BETA | Barışcan Bozoğlan (Kısa Öykü)

On binlerce yıldır yoldaydı ama bu durum onun için negatif ya da pozitif bir etki yaratmıyordu. Zaten negatif olgusu da hayatına yeni girmiş bin bir çeşit kavramdan sadece biriydi ve tam olarak ne olduğundan da haberi yoktu. Yolculuğunun çok uzun sürmemesine rağmen planın üzerine düşünecek zaman bulmuştu. Yapması gereken şeylerin yüzde doksanlık kısmı anlam veremediği, hayatı boyunca ilk kez duyduğu şeylerden oluşuyordu ama Gama’ya güveniyordu. Kolektif çekirdeğinde geçirdiği süre boyunca Gama, ona karanlıktan, yıkımdan, birleşimden ve kaçınılmaz sondan bahsetmişti. Bütün bunların ne anlama geldiğini bilmiyordu.

Kolektif bir süredir stabil değildi ve bunun sebebi çoğu ışın tarafından anlamlandırılamaz doğal bir sürecin parçası olarak kabul ediliyordu. Fakat çekirdeğin düşünceleri farklıydı. Gama ona titreşimlerin artacağından, eğer önlem alınmazsa yakında varoluşun değişeceğinden bahsetmişti. Gama’ya göre titreşen Beta soyu bulunmalı ve ayrıştırma yapılmalıydı. Hepsi bu. Plan basit görünüyordu ya da anlamadığı için ona basit geliyordu. Emin değildi. Tek yapması gereken Beta soyundan gelen birini seçip geri kalanları titreşimin diğer tarafına sürüklemekti. Gamaya göre gerisi kendiliğinden hallolacaktı.

Yola çıkmadan önce Gama, ona son bir kez yaklaştı ve konuştu, ”Sana bir isim vermemiz gerekiyor, eğer başarılı olursan ismin hatırlanacak. Tabii iletişim kurarken de bir isme sahip olman işleri kolaylaştıracaktır. Senin adın Zet”

Zet bir isim aldığı için memnundu. Eğer ona bir isim atanacağını bilseydi çok daha önceden gönüllü olurdu.

Evrene giriş yaptıktan sonraki yolculuğu, Zet için çok eğlenceli geçmişti. Neredeyse her saniye yeni bir şeyler görüyor. Bilmediği her şeyi Gama’ya soruyordu. Gama uzak mesafeden ancak kısa cevaplar verebiliyordu ama Zet için yeterli oluyordu. Onu en çok heyecanlandıran şey siyahı ilk kez görmesi olmuştu. Aynı zamanda beyazı da. Bütün bunları da önceden görüp görmediğinden emin olamıyordu, ne de olsa dış evren farklıydı. Buradaki en rahatsız edici şey sürekli çarpıp durduğu sert zeminlerdi. Bazılarının içinden geçebiliyor, bazılarından da sekiyordu. Bazen de geriye çekiliyor gibi hissediyordu ama her seferinde Gama onu yolunu değiştirmesi için uyarıyordu. Mavi renkli koca taş parçasına ulaştığında Gama ona durmasını söyledi. Gideceği yere varmıştı.

Zet bir süre boyunca gezegenin etrafında dolanıp varlıklarını inceledi. Garip yaratıklardı. Biraz kendine benziyorlardı biraz da tanımlayamadığı siyaha. Sanki içlerinde her şeyden biraz vardı ve sürekli titreşim içindeydiler. Zet’i rahatsız eden bir titreşim. Böylece Zet bu varlıkların arasından kendine en çok benzediğini düşündüğü bir tanesini seçti ve geri kalanları titreşime sürüklemek için işe koyuldu.

Leyla 70 yaşında bir kadındı ve gözleri ışığı seçemez olduğundan beri ortanca çocuğunun yanında kalıyordu. Eşini kaybedeli 10 yıl olmuştu ve zamanın büyük bir kısmını torunlarıyla geçiriyordu. Leyla kendine göre bereketli bir hayat yaşamıştı. 12 tane çocuğu vardı ve çocukları kendini örnek alarak bir o kadar daha doğurmuştu. Zor bir işti bu. Bir sürü çocuk doğurup hepsini sevmek zordu. Hayatı boyunca en çok zorlandığı şey sevgi olmuştu. Leyla’ya göre sevmek kolaydı ama çoğaltması zordu. Evlendiği ilk zamanlarda sadece kocasını seviyordu. İlk kez çocuk sahibi olduğunda ise sevgisini ikiye bölmesi gerekmişti ama daha o zamanlarda bile ikiye bölmektense ikiye katlamanın daha doğru olduğunu düşünüyordu ve öyle de yaptı. Doğan her çocuğuyla birlikte sevgisini katladı. Onuncu çocuktan sonra ise aklında sevgiden başka hiç bir şey yoktu. Hiç bir şeye sinirlenemiyor, kaybettiği hiç kimse için üzülemiyordu. Tam ulaşabileceği en üst seviyeye vardığını düşünürken birbiri ardına torunları olmaya başladı. Onlar için de sevgisini katladı. Kimseyi ayırt etmedi. Yıllar sonra bazı torunlarının da çocukları olmaya başladı ve Leyla artık tanımlanamaz bir seviyeye ulaşmıştı. Belki de görme yetisini de bu yüzden kaybetmişti. Sevmek için görmeye ihtiyacı yoktu.

Bu durum Leyla için açıklanması imkansız bir şeydi ve uyanık olduğu her saniye gözlerini yaşlarla dolduracak kadar yoğun bir haldeydi. Ailesi de bir süre sonra gözyaşlarının sebebini anlamış, bu durumu kötüye yormaz olmuşlardı. Aile için bulunmaz bir şeydi bu. Büyükanneleri öyle bir ruhani durumda yaşıyordu ki, ne zaman bir aile ferdi zor zamanlar yaşamaya, şüpheye veya karanlığa düşmeye başlasa, büyük anneyi ziyaret ediyor ve daha kucaklaşmadan bütün kötü düşüncelerden sıyrılıyordu. Belki de insanlık tarihi boyunca, bu kadar sevgiyi içinde barındırabilecek bir kişi daha yaşamamıştı.

Sonbaharın kendini kanıtlamaya çalıştığı, yağmurlu bir öğle vaktinde Leyla uzun yıllardır ilk kez kör gözlerinde ışığı gördü. İstemsizce oturduğu koltuktan kalkmaya çalışsada başaramadı. Işığın bütün görüsünü kapatmasını sabit bir şekilde izlemek zorunda kaldı. Gözünün önündeki karanlık kayboldukça içini tatlı bir sıcaklık kapladı. Eğer bu kişi Leyla olmasaydı, hayatını kaybedebilirdi ama Leyla ışığa alışkındı. Aklına ilk gelen şey ölümdü ve bundan da memnun oldu. Hayatı nasıl sevdiyse, ölümüde sevecekti. Korkacak bir şey yoktu. Aydınlık içinde bir süre yapayalnız kaldıktan sonra bir ses duydu. Aslında içten içe bunun bir ses olmadığını biliyordu. Hayatı boyunca duyduğu hiçbir tınıya benzemiyordu. Sanki söylenen şeyleri ses olarak işitmiyor, direk içinde hissediyor, biliyordu. Ses onu selamlıyordu.

“Merhaba, benim adım Zet. Seninle bir anlaşma yapmaya geldim”

Leyla cevap verdi, ”Merhaba benim adım da Leyla. Memnun oldum. Ne için anlaşma yapmak istiyorsun? Sana verebilecek bir şeyim yok. Hem öldükten sonra anlaşmaların biteceğini sanıyordum.”

Zet yanıtladı, ”Hayır hayır, merak etme ölmedin. En azından şimdilik. Sana ihtiyacım var ve sanırım burada bana yardım edebilecek tek kişi sensin”

Leyla ölmediğini hissetti. Aynı zamanda sadece kendisinin yardım edebileceğini de anladı. Bütün bu konuşmalar, sanki hatıralar gibi kesinlik hissi veriyordu. ”Peki tamam. Benim gibi kör ve yaşlı bir kadından ne isteyebilirsin ki? Elimden gelen her şeyi yapacağım. İyi birine benziyorsun.”

Zet iyilik nedir bilmiyordu ama önemli değildi, ”Senin ekstra yapman gereken hiç bir şey yok. Her zaman yaptığın şeyi yap yeter.”

Leyla cevap veremeden gözlerindeki ışık kaybolmuştu bile.

Konuşmayı takip eden bir hafta boyunca Leyla alışık olmadığı bir şeyle karşılaşmadı. Hatta ona göre her şey normalden daha iyi gidiyordu. Ailesindeki herkes mutluydu ve kimsenin herhangi bir sorunu yok gibi görünüyordu. Işıkla geçen konuşmasının bir rüya olduğunu düşünmeye başladığında bir şeyler ters gitmeye başladı.

Akşam vaktiydi ve ailecek oturmuş televizyondaki haberleri izliyorlardı. Leyla ise sadece dinleyebiliyordu. Haberleri sunan adamın genç bir sesi vardı, en azından bir ayağının çukurda olduğunu hisseden Leyla için gençti. Şehir merkezinde bir anda patlak veren olayları anlatıyordu. Görünüşe göre bir grup insan, eylem yaparak başladıkları güne dükkanların camlarını kırarak ve önlerine çıkan insanları döverek devam etmeye karar vermişlerdi. Habere göre gruba katılanların sayısı da saatler geçtikçe artıyor, onları durdurmaya çalışan polis ekipleri de bir şekilde ikna olup kalabalığa katılıyordu. Leyla şehirden uzakta, sakin bir muhitte oturdukları için mutlu oldu.

Ertesi sabah kahvaltıda televizyon yerine radyoyu açtılar. Ne kadar frekans değiştirirlerse değiştirsinler müzik yayını yapan bir kanal bulamıyorlardı. Mecburen birinde karar kılıp dinlemeye başladılar. Radyodaki ses dün gece patlak veren olayların büyüklüğünü anlatıyor. Gecenin 15 ölü ve en az 4 katı kadar da yaralıyla bittiğini ama kalabalığın ne istediğinin hala anlaşılamadığını söylüyordu. Görünüşe göre polislerin de ikna olmaya başlamasından sonra, hükümet gece vakti acilen toplanmış, askeri müdahale için karar almışlardı. Bir an önce önüne geçilmezse çok daha büyüyebilecek bir durumun eşiğinde olduklarını söylüyordu, radyodaki genç kadının sesi.

Leyla kahvaltıdan sonra pencere kenarındaki koltuğuna çekildi. Bir kaç yıl önce damadı gözleri görmediği için koltuğunu pencere kenarına getirmişti. Böylece dışarıyı dinleyebiliyordu. Sokakta oynayan çocukları dinlerken kendi çocuklarını hayal ediyordu.

Çocuklardan biri sayılmaması gerektiğini düşündüğü bir gol üzerine bağırmaya başladığında Leyla bir an irkildi. Onu ürperten çocuğun yüksek sesi değil, içinde duyduğu korkutucu bir duyguydu. Leyla sinirliydi. Nefret içindeydi ve bu duyguları hissetmeyeli neredeyse bir ömür geçmişti. Ne olduğunu bilmediği bu hisler karşısında yüreği korkuyla doldu. Bir süre korkuyla savaşmaya çalıştı ama bu sefer de içinde, ona ait olmayan birilerinin olduğu gibi bir düşüncenin pençesine düştü. Sanki ruhunun içinde başka birileri vardı, hemde onlarcası. Dönüp duruyor, birbirleriyle kavga ediyor, bir türlü geçinemiyorlardı. Leyla bu insanlardan nefret ediyordu. Sanki kötüydüler. Öldüren, aldatan, çalan, tecavüz eden birileriydi sanki. Leyla içindeki bu yabancılardan rahatsız oldu. İstemsizce aralarına daldı. Karanlıkların içinde bir ışık oldu. Bataklıkların arasında bir çiçek. Ne yaptığını bilmiyordu ama içindeki bu pisliği atmalıydı. Leyla ışıdıkça karanlıklar başka bir yerde yoğunlaşmaya başladı. Yoğunlaştıkça kötülüğe ait olmayan şeyler karanlıktan dışarı çıkamaya başladılar. Böylece Leyla sevgiyi tekrar hatırladı. Hayatını içinde geçirdiği ışığı tekrar anımsadı. Hatırladıkça karanlıktan çıkan küçük ateş böceklerini çağırdı. Ufak ışık süzmeleri Leyla’ya doğru gelmeye başladılar. Leyla hepsine kucak açtı. Büyüdükçe büyüdü, parlaklaştı. Leyla büyüdükçe karanlık daha da yoğunlaştı. Ta ki siyahın içinden çıkan başka ışık kalmayana kadar bu böyle devam etti. Leyla hepsini kucakladığında içindeki nefret yokoldu. Karanlık gitmişti. Geriye daha parlak bir Leyla bırakmıştı.

Kendine geldiğinde kızı ona sesleniyordu. Akşam yemeği hazırdı. Neredeyse bütün günü kendinden geçmiş halde geçirmişti. Ne olduğunu anlamadı, hatta olanları bile bir rüya gibi yarım yamalak hatırlıyordu ama en azından kendini iyi hissediyordu.

Yemekte ne radyo ne de televizyon açıldı. Kimse kötü haber duymak istemiyordu. Çocuklar etkileniyordu. Leyla gece yatağına girdiğinde şaşkınlığını hala atamamıştı. Sarsılmıştı. Belkide ölüyordu ve bütün bunlar aklının ona oynadığı bir oyundu. Emin değildi. Hele bir yarın olsun diye düşünerek kendini sıcak yatağının kollarına bıraktı.

Rüyasında gözleri görüyordu. Çöl olduğunu düşündüğü alabildiğine uzanan kum tepelerinin ortasında tek başına duruyordu. Güneş batmak üzereydi. Gökyüzü maviliğini kızıllığa bırakmış, aşık olunası bir tabloya dönüşmüştü. Yürümeye başladı. Attığı her adımla birlikte havanın soğuduğunu hissediyordu. Güneşin batışı sıcaklığı çok etkiliyor diye düşündü. Bir kaç dakika içinde güneş tamamen saklandı ve Leyla soğuktan korunmak için kollarını birbirine kenetledi. Hava kararmıştı. Leyla yıldızları görmek için kafasını yukarı çevirdiğinde gökyüzünde hiç yıldız olmadığını farketti. Bir anda soğuk hava daha da içine işledi. Tekrar önüne baktığında dört bir yandan yükselen karanlıkları gördü. Suyun içindeki mürekkep gibi görünen bu siyahlıklar, çölün heryerinden yükseliyor, bir yılan gibi bir oraya bir buraya eğilip kalkıyorlardı. Leyla yürüdükçe karanlıklar köklerini kumdan kurtarıp uçmaya başladılar. Bundan korkan Leyla’nın içi yine kötülükle dolmaya başladı. Can havliyle tersine dönüp koştu. Her adımıyla huzuru bozulan kum taneleri kararmaya başladı. Karardıkça birleşip siyah mürekkeplere dönüştüler. Ayaklarının etkisini farkeden Leyla durdu. Durduğu yerde yere çöküp oturdu. Bir kabus görüyordu. Belki 50 yıldır ilk kez. Kendini bütün bunların bir rüya olduğuna ikna etti ve uyanmaya çalıştı. Kendini çimdikliyor, tokatlıyor, dövüyor, gözlerini açıp açıp kapatıyordu. Bir türlü uyanamadı. Bu sırada siyah mürekkepler gökyüzünde birleşmeye başlamıştı. Çölün her tarafından gelen binlerce siyah çizgi gökyüzündeki anormal karanlığın içinde buluşuyordu. Bir haykırış halinde gözlerini gökyüzüne açan Leyla bu korkunç manzarayı görünce bir anda güçten düştü. Bayıldığında aklında sadece uyanabilmek vardı.

Gözlerini açtığında yine çöldeydi ama bu sefer yere basacak ayaklarını hissetmiyordu. Hatta ne ellerini ne de gözlerini hissediyordu. Sanki öylece vardı. İyice kendine geldiğinde heryeri aynı anda görüyor olduğunu anladı. Gökyüzünü, çölü, birbiri ardına sıralanan kum tepelerini, gökyüzünün ortasında büyüyen karanlığı, Herşeyi aynı anda görüyordu. Sanki kafasının yer yanında gözler oluşmuştu ama artık bir kafası olmadığının da farkındaydı. Sakinleşince gökyüzünün tekrar yıldızlarla dolduğunu farketti. Binlerce yıldız vardı. Bazıları kümeleşip yan yana duruyor, bazılar tek başına duruyordu ama sayıları sayamayacağı kadar çoktu ve hareket halindeydiler. Zaman geçtikçe kendinin de bilinçsiz bir hareket halinde olduğunu farketti ve kontrolü ele aldı. Artık sonsuz çölün üzerinde istediği gibi süzülebiliyor, karanlıktan uzaklaşabiliyordu. İlerlerken, uzakta olduğunu sandığı bir ışığa çarptı. Ufak ışık Leyla’nın içinde kayboldu. Leyla anlaşılamayacak kadar küçük olan ışıkla birleştiğinde hafifçe büyüdüğünü farketti ve mutlu oldu. Bir şekilde ışığı kurtardığını anladı. İçini engel olamadığı bir birleşme isteği kaplayınca diğer ışıkların peşine düştü. Bir biri ardına hepsini içine buyur ediyor. Onlarla bir oldukça müthiş bir mutluluk duyuyordu. Toplu iğne ucundan, basketbol topuna kadar her boydan ışıkla birleşiyordu. Birleştikçe daha da güçleniyor, güçlendikçe daha da fazla parlıyordu. Leyla büyüdükçe çöl tekrar aydınlanmış, hava ısınmaya başlamıştı. Saatler boyunca gökyüzünde başka yıldız kalmayıncaya kadar her yeri gezdi. Tam görevini tamamladığını düşünürken artık karanlık bir deliğe dönüşen şeyin yanında, görülemeyecek kadar ufak bir parıltı olduğunu farketti. Onu da kurtarmalıydı. Her ne kadar delikten korkuyor, azıcık bile yakınından geçse içi soğuyor da olsa, ışığı almalıydı. Kendisi bile bu kadar uzaktan böyle hissediyorsa, küçük kim bilir nasıl hissediyordu. Belki de yetişemezse sönecekti.

Leyla karanlığa doğru ilerlemeye başladı. Yaklaştıkça onun da çok büyük bir hale geldiğini farketti. Hala çölün heryerinden siyah çizgiler kara topla birleşmeye devam ediyordu. Hızını iyice arttırdı. Küçük parıltı iyice sönükleşmeye başlamıştı. Hızla karanlığa doğru giderken birden bire karanlığın içinden yüzlerce küçük parıltı çıkmaya başladı. Leyla gelmeden önce deliğin içinden çıkacak gücü bulamayan herkes bir anda hareketlenmiş, karanlıktan çıkıp Leyla’ya koşmaya başlamıştı. Küçük pırıltı da en öndeydi. Sanki diğerlerine yol gösterir gibi en önden geliyordu. Böylece Leyla’ya ilk katılan o oldu. Sonrada onun gibi neredeyse solacak kadar silik binlerce parıltı beyaz küreye katıldı. Geriye birleşecek hiç ışık kalmamıştı. Leyla uyandı.

Gözlerini açtığında hiçbir şey göremedi. Kördü. Sadece etrafındakileri hissedebiliyordu. Odada bir sürü kişi olduğu belliydi. Onları sadece hissetmiyor, aynı zamanda duyuyordu da. Ama ne hissettikleri ne de duydukları hoşuna gitti. Torunları kavga ediyordu. Çocukları da tartışıyordu. Hemde hepsi. Bütün çocukları yanıbaşındaydılar. Torunlarının bir kısmı da evin diğer kısımlarındaydı ama hepsi burada değildi. Evde kötü bir hava vardı. Leylayı rahatsız eden bir şey.

Konuşmaya başladığında şaşkınlıktan herkes sustu, ”Günaydın.”

En büyük oğlu, ” Anne uyandın mı? Nasılsın? Kendini iyi hissediyor musun? Ağrın var mı?

“Hayır çocuğum ağrım yok. Kendimi gayet iyi hissediyorum. Sanırım uykumu aldım” Yine rüyasını doğru dürüst hatırlamıyordu.

Ortanca kızı azarlarcasına konuşmaya başladı, ” Uykunu aldığını anladık. 2 haftadır uyuyorsun. Bi zahmet uykunu al zaten” Sesi yüksekti.

Başka bir çocuğu, ”Ne bağırıyorsun. Belli ki bir rahatsızlığı var. Aptal aptal konuşma. Annem kaç yaşında?”

Bir anda bütün çocukları bağırışmaya, birbirleriyle tartışmaya başladı. Leyla üzerinde büyük bir ağırlık hissediyordu. İki haftadır uyuduğuna inanamıyordu ama kollarındaki serum bağlantılarını farketmesi inanmasını sağladı. Ne oluyordu? Bir şeylerin ters gittiği kesindi. Herhalde gerçekten ölüyordu. Çocuklarını bu kadar huzursuz görmek, iyice kötü hissetmesini sağlamıştı. O sırada dışarıdan bir patlama sesi geldi. Sesin yarattığı etki herkesi susturmaya yetti.

Can havliyle konuşmaya başlayan en küçük kızı korkuyordu, ” Ben size demiştim buradan gidelim diye. Şimdi dışarı bile çıkamayacağız artık. Hepimizi öldürecekler.” Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.

En büyük kızı araya girdi, “Gerizekalı. Annemi bırakıp nereye gidecektik? Konuştuğun şeye bak”

“Öleceksek hep beraber öleceğiz. Zaten kaçsak nereye gidecektik? Her yer aynı. Millet çıldırmış” dedi beşinci çocuğu.

Tekrar bağıra çağıra tartışmaya başladılar. Kimsenin ne dediği anlaşılmıyordu. Leyla sıkışmış hissediyordu. Neler olup bitiyordu? Sesler yükseldikçe içindeki yumru büyüdü. Nefes alması hızlandı. Tam çığlık atacakken odanın kapısı açıldı. Tartışma bağırış ve haykırışlara dönüştü. Leyla 9 yaşındaki torununun elinde bir bıçakla, üstü başı kan içinde içeriye girdiğini göremedi ama hissettiği karanlığa dayanamadı. Bayıldı.

Gözlerini açtığında çok büyük bir ışığın yanındaydı. Eğer gözleri olsaydı tekrar kör olurdu ama bir vücudu yoktu. Işık o kadar büyüktü ki neredeyse hiç bir şey göremeyeceği kadar gözünü alıyordu. Neyse ki heryeri aynı anda görebiliyordu. Karanlığın ortasında duruyorlardı. Etrafta yüzbinlerce yıldız vardı ve bu sefer Leyla onların gerçekten yıldız olduğunu biliyordu. Yanında mavi renklerde beyaz bir top havada duruyordu. Leyla bunun Dünya olduğunu hemen anladı. Kör olmadan önce uzaydan çekilen resimlerini görmüştü. Çok güzel diye düşündü. Eğer gözleri olsaydı ağlardı. Bir anda çöl rüyasını anımsadı ama bu sefer biraz farklıydı. Çöldekinden çok daha büyüktü. Dünya’nın üzerinden milyonlarca ışık üzerine geliyor ve onunla birleşiyorlardı. Diğer tarafta da karanlık bir top vardı. Neredeyse aynı sayıda karanlık çizgi de ona doğru akıyordu. Milyonlarca simsiyah nehir karanlık kürede son buluyordu. Leyla onunla birleşen her ışık tanesiyle daha da parladı. Neredeyse kendi başına bir güneş olacaktı artık. Sonuncu da Leyla’ya katıldıktan sonra bir an içinde bir ses duydu. Daha önce de duyduğu bir sesti bu. Tanışmışlardı.

Zet konuşuyordu. ”Tebrik ederim. Başaracağından kuşkum yoktu.”

Leyla, ” Ne olduğunu anlamadım. Öldüm mü? Ne oluyor?”

Devasa ışık topu yanıtladı, ”Aslında son bir kaç yıla kadar bende ne olup bittiğini bilmiyordum. Ne olacağını da. Fakat şimdi anlıyorum. Senin de anladığını umuyordum”

Küçük Güneş cevap verdi, ” Hiç de anlamadım. Herhalde öldüm. Aklıma başka bir olasılık gelmiyor.”

” Aslında doğru ama senin düşündüğün anlamda değil. Birazcık açıklayabilirim sanırım ama daha sonra işe koyulmamız lazım. Zaman kaybedemeyiz.”

Dünyanın diğer tarafındaki kara küre uzaklaşmaya başlamıştı. Ona doğru akan karanlık nehirler bitmişti.

” Kısaca şöyle, insanoğlu sizin tabirinizle Beta soyunun uzak akrabaları oluyor. Beta soyu da bilenen varoluştaki pozitif ve negatifi içinde barındırabilen tek canlıdır. Tabii yine sizin bildiğiniz canlılık gibi değil. Farklı bir formda. Neyse, Beta soyundan geldiğiniz için içinizde iki ucu da barındırıyorsunuz. Bu da evrenin içinde bir titreşim üretiyor ve Beta soyundan gelmeyen, ki bu neredeyse canlılığın %99 demek oluyor, herkesi huzursuz etmeye yetecek kadar güçlü. Titreşimler arttıkça uç noktadaki canlılar, müdehale etmek için mecburen çıkış noktasına doğru geliyorlar. Evrene girip sizleri ayrıştırmak için. Eğer erken müdehale edilmezse titreşim bütün varoluşu kaplayacak kadar büyüyebilir. Eğer büyürse, bu iki uçta varolan bütün canlıların birleşmesine sebep olabilir. Tabi bu durum, saf olarak yaşamaya alışkın olanlar için istenmeyen bir durum teşkil ediyor. Gama’ya göre birleşim Betayı doğuruyor ve engellenmesi gerekiyor.”

Leyla tam anlamasa da merakından sordu, ”Peki evrende Beta yoksa, biz nasıl oluştuk? Hem Gama kim?

Zet, ”Gama kolektifimizin en eskisidir. İlk kıvılcım. Diğer sorunu Gama da tam olarak bilmiyor ama diğer geçişlerden sızdığını düşünüyor. Beta evrenlerinden.

Leyla biraz anlar gibi oldu ama kafasındaki soruları artmaya başlamıştı. İlk aklına geleni sordu, ” Kolektif nedir?”

“Oraya vardığında göreceksin.”

Leyla yola çıktığında insanlığın bütün ışığını da beraberinde götürüyordu.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et