Dokuzuncu Sarhoşu

Dokuzuncu Sarhoşu | Aykut Coşkun (Kısa Öykü)

Evrendeki herkesin sevdiği ve bildiği bir şey vardır: Müzik ve müziği en iyi yapanın Dünyalılar olduğu.

Luha, Kerapa gezegeninin güzel prensesi kadar müzik sevdalısı birisini göremezsiniz. Ama Luha sürekli, babasına bir servete mal olmuş gramofondan dinliyor parçaları. Bu demode aleti kullanmasının tek sebebi ise onun ruhu daha iyi yakaladığını düşünmesi.

Yarın, tüm müzik sevdalılarının bildiği büyük konser başlayacak. Neredeyse tüm müzik türlerinden parçaların rastgele, canlı olarak çalındığı, gençlerin hemen hepsinin katıldığı o büyük konser: Dünya’nın Haykırışı. Luha bu konsere katılmayı Samanyolu’nun en güzel mücevheri olan Melek Işığı’ndan daha çok istiyor. Lakin gidemez çünkü Luha’nın ömründen daha önce yaşanan büyük savaş tüm insanlığı bir araya getirse de insan dışı varlıklara devasa bir nefret doğurdu. O günden beri siyasi görüşmeler için bile hiçbir uzaylı Dünya’ya kabul edilmedi.

Yirmi gün sürecek olan konserin ikinci gününde, sofasına uzanmış dokuzuncuyu dinleyen Luha ani ve tehlikeli bir karar aldı. O konsere gitmeliydi! Ne olursa olsun. Gezegeninin uydularına gitmek için kullandığı gemiye atladı ve rotayı Dünya’ya ayarladı.

Dünyaya yaklaştığında sinyal geldi: “YASAK BÖLGE“. Gemi galaksiler arası protokole uygun programlandığı için durması gerekirdi ama prenses hiç sevmediği asil soy özelliğini kullandı ve “Tam yetki.” dedi. Bir yöneticinin emrine karşı gelemeyen program Dünya’ya doğru devam etti. Rota konserin olduğu yere, Jazz ve Blues’un başkenti New Orleans’a çevriliydi. Güvenlik kuvvetleri harekete geçti. Gemi patlayacaktı, bu çok belliydi. Kimse, özellikle de basit bir seyahat gemisi, yüce donanma olarak adlandırılan –bu adlandırmayı kendileri değil düşmanları yapmıştı- Dünya savunmasını aşamazdı. Ama Luha kurnazdı. Gemiyi doğru açıya getirdi. Füzeler gemisini vurmak üzereyken New Orleans’a ayarlı kaçış kapsülünden kaçtı. Patlama anının etkisiyle insanlar onu göremedi ve küçüklüğü sayesinde detektörelere de yakalanmadı. Luha son yüzyılda dünyaya kaçak girebilen ilk canlıydı artık. O günden sonra lakabı Kaçak Prenses oldu.

Kapsül şehir merkezinden biraz uzağa düşmüştü. Tüm vücudunu saran kapüşonlu bir kıyafetle dışarı çıktı. Kuyruğunu beline sardı ve dengesini yitirse de uzun adımlarla konsere doğru ilerledi. Nerede olduğunu bilmesine gerek yoktu. Gelişmiş kulakları konserin sesini alabiliyordu. Daha ilk andan zayıf da olsa duyduğu bu müzik onu etkilemişti. Nostalji kuşağından bir parça; Kral, yani Elvis çalıyordu. Luha ona bayılırdı. Müziğe doğru giderken karşılaşabileceği tehlikeleri tahmin etmeye çalıştı. Geri dönüş şansı yoktu. Her şeyi göze almıştı ama derinlemesine düşünmemişti. Dokuzuncunun sarhoşluğunu yaşıyordu belki de. En kötü ihtimalle gezegenine geri gönderileceğini sanıyordu ama yanılıyordu. Aradan geçen onca zaman, insanoğlunun savaşta verdiği kayıpların nefretini dindirmeye yetmemişti.

Konser alanına daldı. Uzun boyuna ve garip kırmızı sarı kıyafetine rağmen pek kimse onu umursamıyordu, herkes müziğin etkisindeydi. O sırada David Bowie çalıyordu ve onun o harika şovlarına benzer bir şey yapmaya çalışmışlardı. Dikkatler sahnedeyken Luha daha iyi duyabilmek için insanların arasından ilerledi. Sıradaki parça dokuzuncuydu. Rastgelelik konserin temasıydı, ama bu tesadüf…

Dokuzuncuyu canlı dinleme fırsatı bulan Luha kendinden geçti. Gözlerini kapattı. Diğer tüm duyularını köreltti sanki daha iyi duyabilmek için. Hayatı boyunca yaşadığı ve yaşayacağı en harika an o andı. Ama bir hata yaptı. Kendini müziğe bıraktı ve farkında olmadan beline doladığı kuyruğunu dışarı uzattı.

Kucağında hayata anlam katan biricik evladıyla bir baba tam arkasındaydı Luha’nın. Çocuk kuyruğu fark edip babasına sordu: “Babacım o ne?” Babanın kuyruğu görmesiyle yavrusunu sarmalayıp uzaklaşması bir oldu. Çünkü büyük savaşta çok acılar çekmişti ailesi. Kendisi öksüz ve yetim kalmıştı. Bağırdı, ilk düşüncesi olan yavrusunu koruma işini gerçekleştirdikten sonra: “YARATIK!” Herkes bir anda dokuzuncunun verdiği, İtalyan mahzenlerinde yıllanmış şarap tadından sıyrılıp onlara döndü. Luha panikledi ve olduğu yerde kalakaldı. Baba tekrar bağırdı “O bir uzaylı, kaçın!”. Biricik yavrusu kucağında ondan uzaklaşmaya çalıştı. Diğer insanlar ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. O sırada Luha kuyruğunu içeri çekmeyi akıl etti ama hata yaptı. Kuyruğunu içeri çekerken kaba hareketleri daha çok dikkat çekti ve birkaç kişi daha onun bu dünyadan olamayacağını anladı. Nefretini büyüterek yıllarını geçirmiş bir adamın fırlattığı içecek şişesi, galeyanın fitilini ateşledi. Şişe Luha’nın sol omzuna isabet etti ve canını acıttı. Çıkardığı ufak bir “Ah!” sesi, onun bu dünyadan olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Ses, bu dünyadan olamayacak kadar zarif ve güzeldi.

İnsanlar ona bağırmaya, hakaret etmeye başladı. “Ucube” söyledikleri en hafif şeydi. İlginç saç kesimli, acının ne olduğunu tam kavrayamamış bir genç onun kıyafetini üzerinden çekti. İnce kıyafet yırtıldı ve Luha’nın gerçek görüntüsü ortaya çıktı. O ana kadar bağırıp duran insanlar, Dünya’ya ait olmayan bu güzellik karşısında donakaldı. Sarı yaldız parlamalı kuyruğu bile güzelliğini bozmuyor, aksine görenleri daha derinden etkiliyordu. Babasını, sevgi duyduğu tek canlıyı savaşta kaybetmiş bir yaşlı adamın nefreti güzelliğin önüne geçti. Adam kemanıyla saldırmak üzere yaklaşırken sahneden bir anons duyuldu: “Durun!

Dikkatler bir anlığına anons yapan görevliye döndü. Görevli devam etti, “Sevgili yabancı. Lütfen sahneye gel. Benim korumam altındasın. Sana zarar verenler tahmin bile edemeyecekleri şekilde cezalandırılacak.”. Görevli Luha’ya sevgi duymuyordu. Anlatılanlardan dolayı ona istemsiz bir nefreti bile vardı hatta. Ama uzaylı ırklarını bilirdi. Bu gelenin önemli rütbeden, belki de kraliyetten olduğu belliydi; çünkü ender bulunan Dıronp altını kullanıyordu. Ona zarar gelirse ikinci bir savaş gayet de çıkabilirdi ve bunu hiç istemiyordu.

Luha adım adım sahneye gitti. Görevli onu neden oraya çağırdığını bilmiyordu ama doğru bir karar vermişti çünkü güvende olabileceği tek yer orasıydı. Görevli “Bize zarar verecek misin?” diye sordu. Luha başını salladı, bunun dünya geleneği olduğunu biliyordu ve samimi davranmak için yapmıştı. “Sadece müzik dinlemek istemiştim.” diye cevapladı. Görevli kanıtlamasını istedi. Nasıl kanıtlayabilirdi ki? Aşırı baskı altındaydı. Beyni durma noktasına gelmişti. Farkında olmadan bir melodi mırıldanmaya başladı düşünürken. Görevli bir şey söylediğini sandı. “Efendim?” dedi. Luha ne olduğunu mırıltısını söyleyemeden açıklayamazdı. Aklına başka bir çözüm gelmiyordu. Çaresizliğin verdiği özgüven kırıntısına tutundu ve söyledi. Dinleyen herkesi, neredeyse tüm dünyayı büyüledi sesiyle. Haberi alan gazeteciler canlı yayına başlamıştı birkaç saniye önce.

“Durma korkma koş eğlen

Bil ki her gün geçiyor gün

Kimdir ki o bak gelen

Ama yoktu burada dün

Zarar gelir o elden

Oysa görünüyor çok üzgün

Nedir ona acı veren

Yalnız kalmış büsbütün

Birlikte ol gül yeniden

Gülmekten verme ödün”

Bu, annesinin ona küçükken söylediği şarkıydı. Küçücük yaşında anlayabileceği kadar basit yazılmıştı. Luha çocukken çok utangaçtı ve sosyalleşemiyordu. Diğerinin onun canını acıtmasından korkuyordu, tıpkı şu an insanların korktuğu gibi. Luha bu şarkıyı aklında tuttu ve ona uydu. Bu sayede güzel arkadaşlıklar ve kaliteli bir sosyal çevre edindi. Şarkı, korkusunu yenmesine yardım etmişti. Aynısının insanlar için de olmasını umuyordu.

Kuyruğu ilk gören çocuk, babasının kucağında ağlamaktayken şarkı başlayınca sakinleşti. Babası onu uzaklaştırmıştı ama hala sahneye yakın sayılırlardı. Büyülenmiş gözlerle Luha’ya bakıyordu ki, evrenin en büyük yayın şirketlerinden olan IB’nin (Interplanetary Broadcast) deneyimli kameramanı çocuğu fark etti. Normalde böyle bir değişim için yönetmene sorması gerekirdi ama zaman yoktu. Kamerayı sahneden alıp çocuğa dikti. O sırada tüm dünya ve birçok gezegenden canlılar Luha’nın sesiyle gülen o şirin çocuğa bakıyordu. O çocuk daha sonra Luha ile birlikte bir simge oldu. Büyük hoşgörünün ve barışın simgesi.

Şarkı konsere katılan herkesi etkileyip sorgulamaya zorlamıştı. Yalnız kalan Luha mıydı yoksa kendileri miydi? Günler geçiyor, onlar eğlenemiyorlardı. Korktukları o el aslında acı mı çekiyordu? Tekrar birlikte olsalar acaba mutlu olurlar mıydı? Herkesin kafasında bu sorulardan en az biri vardı. Luha gözlerini kapatmıştı. Konser alanında çıt yoktu; çocukların gülüşlerini hatta kahkahalarını saymazsak. Luha’ya bakıp gülüyorlardı, zerre nefret hissetmeden.

Yıllar önce ihtiyaç kalmadığı için sayıları azaltılıp bir binaya tıkılan güvenlik güçleri alana geldi. Luha’yı götürdüler. Luha’yı koyabilecekleri en yakın bina gezegenler arası ticaret merkezlerinden biriydi. Ticaret insanoğlunun en iyi olduğu alanlardandı. Luha içi boşaltılan bir depoya hapsedildi. Altı dünya saati sonrasında kapı açıldı. Kapıda ailesi vardı. Annesine sarıldı. Annesi sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadı “Seninle gurur duyuyorum.”. Hiçbir açıklama yapmadan gezegenlerine döndüler. Babası bu konuda onunla hiç konuşmayıp öfkesini gizledi. Luha, onu kurtarmak için babasının büyük bir bedel ödediğine emindi.

Bu olay evrenin sanatı bilen gezegenlerinde büyük yankı uyandırdı. Dünya o günden sonra değişti, insanların bakış açıları değişti. Yönetim bir sonraki neslin eline geçtiğinde, artık dünya dışı tüm varlıklar düşman sayılmıyordu, bazı ırklar affedilmişti. Özellikle Luha’nın gezegeni Kerapa kardeş gezegen sayıldı ve Luha buluşturucu görev üstlendi. Kitleler iki gezegen arası gidip geldiler, kaynaştılar. Şarkı bu iki ırk arasında gerçeğe dönüştü. Luha, artık kendi adını alan Luha’nın Haykırışı konserinde onur konuğu olarak istediği her şarkıyı söyledi ve dinledi. O günden sonra gülmekten asla ödün vermedi.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et