş olsun, gerçekten çok üzüldüm.”

“Teşekkür ederim. Çok naziksin.”

“Peki, özel bir şey sormak istiyorum, istersen cevap vermeyebilirsin: Estetik ameliyat olmayı hiç düşünmedin mi?”

“Hayır, bu yaralar Yüce Başkan için taşıdığım şeref madalyalarıdır. Keşke o gün şehit olsaydım da cennete gidebilseydim.”

“Haklısın, şehitlik en büyük mertebe. Ama yine de gazi olarak da cennette yerin vardır mutlaka. Kaderinde şehitlik yokmuş demek ki.”

“Ne yazık ki, yokmuş. O gün şehit olmayı ne çok isterdim.”

“Yine de insanın aklına takılıyor: Estetik ameliyat olsan, kedilik hayatın için de daha iyi olmaz mı?”

“Olur tabii, hiç olmaz mı! Ama estetik ameliyatlara yetecek kadar kredi sahibi değilim ki. Hem işsizlik hem de gazi kredisi alıyorum; fakat ikisini de toplasan bir estetik ameliyat etmiyor. Ki sadece bir değil en az on ameliyat olmam gerekiyormuş. Tamamen iyileşmem içinse yirmi. Doktorlar öyle söylüyor. Yine de buna da bin şükür! Yüce Başkan’ımız sağ olsun ve var olsun, aç değiliz açıkta değiliz.”

“Aynen, sonuç olarak Yüce Başkan sağ ve var olsun!”

Selim’in evinden çıkar çıkmaz Deniz telefonuna baktı. Kedileşme ayının bitmesine sadece yarım saat kalmıştı. On bir ay boyunca, içinde biriken kedileşme arzusu henüz bitmemişti. İki sokak ileride, kedileşme aylarında açılan, erotik sanal gerçeklik merkezlerinden biri vardı. Oraya gitmeye karar verdi.

Sanal Gerçeklik Merkezinde, en eski ve bundan ötürü, en ucuz olan sanal gerçeklik cihazının bulunduğu kabine girdi. Kol saatini, cihaza okuttu. Hesabından hemen beş kredi düştü. Ekrandaki yönergeleri izleyerek ve seçimlerde bulunarak istediği fanteziyi seçti. Sanal Gerçeklik Cihazını kafasına yerleştirdi. Dimdik olmuş kedilik organını, deliğe yerleştirdi.

***

Sansür Bakanlığı’nda görevli müfettiş Saim 64308, bir metnin daha denetlemesini bitirmişti. Gözlüklerini çıkarıp gözlerini ovdu. Öykü gayet hoşuna gitmişti. Sosyal medya hesaplarına göz atmadan, tek seferde öyküyü okumuştu. Bu, öykünün ne kadar sürükleyici olduğunun kanıtıydı.

Ancak, öyküye on üzerinden sıfır puan vermek ve öyküyü tamamen sansürlemek zorunda kalmıştı. Birkaç yerde, kedileşme devriminden önce kullanılan ve şu anda yürürlükten kalkmış, yasaklı sözcükler kullanılmıştı. Bu, affedilemez yanlışlardandı. Birkaç sözcüğü sansürleyerek düzelecek bir şey değildi. Bu kadar yetenekli bir yazarın, nasıl böyle basit bir hata yapabildiğine şaşırmıştı. Bilgisayar programında o sözcüklerin altını kırmızıyla çizdi. Metnin altına şunu yazıp, elektronik imzasını attı:

“Yukarıdaki öyküyü yazan yazarın, Kedileşme Devrimiyle yasaklanmış sözcükleri kullanması sebebiyle altı ay hapsedilmesini öneriyorum. Kedileşme Devriminin gerekliliklerini yerine getirmesi ve benimsemesinde, bu cezanın ziyadesiyle faydalı olacağı kanaatindeyim. Tabii, son kararı Yüceler Yücesi Yüce Başkan’ımız verebilir. Arz ederim.”

Öyküyü ve karar metnini, internet üzerinden Yüce Başkan’ın Yüce E-Posta Adresine gönderdi.

Bir başka metni okumaya başlamadan önce, sosyal medya hesaplarını kontrol etti. Bir gelişme yoktu. Memleketin bir yerlerinde, henüz bir bomba patlamamıştı. Bilgisayardan sıradaki metni açtı:

“Başlangıçta sadece Yüce Başkan vardı…”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gezegen astronot uzay

İmkânsıza Yakın | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

O gün, gezegene inişimizin on dördüncü günüydü. Son birkaç gündür yaptığımız gibi örnek toplamaya çıkmıştık. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et